5 Eylül 2015 Cumartesi

SA1719/KY27-ŞT18: Cihan Aktaş; 'Seni Dinleyen Biri’ Var Çünkü

"Öyle ki, romanı okurken, hem bu roman dilini hem de kesinlikle durmuş, oturmuş bir yazınsal esinle akıl ve inancın iç içe geçtiği bir anlatım biçimini birlikte hissedebiliyorsunuz."


Öykünün has kalemi Cihan Aktaş, diğer kitapları bir yana, sekiz öykü ve bir romandan sonra ikinci romanıyla yeniden okurlarıyla buluştu. ‘Seni Dinleyen Biri’ kurgusu, toplumsal ve siyasal değinileri, ve bu bağlamlarda vermek istediği mesajın süzülmüşlüğü ile yazarının tecrübelerine dayalı sağlam tespitleriyle de son yılların en ilginç romanlarından biri.

2002 ‘de TYB’ce yılın romanı seçilen ‘Bana Uzun Mektuplar Yaz’ da 70’li yılları bir kız öğrencinin ‘Aslı’nın gözüyle anlatan Cihan Aktaş, tarihsel bir dizgeyi izlercesine bu ikinci romanında da 80’li yılları, başat karakteri yine bir kız öğrenci ama bu sefer üniversiteli bir kız öğrenci olan ‘Meral’ ve yakın çevresinin hayatlarıyla anlatmaya çalışıyor.

Bu nedenle de ‘Seni Dinleyen Biri’nin başlıca karakteri ‘Meral’i ilk romandan tanıdığımız ‘Aslı’nın yaş, eğitim ve tecrübe anlamında daha bir olgunlaşmış hali olarak değerlendirmek mümkün.

Adını belki de ‘Meral’in omuzlarındaki yazıcı meleklere atfen söylenmiş, o meleksi dinleyişten alan ‘Seni Dinleyen Biri’ karakterlerinin duruşları bir yana Cihan Aktaş’ın romanda denediği ve daha da ileriye götüreceği gözlenen çok katmanlı, çok karakterli yapı ve farklı anlatım tarz ve tekniklerini kullanmış olması dolayısıyla da oldukça farklı bir roman olarak okunup tartışılacağa benziyor.


Bununla beraber Cihan Aktaş’ın giderek bir Türkiye Romanı yazmaya çalıştığını da gözlemlediğimiz bu 70’ler, 80’ler ve devamını dilediğimiz 90’lar, 2000’ler dizgesinde, gerek yazarın ulaşmış olduğu teknik ve tematik olgunluk ve gerekse anlatılmak istenenler eksenindeki gidişatının ilk işareti olarak değerlendirmek ve öylece okumak gerekiyor bu romanı.

Cihan Aktaş, yer yer şiirsel özellikler gösteren ve giderek damıtılıp süzülmeye yatkın bir dil kullanmış ve bu roman dilini kullanırken de en küçük yapıntıya izin vermeyecek ölçüde, öykülerinden bilip tanıdığımız, birinci dereceden okur yakınlığı gerektiren ‘bizdenci’ dilini birdenbire terk edememenin içtenliğiyle de oldukça sıcak bir kendi dilini aşma çabasını sindirebilmiş romanın satıraralarına.

Öyle ki, romanı okurken, hem bu roman dilini hem de kesinlikle durmuş, oturmuş bir yazınsal esinle akıl ve inancın iç içe geçtiği bir anlatım biçimini birlikte hissedebiliyorsunuz.

Pek çok uzun soluklu roman gibi ‘Seni Dinleyen Biri’nin de iç içe geçmiş birçok katmanı ve bu katmanlar üzerinde birbiriyle doğrudan yada dolaylı biçimlerde ilişkilendirilmiş bir çok kişisi/karakteri var.

Olup bitenler ister tek bir karakterin isterse o karakterle ilişki içerisindeki karakterler topluluğunun nezdinde gerçekleşsin özellikle bir inancın acemi ama samimi bağlıları olan genç kızların daralan/genişleyen zamanlarında anlam buluyor.

Her şeye rağmen bilmediğini öğrenerek inanmak ve bu öğrendikleriyle hayatlarına çeki düzen vererek yaşamak için türlü türlü sıkıntıları, vazgeçişleri, terk edişleri göze alan genç insanların daha güzel olsun diye çabalayıp çırpındıkları ve neden böyle diye sorguladıkları bir zaman bu.

İsimlerini ‘Evrim’den ‘Ayşe’ye, ‘Selda’dan Zehra’ya çevirerek yola çıkan ve giderek bütün örtülü kızların ‘Sümeyye’, ‘Tuğba’, ’Zehra’ gibi yeni isimlerle çağrılmaya başladığı bir zamanda kendisi olarak kalmak isteyen ‘Meral’lerin, ‘Cemile’lerin zamanı.

Ve ‘Halil’lerin, Ahmet’lerin zamanı.

Özetle, romanı yazılmamış bir dönem olarak sıkça söylenegelen 80’li yıllara dair bir roman ‘Seni Dinleyen Biri’; bu nedenle de kabaca bir değerlendirme ile İslamcı romanlar, kadın romanları v.s gibi kolaycı ve bildik kategorizasyonlardan öte siyasal romanlar kategorisi içinde de önemli bir yer tutacağını söylemek gerekiyor. Zira romandaki etkin karakterler arasında dikkati çeken, sözgelimi, Lale ve Birtane özelinde değinilen sol’cu gençlerle, ülkücü, radikal, cemaatçi vs. gibi gençlerin de kendi sesleri ve kendi ilişkileri ile tuttukları yere bakıldığında bu siyasal içerik açıkça ortaya çıkıyor.

Romandaki genç karakterlerin, özellikle de genç kızların tamamı ilk bakışta bile isteye giriştikleri bir mücadelenin savruk kahramanları olarak görülebilse de sonuçta her biri hiçte istemedikleri bu savrulma anında, kâh inançlarını daha da sahih kılacakları tavsiye edilen kitaplara yönelerek, kâh bu inançla başkalarının inancını da sahih kılmaya vesile olmak için ev,mahalle dolaşıp vaaz ederek, kimi zaman en yakınlarındaki ablaların, ağabeylerin, başkanların tevilleriyle çarpışarak, kimi zaman da bu çarpışmayla gelen toplumsal travmayı kendi travmalarıymış gibi sahiplenip, kaynadıkça yüzeyi kurtlanan çorbalar içerek dik durmaya çalışıyorlar.

Tamamı çaresiz bir ‘umma’ya tutulmuş bu genç kızların bir yandan melekler gibi toprağı incitmekten korkarcasına yürümeyi arzularken ve böylece yürüyememeyi dert edinip kendi içlerini döverken bir yandan da örtünerek ilk adımlarını atmaya başladıkları yollarda sırf bu örtüleri yüzünden bir nitelik kaybına uğramışçasına, örtüsüz zamanlarında gördükleri saygı, sevgi ve itibar alanının dışına iteklenerek ötekileştirilmeleri ve giderek ötekileşmeleri ne kadar da hazindir.

Bu hüzün verici halin daha hazini ise, ilk elde onlara yöneltilmiş olarak duran bu yaklaşımla aslında onlar üzerinden, örtünerek dahil olmayı kabul ettikleri ‘halk’ a ait olması gereken ve o ‘halk’ için sözkonusu edilen ‘halk’ eksenli bir niteliksizliğin kınanıyor oluşudur.

İşte bu yüzden de Cihan Aktaş’ın kendi kaygılarından iplik iplik ördükleri örtülerle tesettüre giren kaygılı kızlarını 80’li yılların halk’la ilk buluşmayı gerçekleştiren acemi, yalnız ve kendi başına kalmış aydın adayları olarak görüp kutlamak gerekiyor.

Öte yandan romanı okurken özellikle birer tip olarak belirlendikleri gözlenen birçok kişi karşısında her ne iseler öylece duran bu bir avuç genç ve kaygılı kızın özellikle karakterler şeklinde kurgulanışlarıyla Cihan Aktaş’ın her daim anlatmaya çabaladığı karakter sahibi kızları/kadınları temsil ettiklerini de eklemek gerekiyor.

Her şey bir yana, ‘Seni Dinleyen Biri’ni okuyup bitirdiğinizde, Meral’in, birer yüz aradığı mültecilerle dolu tuvalinin önünde, o mültecilerin kayıp topraklarına benzeyen kayıp yüzlerini arıyorsunuz bir süre.

Bir süre sonra da ise ister istemez kitaba eğildiniz yerden geriye çekilerek omuzlarınıza bakıyorsunuz.


Omuzlarınızdaki o iki melek geliyor aklınıza çünkü, siz yaşadıkça orada duran ama her daim sizi dinleyen o iki melek…


Şahin Torun, 05.09.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu


Kitabın Künyesi:

Adı: Seni Dinleyen Biri
Yazarı: Cihan Aktaş
Yayınevi: Kapı Yayınları
Yayın Tarihi: 03.12.2007
ISBN: 9944486545
Baskı Sayısı: 1. Baskı
Dil: Türkçe
Sayfa Sayısı: 466
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
Boyut: 13.5 x 19.5 cm

Seçkin Deniz Twitter Akışı