بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıdaki anlatı, bir Mevlana onaylayıcısı itikadın eseridir... Bu babda incelenirse, içeriğin tüm detaylarında Kur'an'ın ve İslam'ın akaidine, fıkhına temel Allah-Kul ilişkisine karşı bir strateji olduğu net bir şekilde görülecektir.
Seçkin Deniz, 06.09.2015
Celaleddin Rûmi-Mevlana
Varlığını ve ününü bir ölçüde Ahilerin destek ve yardımlarına borçlu olan, dönemin ünlü bir sufisi, Mevlana Celaleddin Rumi'dir.[1] Celaleddin de diğer birçok Türk mutasavvıfı gibi Horasan'da doğdu ve Anadolu'ya göç etti. 1207'de Horasan'da doğdu, 1273'de Konya'da öldü.
İlk derslerini, kendisine "bilginler sultanı" sıfatı layık görülen babası, ünlü mutasavvıf Bahaeddin Veled'den aldı. İkincisi hocası, babasından el almış olan Seyyid Burhaneddin Tırmızi oldu.
Batini doktirin ile iç içe büyüyen Celeleddin, bir İsmaili Daisi ve Ahi yoldaşı olan Şems Tebrizi ile karşılaşınca, yavaş yavaş kendi ekolüyle ortaya çıktı.[2] Celaleddin Rumi'nin en önemli özelliği, onun bugün dahi birçok mecliste anılmasını sağlayan, Batini doktrini şiirlerle anlatma yöntemidir.
Şiirlerinin yer aldığı eseri Mesnevi'de Celaleddin Tanrı, insan, evren, ruh, sevgi, ölüm ve ölümsüzlük gibi konulara sıkça yer vermiştir.[3] Mevlana Rumcayı çok iyi okuyup, yazabiliyordu. Eflatun'un tüm yapıtlarını kendi dilinde okudu. Ayrıca, Konya'daki Rum Ortodoks kilisesi rahipleriyle, Eflatun ve görüşleri üzerine pek çok tartışmada bulundu.
Tasavvufun ve Batini inancın Yunan kökeni hakkında böylesine derinlemesine inceleme yapan Celaleddin, şiirlerinde tasavvuf sanatının doruğuna ulaştı:
"Dalı öncesizliktedir aşkın, kökü sonrasızlıkta.
Bu ululuk, şu akla, ahlaka yakışır değil.
Yok ol, varlığından geç. Varlığın cinayettir.
Aşk, doğru yolu buluştan başka bir şey değildir."[4]
Celaleddin, Tanrı'ya ulaşmak için insandaki en büyük gücün aşk olduğu fikrini daima savundu. Celaleddin'e göre varolan her şeyin kökeni aşktır. Bir bitki, bir hayvan da sevebilir. Ancak, hem bedeniyle, hem bilinciyle, hem düşüncesiyle, hem belleği ile sevebilen yegâne varlık insandır.
Aşk, ışıktır, nurdur, "Işk"tır. İşte aşkların en güzeli bu bilince ulaşıldığı zaman raks, tüm dünya ile aşkta birleşmek, onun evrensel dönüşüne ayak uydurmaktır. Semah sırasında ellerinin biinin gökyüzüne dönük, diğerinin yeryüzüne bakar durumda olması da, Tanrıdan aldığı aşkı tüm dünyaya sunmaktan başka birşey değildir. Ruh Tanrıdan fışkırmadır, ölümsüzdür. Gövdeden önce de vardı, gövdeden sonra da var olacaktır. Ruh ilk çıktığı kaynağa, Tanrıya dönmenin özlemi içindedir.
"Ney"den çıkan ses, ruhun acı dolu, yakınmalı özlemini ifade eden sestir. Ölüm, gövdeyi meydana getiren elemanların çözülmesi, ruhun kurtulmasıdır. Dinler, içindeki çelişkiler ile Tanrısal varlıkla bağdaşmayacak kurumlardır.
Mevlana hac için:
"Ey Hacca gidenler, nereye böyle ?
Tez gelin çöllerden döne döne,
Aradığınız sevgili burada,
Duvar bitişik komşunuz.
Durun, gördünüzse suretsiz suretini onun,
Hacı da sizsiniz, Kâbe de, ev sahibi de"
demekten kendini alamamıştır.
Tanrı önsüz, sonsuzdur. Salt ışık, salt us, salt ruhtur.
Mevlana için;
"Hep odur var olan da, yok olan da.
Odur kaynağı acının da, kıvancın da.
Yok görecek göz sende, yoksa görürdün.
Yalnız o var baştan aşağı senin varlığında"...
Evren, Tanrının engin varlık alanıdır. Evreni yöneten sevgidir. Bu sevgiyi gönül gözü ile görebilen kişi kendini bilir, Tanrıyı bilir, "Hak ile hak olur". Onun dizeleriyle, "Ey Tanrıyı arayan, aradığın sensin"...Celaleddin Rumi, bütün insanların kardeşliğine inanırdı.
O ünlü çağrısı,
"Gel ne olursan ol, gel.
İster Tanrı tanımaz, ister ateşe tapar.
İster bin kez tövbeni bozmuş ol.
Bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değil,
Gel ne olursan ol, gel",
dizeleri kardeşlik inancının en güzel göstergesidir.
Dünya tüm insanların barış içinde yaşamaları gereken bir yerdir. Bütün insanlar özdeştir. Önemli olan insanların, insanlığın tekâmülüdür. Celaleddin'in bu düşüncesinin insanları nasıl etkilediği ölümünde de görülmüş ve eczanesine Mevlevilerin ve Ahilerin yanısıra, Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler de katılmıştır.
Mevlana, kadına büyük değer vermekteydi. Fihi Ma Fih adlı eserinde, sofu Müslümanlara bu konuda ders verirken, "Sizler kadının kapanmasını istedikçe, herkeste onu görme isteğini kamçılamış olursunuz. Bir erkek gibi, bir kadının da yüreği iyiyse, sen hangi yasağı uygulasan da o iyilik yoluna gidecektir. Yüreği kötüyse, ne yaparsan yap, onun hiçbir şekilde etkileyemezsin. Kıskançlık denen şeyi bilme. Cahillerdir kadından üstün olduklarını sananlar. Cahiller kabadır. Sevgi ve güleryüz nedir bilmezler. Bunlar hayvani niteliklerdir. Ancak hayvan erkekler kadından üstündür. Seven erkek ise, kadınla eşittir" demektedir.
Mevlana Celaleddin Rumi'nin Şemsettin Tebrizi ile karşılaşması hayatında bir dönüm noktası oldu.
Bir İsmaili Daisi iken, Moğol istilası ile İsmailliler'in dağılması üzerine İran'dan ayrılan ve Anadolu'ya, Ahiler'in yanına gelen ve bir Ahi yoldaşı olan Tebrizi, Ahiler arasında kendi engin bilgisini paylaşabilecek nitelikte kimseyi bulamayınca, çoktandır ününü duyduğu Mevlana Celaleddin'in yanına Konya'ya gitti.[5]
Tebrizi'nin Batıni düşüncelerindeki berraklık ve darkafalılığın her türlüsüne karşı çılgınca mücadele etme azmi Mevlana'yı etkilerken, Mevlana'nın Tanrı ve insan sevgisi de Tebrizi'yi aynı oranda etkiledi. Hakikatin gerçek sırrına erebilen insanların az bulunabildiği ortamda iki Kamil İnsanın biraraya gelmesi, yüzyıllar boyunca sürecek bir Batini ekolün de doğmasına yol açmıştı.
Her ikisi de birbirlerinde kendilerini buldular. Karşısındakinin birer Tanrısal sevgili olduğunu gördüler. Ayrılmaz bir ikili oluşturmaları yobaz kafalarca maksatlı olarak yanlış yorumlandı. Yoğun dedikodular, üzerlerinde husumet bulutları toplanmasına neden oldu.
Halkın tepkisinden korkan Tebrizi Konya'dan birkaç kez ayrıldıysa da, Mevlana'nın yoğun ısrarları üzerine geri dönmek zorunda kaldı. Terbizi'nin korktuğu sonunda başına geldi ve fesat çevrelerince doldurulan Mevlana'nın küçük oğlu, Tebrizi'yi öldürdü. Bu durum Mevlana'yı çok sarstı. Ancak bir süre sonra bir başka Kamil İnsan'la, Ahi şeyhi Sadrettin ile karşılaşınca kendini toplayabildi.
Sadrettin, Kamil İnsan mevkiine Ahilik'de ulaşmıştı. Terbizi gibi arkası zayıf birisi değildi. Selçuklu başkenti Konya Ahilerinin şeyhiydi. Selçuklu yönetimi dahi onun gücünden çekinirdi. Tebrizi hakkında çıkartılan dedikodular, Saddettin hakkında çıkartılamadı. Celaleddin'in Sadrettin ile yakın dostluğu sayesinde bütün Ahi teşkilatı Mevlana'yı izledi ve ona uydu.
Moğol istilaları döneminde,
"Senin küfrüne karşı iman da neymiş?
Zümrüdü Anka huzurunda bir sinek.
At için eğer neyse, O'dur din için de iman,
Ama neylesin atı, yolu Aşk olan"
Diyerek, gerçek gücün dinde değil halkın kendisinde olduğunu belirtti ve halka büyük moral kaynağı oldu. Mevlana'nın öğrencilerine "Kitap-el Esrar" (Sır Kâtipleri) denirdi.
Bu öğrenciler arasında her kesimden Müslümanlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Rumlar, İranlılar, Araplar, Ermeniler, Türkler bulunmaktaydı. O güne kadar, bu denli farklı din ve milletten insanları mürid edinen bir başka ekol olmamıştı.
Mevlana'nın şiirleri ve söylevleri işte bu öğrencileri, sır kâtipleri tarafınan derlendi ve bugünlere ulaştırıldı. Mevlana'nın kendi tekkesi dışında en huzur bulduğu ortam, Sille'deki "Bilge Eflatun Manastırı'ydı.
Ünlü sufi bu manastırda bazen haftalarca kalırdı. Celaleddin, kehanette bulunur gibi, "Tanrı tanığımdır, şiirlerim doğudan batıya tüm dünyayı dolaşacak. Tapınaklarda, şölenlerde, toplantılarda her dilden okunacak, söylenecek" demişti.
Celaleddin'in ölümünden sonra büyük oğlu Sultan Veled, babasının ekolünü kurumlaştırdı. Tarikat üyelerine, Mevlana'nın yazım dili olarak kullandığı Farsça'da "Dönen" anlamına gelen Mevlevi denildi. Ancak, kullanılan dilin Farsça, öğretinin de zor kavranır olması nedeniyle Mevlevilik hep aydın çevrelerinde sınırlı kaldı ve halka inemedi.
Puran Tilmiz, 06.09.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü
[1] Eyüboğlu İ.Z. -ie- Sf. 240
[2] Dierl A.J. - ie- Sf. 47.
[3] Mevlana Celaleddin Rumi - "Mesnevi" - Devlet Kitapları İstanbul 1973.
[4] Fiş R. -ie- Sf. 85.
[5] Fiş R.-ie-Sf. 178.