"Kürt meselesi, işlevselliği ve ürettiği siyasal değer anlamında Lazarus Morel çapında bir deha ile yönetilen, çok kârlı bir siyasal tecim meselesidir."
Gerçeğin ters yüz edilmesi, yalan ve kurgu üzerine kurulu bir ‘yalıtılmış gerçek’ inşa edilmesi ve bu tezgahın süreğen biçimde canlı tutulması üzerine kurduğu, 1000 civarında melez ile dönen muhteşem bir hırsızlık tezgahıdır bu.
Öyküdeki ihtişam tekrar ve tekrar satılmak üzere köleler çalınması değildir, esas maharet sürekli bir biçimde ve artarak kölelerin bu satılmak üzere çalınmaya gönüllü olmaları, çalınıp satılan kölelerin satıldıkları çiftliklerden tekrar çalınıp sahiplerine iade edilerek, olayın hemen her tarafında sürekli yenilenen büyük bir inandırıcılık sağlanmasıdır.
Bazen mekanizmanın çıkmaza girdiği de olur tabi, işte o zaman birkaç kölenin kanlı cesedinin Mississippi nehrinde yüzmesi kaçınılmaz oluyor, ama büyük deha Morel bu kanlı oyundan bile kar devşirebiliyor.
Gerçeği ters yüz etmek
Son iki yılda Türkiye’de olup bitenlere bakınca, bu muhteşem dehayı, bu parlak alçaklığı anımsamamak mümkün değil.
Mekanizma çok basit görünse de bu sizi aldatmasın, gereken sadece cesaret değil, şeytana pabucunu ters giydirecek kadar büyük bir maharet gerektirmektedir. Bu maharetin temelinde de gerçeğin, herkesin gözü önünde olan bitenin, apaçık olanın göz kamaştıran bir hız ve mükemmellikte ters yüz edilmesi, hepimizin gözü ile görüp kulağı ile duyduğunun, emin olduğunun tam tersine ikna edilmesidir.
İşte Morel’in dehası tam da buradadır.
Kölenin özgürlük arzusunu ranta çevirmek, bunu yaparken asla aldatılmışlık hissi yaşatmamak, tersyüz edilmiş ‘çarpık gerçekliğin’ inandırıcılığını arttırmak için yeter miktarda kan dökmek...
Emperyalist projeler kapsamında Osmanlı toprakları ve üzerinde yaşayan halklar can acıtıcı bir şekilde parçalanınca, ortaya Batı güdümünde ulus devletler çıktı. 60’lara kadar bir ara İngiliz, devamında Fransız işgal yönetiminde kalan Suriye/Lübnan, İngiliz tasarımı Irak, Batı paktının en doğu sınırını korumak görevi verilen Kemalist Türkiye, Mısır ve bölgede adlarını sayamayacağımız 30 küsur, kimi büyücek bir petrol şirketi mahiyetinde, kimi aynı ailenin çocuklarına mahsus, özel devlet veya devletçikler...
Osmanlı İslam İdaresi altındaki Müslüman ve Gayrimüslim halklar bu ulus devlet projeleri kapsamında yer yer kasaba ve köylere, hatta Suriye örneğinde görüldüğü gibi evler boyunca bölündüler, bununla yetinilmedi, hepsine ayrı bir ideoloji ve siyasa ile iflah olmaz bir düşmanlık dayatıldı.
Yüz yıl evvel startı verilen bu kanlı Lazarus Morel projeleri hep aynı mekanizma ile işledi: "Sizi özgürleştireceğiz!"
Halklar, Müslüman veya Gayrimüslim ayırt edilmeksizin, çok kanlı savaşlara, akıl dışı düşmanlıkların cenderesine mahkum edildi, insanlar büyük ve ama içi boş emperyalist ideolojilerin safında, çok haklı biçimde savaştılar, derin ve büyük kayıplar verdiler, ama heyhat! Ortaya çıkan şey pek özgürlüğe benzemedi. Lazarus Morel gibi emperyal çarklar, halkların bu ateşli özgürlük ihtiyacını bir yandan körükleyerek bir yandan da kârlı bir ticarete dönüştürerek sürekli biçimde siyaset pazarında satışa arz ettiler. İşte Ermenistan, baştan başa bir dert küpü halinde Arap dünyası, bir türlü bir sükuna eremeyen Balkanlar ve Kafkas halkları ve tabi başta Türkiye olmak üzere bölgemizi direkt veya dolaylı olarak etkileyen, can yakan bir örnek sorun olarak Kürt Meselesi.
Emperyalizmin tiyatrosu
Kürt meselesi, işlevselliği ve ürettiği siyasal değer anlamında Lazarus Morel çapında bir deha ile yönetilen, çok kârlı bir siyasal tecim meselesidir. Suriye, İran, Irak ve Kemalist Türkiye’nin on yıllar boyunca bazen örtük, yer yer açık bir uzlaşma ile görünmez kıldıkları, en doğal insani haklarını bile gasp ettikleri, en küçük siyasal talebi bile şiddetle bastırdıkları on yıllar, şüphesiz Kürt meselesine kayda değer bir ahlaki derinlik, bir haklılık payı kazandırdı. Ancak her seferinde bir Lazarus Morel devreye girip bu mazlum, çok haklı halkın özgürlük taleplerini emperyal siyaset piyasasına, çok değerli ve işlevsel bir meta olarak sürmeyi başardı.
Neredeyse sayısız parti, dernek, silahlı örgüt... vs ile her defasında ortaya sürülen bu haklılık, bu ahlaki talepler, adeta kanlı bir tiyatro gibi yeniden ve yeniden bu ezilmişliği, haklılığı artırırken, satış değerini ve işlevselliğini de arttırdı.
İşte Türkiye’de 80’lerden beri devam eden can acıtıcı terör hadiseleri, Kürdün bu ahlaki haklılığı üzerinden varlık kazanan bir ürün olarak, emperyal siyasa piyasasının en değerli mallarından oldu. 2006’den itibaren, rahmetli Özal’dan sonra belki de ilk kez bir lider bu kanlı tiyatroya, askeri/parlamenter diktatoryanın meşruiyetini sağlayan ve derinden derine Müslüman ahali arasına adeta kanlı bir ayrışma sınırı ören bu ahlaksız işbirliğine, bu Lazarus Morel tezgahına bir ‘dur’! dedi.
Süreci uzun uzun anlatarak başınızı ağrıtmayacağım. Düşünülmesi bile yasak olan birçok konuda, toplumsal dönüşüm ve sindirme mekanizmalarını da göz önüne aldığımızda, oldukça seri, oldukça sarsıcı reformlar yapıldı. Dilden bölgedeki adeta halkı cendereye alan idari sisteme, olağanüstü hal uygulamalarından örgütlenme ve siyaset yasaklarına kadar bir dizi reform ile büyük bir rahatlama sağlandı.
Bir süre Lazarus Morel tezgahı gerçekten sarsıldı. Çünkü haklılık ve ahlaki üstünlük sahibi Kürt, muhatap alınmış, siyasi ve sosyal alanda geniş ve derin etkileri olacak yeni bir süreç başlatılmış ve satış değeri olacak özgürlük alanları seyreltilmişti. Ama işte deha tam da burada devreye giriyor: “Bizim ordu ve devlet ile bir hesabımız yoktur, ordu kendisini kullandırtmasın, bizim temel düşmanımız Ak Parti hükümetidir.”
Örgüt yöneticilerinden Duran Kalkan’nın bu sözlerini okuduğumda, aklıma kaçınılmaz biçimde Morel geldi. 40 yıla yaklaşan bir süre boyunca savaşmış ve artık yaşlılık devresine girmiş bu lider kadro, kendilerinin aurasında kurulan ve seksen vekille mecliste temsil kabiliyeti kazanan, en açık biçimde örgütü her zeminde savunma salahiyetine de sahip bir partiye, sonuna kadar açık siyasi kanallara, her düzeyde açık temas imkanlarına ve azımsanmayacak kültürel, sosyal, siyasal hak genişlemesine rağmen, halkı tekrar savaşa ikna etmeye, halkın çocuklarını tekrar kanlı bir tiyatroya çağırıyordu.
Baştan sona akıl dışı, ahlak dışı olan bu talep, “Morel Tezgahı” diye kavramsallaştırılabilecek rafine yöntemlerle, medyada, entelektüel piyasanın kıvrak ünlülerince siyaset piyasasına pazarlanıyor, allanıyor, pullanıyor ve hepimize, hepimizin gözleri önünde olan bitenlerin tam tersine bir şeye inanmamız isteniyor.
Özgürlük pazarlamak
80 yıllık Kemalizm rejiminin bütün ağababaları birden özgürlükçü, Kürt'e olmadık zulümler yaşatmış inkarcı odaklar birden Kürt hürriyeti aşığı oluverdiler. Müslüman bir bilinçle insani hak ve hukuk ilkelerince Kürt'e haklarının tanıması için siyasi, kültürel ve sosyal alanda, büyük de riskler alarak alan açanlar, el uzatanlar ise, diktatör, tiran oluverdiler.
Ve hemen akabinde de kanlı tiyatro çarkı dönmeye başladı, Müslüman halkın çocuklarının kanlı cenazeleri, kabartılmış öfkeler eşliğinde, Kürdün özgürlüğü pazara tekrar sunuldu. Alıcılar ise tahmin edemeyeceğimiz kadar çok, fiyatlar akıl zorlayacak seviyelerde yüksek...
Borges öyküsünü beklediğimiz üzere bir sürpriz ile değil, okuyucuda hayal kırıklığı yaratan bir son ile bitirir.
Morel bütün olup bitenlerin, bitmez yenilgilerinin ve uğradığı ihanetlerin sonunda, tarihe gerçek bir suç kahramanı, özgürlüklerini alıp sattığı kitleler tarafından linç edilmek yerine, suçu yücelterek, yaptığı alçaklıkların yaratacağı büyük huzursuzlukları daha da kışkırtarak büyük bir ayaklanma, bütün bu kendisine düşman dünyayı yakıp yıkacak dev bir öfke yaratarak, büyük jübilesini kurguladı.
Ancak kader ağlarını farklı ördü, Morel 1835 ocağında, Silas Buckley takma adı ile (hangi adı gerçekti ki) yattığı Natchez hastanesinde akciğer hastalığından öldü. Bir iki gün küçük çaplı olaylar olduysa da pek fazla kan dökülmeden bastırıldı.
Mustafa Ekici / TRT Kürdi GYY, Star Gazetesi- Açık Görüş
Mustafa Ekici, 28.08.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar