12 Eylül 2015 Cumartesi

SA1749/KY26-CA19: Yanlış Zaman, Doğru Cümleler

"Bazen çok sade, yürekten söylenmiş bir cümleye ihtiyaç duyuyoruz, hâlâ umut duyabildiğimiz için aptallıkla suçlanmayalım diye. Peşinde koştuğumuz o cümleyi kimin kurmasını bekliyoruz?"


Bir cümle kurmanın, meramını anlatmanın değilse de, dinletmenin zorlaştığı zamanlardayız. Siz ne yazarsanız yazın, karşınızdaki kendi ezberindeki alfabeyle anlıyor. Revaçta olan kazıma yöntemleriyle farklı içerikler yükleniyor bir cümleye. Kişisel tarihinizin birikim ve tecrübelerini sıfırlayan genellemelere zorlanırken tuttuğunuz tarafa göre alkışlanıyor veya dışlanıyorsunuz. Okumalar, yorumlar kısa süreli, sabun köpüğü misali; uçucu.

Bir kez daha 90’lara döndüğümüzü öne sürüyor kimi yazarlar. Kimi yazarlar ise daha kötüsünün 80’lere dönme işaretleri olduğundan söz ediyor. Bağlantı kurma çabasını önemli bulmayan yorumlar, günü kurtarma sürati içinde abartıdan medet umuyor. 1970’leri hatırlayanlar, daha dikkatli cümleler kurma ihtiyacı duyuyorlar.

Bazen çok sade, yürekten söylenmiş bir cümleye ihtiyaç duyuyoruz, hâlâ umut duyabildiğimiz için aptallıkla suçlanmayalım diye. Peşinde koştuğumuz o cümleyi kimin kurmasını bekliyoruz? 

Edebiyat medya tarafından gösterildiği oranda var veya yok sayılıyor hali hazırda, bu da öyle ülkemize özgü bir hal değil. (Deleuze 1980’lerde haberini vermişti bu kaymanın). Tersine bizde Sovyetik bir seçkincilik anlayışıyla başarısı garanti edilmiş bir yazarlar sınıfı olduğundan söz edilebilir. Bu garanti yazarlık direncinin arttığı anlamına gelmiyor. 

Yanlış ülkede yaşıyor olma düşüncesiyle ülkeyi terk etmekten, artık yazı yazmayı bırakmaktan söz eden yazar ve sanatçılarımız hiç eksik değildi zaten. Yazarlık büyük ölçüde kişisel tutkuyla gerçekleşebilir bir uğraşı iken ülkemizde, meslekler hanesine katılamamışken, samimi olarak yazmanın zorlaştığı zamanlarda kim, nasıl kuracak bize en gerekli olan cümleyi?

"Çığırından çıkmış bir zaman bu" demişti Hamlet. Bütün dönemlerin şikayetini dile getirmişti yani. Cümle kurma, kurulmuş cümleleri sorgulama konusundaki titizlik de sıradanlaşan bir yıpranma sebebi: Sizi değil de sizdeki kendi ideolojisini kâle aldığını anladığınız insanların gönlünüzde oluşturduğu yaraları hangi cümleler onarabilir?

Bir sınav biter, diğeri başlar; hayat işte böyle ilerlemez mi? Kırpılıp biçilmiş bir coğrafyada yaşıyoruz. Aceleci dikişlerin sebep olduğu cerahat ve kanamalarla sürüyor hayatımız. Bir arada yaşama muaşeretini tazeleyen ve güçlü kılan sebepler üzerine yeniden düşünmeye mecburuz. 

On yıl arayla yaşatılan şoklara karşılık bir dengesi, kavrayışı, bilgeliği var sokaktaki insanın. On yıl askeri darbelerin ve fail-i meçhul tedhişinin rutini. Toplum işte bu “temel tasarım”la iki kampa ayrılmaya zorlayan siyasi gerginliğe karşılık hafızasına sahip çıkıyor, gündelik hayatın sesleri barıştan yana koyuyor tavrını.

Coğrafyamız işte bu gerçeklerle malul, peki tarihimiz nasıl tarif edilmeli?

Adalet Ağaoğlu, yazarlık alanında gösterdiği sebatı önemsediğim bir yazar. Kendisiyle yapılan bir röportajda “Yanlış tarihlerin bireyi” olduğunu belirtmiş. “Ben vaktin eğrisi doğrusu yoktur derim, bir dost kişi varsa gecede o benim” demişti ya Frost, onu hatırladım okurken. Dönemine kendini yabancı hissetmek ne tuhaf ne de istisnai bir hal. Bizatihi yazabilmek için o gariplik duygusuna muhtacız. Bir de ihtiyaç duyulan doğru cümleyi tam zamanında kurma veya kurmama meselesi yok mu? 

Ağaoğlu 2000’lerin başlarında doğru cümleyi kurabilmiş bir yazar. Aynı cümle bir on yıl sonra unutulur hale gelmişse, dönemin tecrübelerini de ekleyerek yeniden kurmak gerekmez mi? Hayır, bir önceki cümleye dönemeyiz, arasından bazı kelimeleri seçip “yine barış” desek bile.

“Biz hiç normalleşemeyecek miyiz?", diye soruyor bir genç kız, Twitter’da. Paradigmalar karıştı. Kim hangi siyaset adına konuşuyor ve yazıyor, anlamak güçleşiyor sıklıkla. Olguları tanımlama iddiasındaki birçok metin tarihi olayları yorumlama konusunda kusurlu. Geçmiş dönemleri iyi okumamaktan ibaret de değil mesele, bu dönemler arasında bir bağ kurup çözümleme yapmayı başaran metinlere nadiren rastlayabiliyoruz.

80’lerde cami önünde dergi satan, derme çatma mekanlarda muhtaçlar için kermesler düzenleyen gençler “Andolsun asra ki insanlar ziyandadır” ayetini dillerinden düşürmezlerdi. “Asr” burada ölçülebilir, birbirini, izleyen devrelerden oluşan tarihi zamanı gösteriyor Muhammed Esed’e göre. 

Zamanın akıp gidişini, yeniden, bir daha yakalanamayacak olan zaman kavramını içeriyor.

Dönemlerde gezinmeye devam edelim: 

1970’lerde kardeş kavgasını körükleyerek sayısız gencin ölümüne yol açanlar değil, bir alternatiften söz ederek kavgayı durdurmaya çalışanlar, bunun için arabuluculuk yapanlar 2000’lerde bu ülkede barışı gerçekleştirmede öncü siyasal aktörler olma cesaretini gösterdiler. 

Bu siyaset imkânlarını cami önünde dergi satan, derme çatma mekânlarda kermesler düzenleyen gençlerin 1980’lerde her türlü muhafazakar yapının engellemesine karşılık sürdürdüğü ilkeleri derinleştirmeye dönük tartışmalara olduğu kadar, yoksul halk çocuklarının birbirini öldürmesi karşısında üstlendiği sorumlu tutumun mirasına da borçlu. 

Bu mirasın karakterini yansıtan “Diriliş” cümlelerinden biri işte şöyleydi: “Seni öldürmeye gelen sende hayat bulsun.”

Okuma tembelliğimiz veya hatalarımız yüzünden tarihi dönemler karanlıklara gömülerek ibretler manzumesi olmaktan uzaklaşıyor. Dönemlerin tecrübelerini yerli yerince hatırlayarak ve geçmiş dönemlerin birikimlerini layıkıyla okuyarak ince bağlantılar kuramadığımız için de eski kötü zamanların sloganlarının varlığımızı istilasına izin veriyoruz. 

Edebiyatın şatafatlı cümleler kurmaktan ibaret olmaması gerektiği konusu ilgilendirmiyor gündemimizi. Daha kötüsü kasıtlı bir dille sürdürülen yanlış veya eksik tarih okumalarının sorgusuz sualsiz tekrar edildiği metinlere boğuluyor olmamız.

“Çığırından çıkarılmış bir zaman,” doğru, bir bakıma öyle; ancak 1970’ler daha mı farklıydı? 

Her birimiz ideal olmayan zamanın şartlarında insanlığımızı sınar, gerçekleştirmeye çalışırız. İnancımıza göre zaten imanımız Müslümanlığımızın ilerisine sıçramak suretiyle bizi hareket halinde tutan hedef veya zirve. 

Bize ait zaman, kendi çağımız yani, peşinde olduğumuz hakikat için kurmayı sürdürdüğümüz cümlede dile gelerek bir şekil, bir muhteva kazanıyor. İnsan cümle kurarken kendi hayat tecrübesini de yeniden tarif ediyor aslında.

Cihan Aktaş, 12.09.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 


Sonsuz Ark'ın Notu: 
Kaynak belirtilmek kaydıyla Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015


Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:

http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20333/yanlis-zaman-dogru-cumleler

Seçkin Deniz Twitter Akışı