4 Eylül 2015 Cuma

SA1714/TG147: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2005-2007/ 12. Bölüm

      “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

İtiraf-32

El-Halil’de durum nasıldı, görevleriniz nelerdi?

Belirli sayıda kontrol noktası ve bir devriye vardı.

Devriye-30 mu?

Evet, böyle adlandırılıyordu. 12 saatlik görevler oluyordu. Bazen süre daha da uzun oluyordu, birdenbire 36 saatlik özel devriye görevi veriyorlardı. İşte bunun gibi şeyler. Temelde görevler bu şekildeydi.

Evlere baskın yaptığınız veya benzeri işler oluyor muydu?

Devriye görevi sırasında istirahat zamanları oluyordu. 12 saat boyunca devamlı yürümek mümkün değil o yüzden arada istirahat veriliyordu. Bizim müfrezeyi örnek vermek gerekirse, her zaman terkedilmiş evlerde dinlenirdik. Fakat diğer müfrezelerden bunu normal evlerde yapanlar da vardı. Bu genellikle geceleri oluyordu, geceleri dinlenme süresi bazen daha uzun olduğu için yatıp kestirebiliyordunuz. 

Bu iş için devamlı insanların yaşadığı evlere giden bir komutan vardı. Bazen bizim çocuklar bile bunu yapardı. Bu bir tür heyecan arayışı gibiydi. Yaşanılan hayat son derece gri olduğu için en saçma sapan işlerin bile ortama renk kattığını düşünüyorsunuz. Yaptıkları şey onlara bu imkânı sağlıyordu, az da olsa.    

Ne kadar kalıyorlardı?

İnsanların evlerinde mi? Birkaç saat olabiliyordu. Prosedürü biliyorsunuz. Ev halkını bir odada toplarsınız. Siz başka bir odaya geçerek dinlenirsiniz. 

Bunun operasyonel bir gereklilik olduğunu düşünüyor musunuz?

Yüzde biri bile operasyonel değil, hayır. İşin gerçeği, terk edilmiş halde birçok ev vardı ve bunlar bizim için yeterliydi. (İnsanların yaşadığı evlere girmenin) kesinlikle operasyonel bir gereklilik olmadığını söyleyebilirim. Belki caydırma anlamında yapılıyordu ama bana göre bu tam bir saçmalık. Bazen evleri kontrol ediyorduk, özellikle bir şeyler olduğu zaman. 

Bir olay olduktan sonra, örneğin eğer bir yerlerde Molotof kokteyli atılmışsa veya buna benzer olaylar, sonrasında caydırıcı hareket gerçekleştiriliyordu. Bundaki amacın olayın faillerini yakalamak olup olmadığını bilmiyorum ama bu amaçla yapılması gayet mantıksız. Amaç daha çok caydırma eylemi gerçekleştirmekti: ”Bak işte buradayız” demek. Caydırma amacıyla yapılan bu tepkisel eylemlerde tüm evlere giriliyor ve “evleri darmadağın etme” emri veriliyordu. Eve girin ve dağıtın deniyordu. Bu tür şeyler. Benim bölük komutanın özellikle böyle şeyler yapmaktan hoşlanırdı.

Çok olay oluyor muydu, sıcak bir bölge miydi?

Pek fazla değil. Genellikle sakindi. Biz mahalle içlerine gittiğimiz zaman rahatsızlık çıkıyor ve olaylar oluyordu. 

Bıçaklama olayları var mıydı?

Bıçaklama mı? Hatırlamıyorum. Olmuş olabilir. Hafızam biraz zayıftır. Kamusal alanda birçok rahatsızlık çıkıyor, bize Molotof kokteyli ve benzeri şeyler atılıyordu. Görevimin başlarında böyleydi, sonra durgun bir dönem oldu, daha sonra görev bitimine doğru yeniden olaylar başladı. 

Bir keresinde bir gürültü kopmuştu. Havaya açılan ateşle bağlantılı mı bilmiyorum fakat yine Molotof kokteylleri atıldı ve bize doğru yanan bir lastik yuvarladılar… Lastik değildi, sınır devriye nöbet noktasına doğru bir mutfak tüpü yuvarlanmıştı. Patlama olmadı, sonra bir başkasını yuvarladılar, o da patlamadı. Daha sonra-ah evet sizin bahsettiğiniz bıçaklama olayı bu hadise de olmuştu-bir adam nöbet noktasına doğru elindeki bıçakla koşmaya başladı, askerlerde onu öldürdüler.  
  
Ve bu tür olaylar olduğunda her seferinde size prosedür gereği mahallelere giderek dağıtmanız mı söyleniyordu? Bu bir politika mıydı, yoksa aklınıza esince mi yapıyordunuz?

Hayır. Bu bir politikaydı: “Hadi onlara görevimizin başında olduğumuzu gösterelim” anlamında gerçekleştiriliyordu. Talimatnameye göre biz baskın veya benzeri bir tehdit altındaydık. Buna bağlı olarak olay olduğunda evlerden birine baskına gidiliyordu. Duruma göre özel prosedür yürütülebiliyor, örneğin evin etrafı sarılarak kimsenin çıkmasına izin verilmiyor ya da belirli noktalardan geçişler yasaklanabiliyordu. Fakat bunların ötesinde her zaman ilave emirler de olabiliyordu, insanların tutuklanması veya evlerin dağıtılması gibi şeyler.  

Bu emri bölük komutanı mı verirdi? 

Hayır, tabur komutanı bile olabilir. 

Tabur komutanı “evlerini dağıtın” emri mi veriyordu? 

Evet. Kesinlikle tabur komutanı diyemem ama emir daha yüksekten geliyordu doğrudan kendi komutanımızdan değil.  

***
İtiraf-33

… Yeleklerimizi giyer çatılarda beklerdik, oradan birileri geçsin biz de aptalca bir şeyler yapalım ve geçenleri fena halde benzetelim diye. Bir keresinde olay neredeyse bizim başımızda patlıyordu. Bize birisi taş fırlatmıştı. Biz de hep birlikte aptal çocuklar gibi onu benzettik. Birdenbire bütün akrabaları üzerimize doğru koşup geldi. Etrafımızı çevirmişlerdi. Hepimiz havaya ateş etmeye başladık, kıyamet kopmuştu. Gerçekten çok saçma bir durum. Yani tam aptallar gibi davranmıştık.  

Yüzlerinizde maske var mıydı?

Evet, kar maskesine benzer, Filistinlilerin dükkânlarından el koyduğumuz maskeler vardı. Dükkânlara maytap ve benzeri şeyler var mı diye aramaya girip orayı dağıtırdık. 

Kabadayılar gibi bir mahalleye girip her şeyi alt üst mü ediyordunuz?

Evet.

Sokakta rastladığınız herkesi döver miydiniz?

Hayır, niye bunu yapalım? Bir dükkâna girerek: “Maytabınız var mı?” diye Arapça sorardık. Bazı arkadaşlar çok iyi Arapça bilir ve akıcı olarak konuşabilirdi. Bu arkadaşlar dükkân sahibiyle Arapça konuşurdu ama onlar aksanından onun yerli olmadığını anlar ve şu plastik tabancalardan ve küçük mermilerinden verirdi.  

Mermi mi yoksa tabanca mantarı mı?

Hayır, şu küçük plastik saçmalardan. Dükkânlara girer bu oyuncaklarla ateş bile ederdik. Dükkândaki mallara el koyar, çantalarımız dolu halde geri dönerdik. Ne varsa alır, geriye hiçbir şey bırakmazdık.  

Tüm bunlar nereye götürülürdü?

Hepsini bölüğe getirirdik. Askerler daha sonra bunları evlerine götürürdü. Ta ki bir gün tabur komutan yardımcısı gelip bunları görene kadar, şöyle demişti: “Ne yapıyorsunuz çocuklar? Bunlar nedir?” Biz de el koyduğumuz şeyler olduğunu söyledik.  Sonra hepsini toplattı. Bir ara dükkânlardan aldığımız maytaplarla nöbet noktalarında kendi aramızda eğleniyorduk.  

Dükkânlara ne yapıyordunuz?

Ne mi yapıyorduk? İçeri girip : “Maytabınız var mı?” diye sorardık. Eğer hayır derse dükkânı alt üst etmeye başlardık. Eğer maytap bulacak olursak ayvayı yerdi.

Bulunca ne yapıyordunuz?

Dükkân sahibini bir yere götürüp benzetirdik. Affımız yoktu. 

Adamı silahlarınızla mı dövüyordunuz?

Dipçikle, ne bulursak. Elimizde metal sopalardan vardı, sınır devriyesinin kullandıklarına benzer. Bölükten bazıları bunlardan eline geçirmişti.  

Nereden bulmuşlardı?

İnsanlardan. El-Halil’de ele geçirdiklerimiz oluyordu. Çubuklar vardı sonra, bilirsiniz. Arabalardan ele geçiriyorduk. Çapa saplarını da kullanıyorduk. Adamı iyice benzetiyor, bütün dükkânı darmadağın ediyorduk. Lambalar, aynalar, eşyalar ne varsa. Rafları dağıtıyorduk. Geriye hiçbir şey kalmıyordu.

Bunları kaç kez yaptınız?

Defalarca. Neredeyse her gün yapıyorduk, artık rutin hale gelmişti.


<<Önceki                 Sonraki>>


Tamer Güner, 04.09.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri 

Orijinal Metin:
http://www.breakingthesilence.org.il/wp-content/uploads/2011/02/Soldiers_Testimonies_from_Hebron_2005_2007_Eng.pdf

Seçkin Deniz Twitter Akışı