"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."
“Cinayet etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı Yahya
BÖLÜM ÜÇ
2
KONU DIŞI BİR SÖYLEV2
"Sevin!" derdi 'Bilge' lakaplı Daştan! Obamızın nakkaşı, söz ustası Şair-i Âzam Daştan; "Sevin!" derdi.
“Sevin Dostlar!"
Sevmenin hesabı kitabı yapılan bir zamanda, bölük-pörçük aşklar yaşanan bir zamanda siz noktasız virgülsüz ünlemsiz sevin. Zırhınız olsun Sevgi.
Bu sözün sözler içinde apayrı bir yeri olduğunu şimdi daha iyi anladım.
Sevginizi Eylem’lerle kanıtlayın!
Eylemlerle dillendirin Sevginizi! Söz ay ışığı gibidir.. eylemse güneş.. sözünüzü sözlerinizi eylemlere yükleyin! Baştan ayağa eylem kesilin.
"Söz durağanlığın imidir. Durağanlık ölümün ulağıdır. Durağanlığın mezarıdır EYLEM! Söze yüklenen, sözü yüklenen ÖLÜMÜ yüklenmiştir.”
Bu sözün sözler içinde apayrı bir yeri olduğunu şimdi daha iyi anladım!
"Akıl mantığın yoldaşıdır!" derdi Bilge Daştan
“Akıl mantığın yoldaşı, mantık duyarsızlığındır. Aklınızı duyarlılığınıza, duygularınıza, sezilerinize yoldaş kılın. Duyarlılığınızın, duygularınızın, sezilerinizin öğrencisi olsun akıl. Dinlediğiniz yüreğinizin sesi olsun! Dünyanız ve dünyalar bir gül bahçesine döner böylelikle!
Böylelikle her tür zehir gönül imbiğinden süzülüp BENGİSU pınarına dönüşür!
Bu sözün sözler içinde apayrı bir yeri olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
"Özür dilemeyin!" derdi Bilge Daştan – üstad-ı sani’den çalınmış olabilir bu söz-
Özür dilemeyin özre alışmasın diliniz dilleriniz. Özre alıştıran dilini, özür eylemleriyle budayan eylemlerini sabun köpüğüne döndürmüştür kendini. Su görmüş sabun gibi eriyip gidersiniz.
Birer güneş olmalısınız. Ve hatta söylüyorum işte birer güneşsiniz.. varsın üstad-ı evvel sizi insandan saymamış olsun! Sizin renginizi tanrılar, saraylarının teşrifatı için bir işaret, kulları bağlarında bahçelerinde bir beygir, bir katır gibi görse de söylüyorum işte size siz birer güneşsiniz ve önce siz inanmalısınız kendinize. Siz buna inanacak yerde özre buluyorsunuz içinizi dışınızı.
Özür dileyiş yanılgıların bedelidir. Öyle ise o yere varmayın artık. Durun. Varsın kırbaçlar şaklasın sırtınızda! İstencinizle var olabilirsiniz! İstencinizle varsınız! Hem bu apaçıktır. Öyle ya istençsiz bir varlık olsaydınız anlamı olmazdı özrünüzün. İstençliyseniz, ki öylesiniz niçin özür dileyesiniz ki? Bile isteye yapılan şeyden niçin özür dilesin kişi?
Özür dilerken ya özür dilediğiniz kişiye karşı iki yüzlüsünüz ya kendinize. Kendine dürüst olmayan başkasına dürüst olamaz, başkasına dürüst olmayan kendine dürüst olamaz.
Özür dilemeyişiniz dürüstlüğünüzdür.”
Bu SÖZÜN ne anlama geldiğini şimdi bile anlamış değilim!
“Söylüyorum açın kulaklarınızı! Ve dinleyin sessizce! Dinleyin ve itaat edin, bırakın kurnazca iç geçirmeyi.. suratınızdan belli o halde olduğunuz.. gizlemeyin..”
Eyvah.. ayarı gittikçe bozuluyor dilinin.. güğümleri ima etsem..
“Dinleyin ve inanın! Suat kıskanılacak biri olmadı. Olmayı aklından bile geçirmedi. Suskunluğu yeğledi. Yel değirmenlerine saldırdığı yönündeki haberler karşısında susmayı seçti. Gülüp geçti. Ama ben bunu yapmayacağım. Kral çıplak diye haykıran çocuğun saflığını kuşanarak konuşacağım.
Biliyorum önce gülünecek, alaya alınacak sözlerim. Tıpkı Suat Ulunun başına gelen gibi..”
Suat Ulu! Benden söz ettiğini herkes anladı ama kendisi farkına varamadı bir türlü.. bunadı mı ne? Bari ayarını düzeltse artık dilinin! Hoşuma gitmiyor değil hani.. yine de.. ayarsız bir dil şuan hiç işime gelmez ki.. biraz gayret etse.. bozmasa dilini alır ipten beni.. alır! Hadi Daştan biraz gayret! Azcık gayret!
“İşte söylüyorum Suat Ulu’nun saldırdıkları yel değirmenleri değil tanrılardı. Suat Ulu saftı saldırdıkları kurnaz. Nasıl da dönüşüverdiler aniden yel değirmenlerine. Ve nasıl da gülünç kıldılar zavallı süvariyi, o yüce insan Necmi’nin koruyucu Meleğini.. gülünüp geçilecek bir şeye dönüştürmeselerdi nasıl sürdürebilirlerdi ki varlıklarını? Öyle ise hazır olmalıyım boynuma asılacak yafta için. Boynumu alıştırmalıyım, bu yükü çekecek kıvama getirmeliyim yılmamak için.”
Eh işte.. belliydi bunadığı.. ayarı bozuldukça bozuluyor dilinin.. ve bir de caka satıyor.. hop hemşerim.. hop.. yağlı urgan yola çıktı.. sen ne alemdesin?
“Ya da suçlayacaklar, çarmıha gerecekler marangoz gibi. Marangozu çarmıha geren tanrılar da kurnazdı. Önce çarmıha gerdiler sonra çarmıha gerileni tanrı kılıp baş tacı ettiler. Varsın marangoz kaçıp gitmiş olsun onların törenlerinden şölenlerinden, ayinlerinden yortularından, varsın bütün bu oyunlardan kendinin beri olduğunu haykırsın varsın uzak kalsın. Nasılsa marangozun kendisi çıkıp da yalanlarını yüzüne vurmaya kalktığında kimsenin O’nu dinlemeyeceğini biliyor tanrılar. Ve dinleyeceklerin başına gelecek olan başından bellidir bunu göze alacak kaç kişi çıkar ki? Bilirler bir elin parmaklarını geçmediğini ve çarmıha gerilirken çığlıklar savurmayacaklarını."
"Söylüyorum size tanrılar kıskançtır ve fakat belli etmezler. Örterler kirli kıskançlıklarını. Bir bir yerlerinde gözleri vardır ve fakat belli etmezler. Aralarından palazlanmamış biri palazlanmaya çıktığında diş bilerler. Ve bilirlerse diş geçirebileceklerini, sezerlerse saldırırlar hiç düşünmeden. Alaşağı etmek en keyif aldıkları oyundur. Diş geçiremedikleri karşısında el pençe divan dururlar ve himmetini beklerler. Var güçleriyle savunurlar. Diş geçiremediklerini parlatırlar bedensel ölümünden sonra bile parlaklığı gitsin istemezler onun o karanlık ışığı kendi tahtlarını aydınlatacaktır bunu bilirler."
"Tahtlarını sarsanı var güçleriyle bertaraf etmeye çalışırlar. Olmayınca safına geçerler. Bu yeni geleni kendileri gibi kılmanın yolları için sıvarlar kollarını. Sezdirmeden. Ve gün gelir o kirli o kanlı tahta oturturlar tahtta oturan tahtlarını başlarına geçiren değilmişçesine. Öyledir de artık o tahtta oturan tahtlarını yıkan değildir. Ancak yığınlara O oturanın O Put Kıran olduğunu söylerler arsızca ve inandırırlar,öylesine mahirdirler ki inandırmakta. İnanmayanı, bu O değil diyeni ateşlere atarlar, çarmıhlara gererler bu seferki eylemleri put kıran adınadır, onun da utanmadan kirletirler adını. Ve o kirli adı takdis için çıkarlar yola."
"Tanrılar bilir her put kıranın kendileri için taze bir kan olacağını. Bu yüzdendir her yeni put kıranı gördüklerinde belli-belirsiz bir sevinç içre oluşları. Olsun! Yine de siz put yontan değil put kıran olun! Onurla ölmesini bilin!”
Bak şimdi! Sen kaç kez öldün Daştan? Ne alemi var şimdi bu sözün? Şakamı bütün bunlar? Ne yani ben öldürülünce senin eline ne geçer ki? Ne geçmesini umuyorsun ki?
“‘Bizim zamanımızda’.. sözüyle başlayıp, geçmişlerini süsleyerek övgü bekleyenlerden kaçın.. av köpeğinin önünden kaçan her hangi bir av hayvanının kaçışı gibi olsun kaçışınız..”
Bu söz de çalıntıya benziyor.. olsun.. mir-i malı adamın.
“Kaçın ki, çürümüşlüğü bulaşmasın gönlünüze! Gönlünüze erişmesin sözleri..kirlenmesin gönlünüz! Kararmasın! Gelecek için yapılan GÜZELLEME’lere katılmayın! Katılmayın öylesi türkülere.. eşlik etmeyin! Yaşayamayanların türküsüdür o! Kendini yaşayamayanların prangasıdır. Kaptırmayın ayaklarını gönüllerinizin! Canlı olmaktır bu günü, bu anı güzelleştirmek! Gününüzü güzelleştirin! Size ne geçmişin güzelliğinden gününüz kirli ise? Size ne görkemli dünden gününüz pespaye ise! Size ne dünün zenginliğinden gününüz yoksulluk içre geçiyor ise? Günün kulpundan tutmayanların, tutmaya güç yetiremeyenlerin kendi gerçeğiyle yüzleşmeye yüzü olmayanların aptalca böbürlenmesinden başkaca mıdır dünü süsleyip püslemek?”
Bak bu da olmadı Daştan! Doğru ben ikide bir obamda geçirdiğim günleri anıyorum. Ama anmasam hepten ne olduğumu unutmaz mıyım? Bak bunu yalnız sana söylüyorum, ki biraz da çekiniyorum şimdi bu itirafı yapmaya, ben içimde kendi sözcüklerimle konuşuyorum.. aklımda kalanlarla.. dünü hepten çıkarırsam aklımdan kiminle konuşacağım? Dündeki ben, sen, Necmi olmasanız kiminle dertleşirim ayağım acıdığında, dizim burkulduğunda? Sen bazen ne dediğini bilmiyorsun haberin olsun! Bak gel beni bu karanlıktan çıkaracak sözler bul.. sen bulursun.. ama naza çekiyorsun.. hinlik peşindesin.. yapma be birader..
“Geçici olmadığınızı bilin!” derdi Bilge Daştan. “Bilin ve kapılmayın albenisine yığınların!
Yığın, rüzgâra kapılmış bir hazan yaprağıdır –Daştan benzetmelere bayılır- ne yönde eserse rüzgâr o yönde devinir.. varsın gitmek istediği en son yer olsun veya hiç gitmeyi istemediği. Siz rüzgâr olun devindirin! Arayan değil aranan olun!”
Bu söz kesin çalıntı bir söz. Ve fakat kimden çalmış olabileceğini çıkaramıyorum şuan.
“Yalnızlık ürkütmesin sizi!" derdi. "Sevin yalnızlığınızı! Yalnızlığınızı sevin! Ve hatta şımartın bir çocuk gibi! Yalnızlık bir ocaktır pişirir insanı.. büyütür! Kişiyi ham tutan, ham kalmasında etken olan başkalarıdır! Öyle ki başkaları aynadır aynalar yönetmesin sizi! Yönlendirmesin! Giyim-kuşamınızı aynalara uydursanız da eylemleriniz aynalara uydurmayın! Eylemlerini aynalara uyduran kendini yaşamıyor demektir. Oysa kendinizi yaşamanız için var oldunuz! Olmalısınız! Kendiniz için TARİHİ FIRSAT’sınız! Niçin tepesiniz bu fırsatı? Yalnızlık kendinizi yaşatma olanağı sunar, kendinizi yaşama olanağı yaratır. Gelin kalabalıklar içinde bile yalnızlığınızın soluk alması için çaba gösterin! Dinlenmek için olmalı dostlarınız ve s siz de dostlarınızın dinlendiği uzamlar olmalısınız!”
Bu söylediklerin tam bir saçmalık Haşmetmeab! Düşüncelerinizin köküne dinamit koydunuz farkında değilsiniz. Benim yaşamıma kastedilmiş sen eblehlik peşindesin!
Vazgeçtim senin tanıklığından..
“Kemuşin.. kemuşin.. meşlaşin.. meşlaşin!”
Olmuyor Medaha Yenge! Nerede yanlışlık yapıyorum?
“Zurnada konçerto lirde hüzzam peşrevi tıngırdatmaya kalkmak amuda kalkıp bevletmeye benzen.. bu bir soytarılık bile değildir!”
İyi de bu sözlerin benim durumumla ilgisi nedir? Niçin çağırdım seni? Niçin geldin? Niçin?
“Ey zavallı kütükler! Ey zavallı varlığının ayrımında olmayanlar ne için soluk alırsınız? Kendiniz için olsun soluk alışınız!”
Kuzum sen ne demek istiyorsun? Açık açık söylesene! Parlamış bir at gibi koşup duruyorsun.. bir halta yaradığını yarayacağını nasıl umarsın? Hadi ben çaresizim de sana ne oluyor? Buldun hazır dinleyici koştur atını bakalım sözcüklerin.. budala! Bak dinlemem çocukluk arkadaşlığı falan foyanı faş ederim! Bak yaparım ha!
Dinlemiyorum seni! Çık git! İşte anlamıyorum söylediklerini ve işte tıkıyorum kulaklarımı. Yumuyorum içimin gözlerini! Seni duymak istemiyorum Daştan!
“Evladdalimin yiğit ve onurlu evlatları size söylüyorum çöl niçin görkemlidir? Yalnızdır çünkü!”
Evlladalimin yiğit ve onurlu evlatları bu Daştan bir gün dere kıyısında, ayın bedir olduğu bir zamanda.. bak defolup gitmezsen söyleyeceğim her bir şeyi! Severim seni Daştan! Lutfen.. işte gidiyorum! Daha yeniydi ay ve yıldızlar daha parlaktı ve ay ve yıldızlar ne için ben ne içinim ve sen nelerden söz ediyorsun? Ve nelerden söz eder kim bilir Vildan ve kim bilir nelerden söz eder Lisowska ve kızı Roxelenna.. neler gördüm neler kızında Lisowska’nın ve bakıyorum da çöl filozofu Daştan öylesine sinsi ki.. dur! Bu ona iftira olur.. işte yine de itiraf ediyorum ki Daştan iyi çocuktu. Hala da iyi çocuktur.
Ve Kuyucu Murat da iyi çocuktu belki çocukluğunda!
Ve Mahmut da!
Ve Süleyman da!
Ve gelecektir bütün iyi çocuklar ve işte gelmişlerdir belki de! Gelmişlerdir ve gelip oturmuşlardır ve kurmuşlardır dünyalarını ve kuruntuları yersizdir diğerlerinin ve konarlara söylenecek şey yoktur ve işte köpeklerini alıştırmışlardır tasmalı ve tasmasız köpeklerine yalatıyorlardır o yerlerini ve hatta çekiyorlardır üzerlerine. Suatlar iğdiş edilmemiş olmasa girmezler elbet böylesi zahmetlere ve tehlikeli işlere.. günahı boynuna Serma'yı Ömer Ağam yakalamış doğruysa.. Allah için ben görmüş değilim. Hatta sezmiş bile değilim. Taşlığa sırf bu yüzden gönderildiğine inanmıyorum! Yine de bu dedikodu ile çalkalanmadı değil ortalık. İri köpeklere kuşku ile bakıldı erdem üzerine söylevler çekildi. İllegal erdemle arasına bir duvar örüldü. İllegal erdem taş duvarlar arasına atıldı, yığıldı taş üzerine iniltileri geliyor legal erdemin zevk kaynaklı.. legal erdem taşlığa gönderilenlerin sesli-sessiz çığlıklarını duymuyor.. legal erdem sağır.. legal erdem kör.. legal erdem zevkten sarhoş..
Anne yetiş! Anne yetiş oğlunu boğazlayacaklar!
Sesler duyuyorum.. sesler kulaklarımı parçalıyor.. suçum neydi benim? Ve ben omuz silkiyorum, bilmiyorum diyorum ve inanmıyorlar ve ben de inanmıyorum ve inanmak istiyorum ve fakat inanamıyorum bir türlü ve şimdi anıların çöplüğünde kıvranmak istemiyorum ve fakat zorluyorlar ve kimler zorluyor diye soruyor duvardan yankılanan ses ve bakıyorum içime ve çeviriyorum bakışlarımı içimin en derinliklerine ve be den ağlamak istiyorum duvardaki sesle birlikte ve utanıyorum söylediğim yalanlardan ve az kalsın hıçkırıklarımı duyacaktı ten böcekleri ve ağaç kurtları ve "Daştan!" diye inledim gizlice içimden.
Ve koşuyordu bir kedi var gücüyle köprücük kemikleri kalmıştı elimde ve fakat Serma almıştı onları benden ve arabacıların araba tekerleklerinden çıkarttıkları tıngırtılı sesler konuk olmuştu kulaklarıma ve “Rap.. rap.. rap” sesleri de yaklaşıyordu ve yaklaşıyor, yaklaşıyordu ve yaklaştı ve yaklaştı ve işte kapı önündeler.. oysa daha güneş yüzünü göstermiş değil ki? Işıklarını bile salmış değil.. ben anlarım! Bilirim salıp salmadığını..
Ve işte bir kapı. Bir merdiven.. tırmanabilirsem kurtuldum. Onlar kapıyı açmadan ben merdivende kaybolabilirim..
Ve işte bir balkon tırmanabilirsem kurtuldum!
İşte iki büklüm elinde asa geçiyor bir utku takının altından düşlerimi sürgün eden yüzü nikaplı bir adam ve işte geçiyorlar kendilerinin kurdukları utku taklarının altından ve alkışlıyor yığınlar ve kasılıyor adamlar.
Ve işte, "Niçin ıslanmaya bıraktın düşlerini?", diyor Vildan.
Ve işte, "Nerede kurutacaksın bu düşleri?", diyor Serma.
Ve işte, "Güneşte bırakırsan, güneşin altında kalırsa düşler, kurumuş ten böceklerine döner", diyor Daştan HİKMETLİ ÖZDEYİŞLER avcılığına çıkarken.
"Güneşte kurutmaya kalkma ıslak düşlerini, çeker ve sana uymaz artık", diyor Kuyucu Murat. "Kim ıslattı düşlerini?", diye alayla soruyor Roxelenna.
Ve işte, "Yazık olmuş bu düşlere!", diyor Ömer Ağa bir şerbet bardağını çarparken duvara, cam kırıklarını çiğniyor, çiğniyor düşlerimi yüzü nikaplı süvariler, benim için olduğunu söylüyorlar çiğnerlerken, cıva gibi kayıyor düşlerim develerin ayakları altından gülüyorlar, gülüyorum ayrı düştü, denmesin için, dudak büküyor Süleyman, Süleyman’a göz kırpıyor Murat, baldırlarımı sıkıyor görünmeyen ipler, ipler çölden miras bana, dudaklarımı arıyorum ve anımsıyorum dudaklarım Roxelenna’da kaldığını, "Dudaksız" diyor yüzü nikaplılardan biri, “Dudaksız sen de!”, 'Bacaksız' der gibi ve "Evet!" diyorum, "Dudaklarım yok benim ve düşlerim de yok artık ve işte onları da siz aldınız ve işte çıkıp birileri sizin gibi hor görecekler" ve “Düşsüz sen de!”, "Evet diyeceğim düşlerimi sürgün ettiler benim, iyiliğim içinmiş" diyeceğim ve "Evet diyorum ne derseler, evet efendim evet", “Men Beli!” diyor beni gösterip Lisowska çakır gözlü kızına ve evet deyip Ömer Ağam’a bakıyorum hoşuna gitmiş mi uysallığım diye ve işte görüyorum hoşuna gitmiş ve hoşuma gidiyor benim de ve gülüyor çocuklar, "Şerbetin ılımış", diyor Medaha Yenge, "Dinlenmemiş şerbet karın ağrıtır", diye de tembihliyor, bu yargıyı onaylıyor Sedye Hala, onaylıyor tüm oba, dinlendireyim diyorum, "İsraf olur" diyorlar, döküyorum şerbeti düşlerim yanıyor ılık şerbetle birlikte derin yanıklarla kaplanıyor vücutları düşlerimin, isyana teşebbüs, diyorlar, taammüden isyan, diyorlar, anlamıyorum konuşmalarından ve anımsıyorum birden sözcüklerimin çalındığını, oturup yeniden tanımlamaya karar veriyorum ve gülüyorlar görüyorum Lisowska ve Kızı. Vildan dudak büküyor Serma ile birlikte. Sakalını sıvazlıyor Kuyucu Murat. Ya ben! Ben ne yapayım? Yeniden tanımlamam gerektiği apaçık işte.. ve fakat dardayım.. darda olmasam.. tanımlayabileceğimi görürdünüz. Görür parmak ısırırdınız. Gülmeye ayarlı dudaklarınızın bozulurdu bildik ayarları. Donup kalırdınız. Yok.. yapmam bu kötülüğü.. evet yapmam bu kötülüğü.. içiniz rahat olsun hanımefendiler.. beyler.. ağalar.. paşalarım içiniz rahat olsun.. vaktim dar.. doğrudur. Ama darlıktan ötürü değil bu işten vazgeçişim.. sizler için. Bakın ben hep sizleri düşünerek atıyorum adımlarımı.. hep sizleri düşünerek kuruyor ve gerçekleştirmenin yollarını arıyorum yapıp-edeceklerimi.. bir kez olsun siz de öyle yapsanız.. yani bir kerecik düşünseniz beni.. bir kerecik getirseniz yadınıza..
“Çok çekti zavallı.. fazla mı yüklendik? Fazla mı yüklendin Kara Ömer Ağa? Fazla mı gittin üzerine Roxelenna?” diye sorsanız bir birinize.. bakın işte düş bile kuramıyorum ağız tadıyla.. hem bir külfeti de olmaz size.. kimin düşü kime külfet olur ki? Hem de benim gibi birinin düşü size ağırlık olsun.. oysa döktüm şerbeti.. düşlerimin üstüne dökecek yarım bardak olsun şerbet kalmadı.. ılık ya da kaynar.. bilerek dökmüşlüğüm de yok.. karnımı ağrıtır diye bellemişim.. kim bellettiyse.. bakın kendi kendime karar vermiş bile değilim.. biri öğretmiş işte… hangi Çıfıt bilmiyorum. Doğrusunu isterseniz kim olduğunu bilmek de istemiyorum. Düşlerimi kirletir sonra.. evet.. düşlerimin peşine düşer.. hani yaralandılar ya.. hani havladı ya ılık şerbetle tenleri.. tutup iyileştirmeye kalkışırı ve düşlerimden de olurum.. lazım değil.. yaralı da olsalar.. havlamış da olsa tenleri.. idare ederim.. hiç yoktan iyidir.. iyi olacağını umuyorum. İyi olmaz mı Kara Ömer Ağam.. hani hiç düşsüz de olunmaz değil mi? bitirse sakalını sıvazlamayı Murat’a da yöneltebilirdim bu soruyu.. ama şimdi duymaz ki.. dünya yıkılsa.. gök devrilse duymaz sakalını sıvazlarken.. bir kedinin bir kuş peşine düştüğündeki halinden farksızdır o hali.. ah mendebur kediler.. nasıl da geçerler kendilerinden düş kurduklarında.. nasıl da unuturlar her bir şeyi.. değil mi Roxelenna?
Cemal Çalık, 28.08.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman