بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
Yunus Emre
Batıni doktrini halka kendi dilinde anlatan ve sevdiren, bu anlamda da Mevlana'nın gerçek varisi olduğu söylenebilecek kişi Yunus Emre oldu.[1] Baba İlyas, Hacı Bektaşi Veli, Ahi Evren, Celaleddin Rumi ve Yunus Emre'nin aynı dönemin, aynı koşulların insanları olmaları tesadüf değildir.
Nitekim daha sonraki yüzyıllarda, ana kaynak değişmemesine rağmen düşünce yapısı değiştiği için Türkler arasından bu denli etkili düşünürler çıkmamıştır. Hacı Bektaş'ın Baba İlyas'ı tanıdığı bilinmektedir. Yine Hacı Bektaş, Mevlanayı yüz yüze tanımamış olmasına rağmen düşüncelerini dikkatle izlemiştir.
Bazı kaynaklar, Şemsettin Tebrizi'nin Konya'ya gitmeden önce bir süre Hacı Bektaş'ın yanında kaldığını ve onun bir müridi olduğunu öne sürmektedirler. Bu kaynaklara göre Tebrizi, Mevlana'nın düşüncelerini etkilemek üzere Hacı Bektaş tarafından görevlendirilmiş ve Konya'ya gönderilmiştir.
Aynı dönemin bir diğeri dehası Yunus Emre de, Mevlana'nın ölümünden kısa bir süre önce Konya'ya gelmiş ve ondan ders almıştır.
Yunus Emre;
"Mevlana sohbetinde,
Saz ile işaret oldu.
Arif maniye daldı,
Çünbiledür ferişte"
derken, Celaleddin Rumi'nin derslerine katıldığını belirtmektedir.
Ayrıca Yunus,
"Mevlana hüdavendigar bize nazar kılalı,
Anın görklü nazarı gönlümüz aynasıdır"
diyerek, üstadına olan saygısını ve gönül birliğini dile getirmiştir.
Yunus Emre 1245 yılında Ankara yakınlarındaki Sarıköy'de doğdu. Yunus Emre, Horasan'da doğmamıştı ama doğduğu köyde yaşayanların hepsi, Horasan'dan göç eden, Yesevi tarikatına bağlı kişilerdi.
Bazı kaynaklar bu köyün "Hacı İsmail Cemaati" olduğunu, dolayısıyla köylülerin Türkmen İsmailliler olduğunu öne sürmektedir. Yunus Emre'nin babasının ismi olarak yakıştırılan İsmail adı da, İsmaili inancına bir atıf olarak verilmiş olabilir.[2]
İsmaili olmasa dahi, Yesevi inançlarıyla büyüyen Yunus gençliğinde, tasavvuf ilmini öğrenmek amacıyla dönemin en ünlü sufi büyüğü Hacı Bektaş'ın yanına gitti. Ancak çok yaşlanmış olan Hacı Bektaş, Yunus'u, kendisi gibi bir Yesevi Babası ve Bektaşi olan "Baba Taptuk"un, diğer adıyla Taptuk Emre'nin yanına gönderdi.
Baba Taptuk, Hacı Bektaş'ın halifesi Sarı Saltuk'tan el almıştır. Sarı Saltuk yandaşları ile birlikte, Dobruca'ya göç edince Anadolu'daki Bektaşi tekkelerinin şeyhliğine Barak Baba ve Taptuk Emre getirilmişlerdir.
Taptuk'un yanında 30 yıl geçiren Yunus, Hakikat Kapısından aynı dergâhta geçtiğini şöyle dile getirmektedir:
"Vardığımız illere,
Sol safa gönüllere,
Baba Taptuk manasın,
Saçtık Elhamdülillah.
Taptuk'un tapısında,
Kul olduk kapısında
Yunus miskin çiğ idik,
Pişdik Elhamdülillah"...
Yunus'un büyüklüğü, diğer Bektaşi erenleri gibi şiirlerinde Türkçeyi kullanması ancak bunu son derece maharetle, halkın anlayacağı kadar basit bir dille gerçekleştirmesindedir. Yunus Emre, şiir dili kullanarak halka en derin felsefi konuları bile anlatabilmiş, felsefesinin yüzyıllar boyunca sevilmesini ve dilden dile söylenmesini sağlamış ve ayrıca, bu yolla ana dilinin, Türkçe'nin yok olup gitmesini engellemiştir.
Onun şiiri Batini doktrinin Öztürkçe ile anlatımdır. Şiirleri ölümünden 70 yıl sonra derlenmiş ve "Divan" adı altında yayımlanmıştır. Ölümü konusunda bazı çelişkiler vardır. Kimileri onun doğal yoldan öldüğünü bildirirken, kimileri de, bir dini tartışma, hatta ayaklanma sırasında öldürüldüğünü iddia etmektedir.
Yunus, Taptuk Emre'nin yanında dört kapıdan geçerek, Kamil bir İnsan haline geldi. Önce Şeriat kapısında tüm dinlerin içeriğini öğrendi. Yunus bunun, "Dört kitabın manasın, okudum hâsıl ettim" şeklinde ifade eder.
Mantık, felsefe, Yunan fizoloflarının yapıtları, Arapça ve Farsça, Taptuk tekkesinde öğrendiği diğer bilimlerdir. Yunus, devrinin mümkün olabilecek en iyi eğitimini almıştır. Onun, "Ne elif okudum, ne cim" demesi. Batıni bilmin yanında zahiri olanlara değer vermemesinden kaynaklanmaktadır.
Yunus için Aşk, ya da onun tercih ettiği deyimle "Işk" her şeydir. Tanrı Işk'tır, Doğa Işk'tır. İnsan Işk'tır. Yaşam ve ölüm, yokluk ve varlık hep Işk'ın eserleridir.[3]
"Kitap hod Işk kitabıdır, Bu okunan varak nedir?" diye gerçek kitabın Işk olduğuna, diğer tüm kutsal kitapların önemsizliğine dikkat çeken Yunus, Tanrı'yı hem seven, hem sevilen, hem de sevginin (Işk'ın) kendisi olarak görmektedir.
Ona göre, kendisi Işk olan Tanrı, aşık ve maşuk olması sıfatıyla tüm varlıkları, evreni ortaya çıkarmıştır. Bütün varlıklar gibi, insan benliği de Tanrısal aşkın yansımasıdır. Varoluş, ilahi aşkın dalga dalga yayılıp, genişlemesinden başka birşey değildir ve sürgit devam etmektedir.
Nitekim Astronomlar, evrenin devamlı büyümekte olduğunu günümüz teknolojisi ile de doğrulamaktadır. Diğer sufiler gibi Yunus da, gerçek aşk sayesinde insanın giderek Tanrıya yaklaştığını ve sonuçta Tanrıyı kendi içinde bulacağını savunmaktadır. İnsan, Tanrıyı kendi içinde görmesi ile tekâmül etmiş olur.
Ruhun ölmezliğine inanan Yunus, şu çok ünlü dizeleriyle ruhun daima çıktığı ana kaynağa dönmesi çabası içinde olduğunu dile getirmiştir.
"Işkın aldı benden beni,
Bana seni gerek seni.
Ben yanarım dünü günü,
Bana seni gerek seni.
Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim.
Işkın ile avunurum.
Bana seni gerek seni.
Işkın aşıklar öldürür,
Işk denize daldırır.
Tecelliyle doldurur.
Bana seni gerek seni.
Işkın şarabından içem,
Mecnun olup dağa düşem,
Sensin dün ü gün endişem.
Bana seni gerek seni.
Eğer beni öldüreler,
Külüm göğe savuralar,
Toprağın anda çağıra,
Bana seni gerek seni.
Yunus durur benim adım,
Gün geçtikçe artar odum.
İki cihanda maksudum,
Bana seni gerek seni."
İnsan-evren-Tanrı birliğine inanan ve var olanın yalnızca Tanrı olduğunu söyleyen Yunus, çeşitliliğin sadece görüntüden ibaret olduğunu, Tanrısal sudur neticesinde ortaya çıkan evren ile insan'ın yapılarının, ilkelerinin özdeşliğini belirtir.
Bu düşünce Yunus Emre'nin şu dizelerinde dile gelmiştir:
"Ay oldum âleme doğdum,
Bulut oldum göğe yağdım,
Yağmur olup yere yağdım,
Nur oldum güneşe geldim "...
"Nur olup güneşe (Işka) ulaşmak"... İşte Yunus'un da gerçek hedefi budur. Ölüm yoktur, yüce kaynağa dönüş vardır. Onun deyişi ile,
"İkiliğe terk et,
Birlik makamı tut.
Canlar canın bulursun,
Birlik içinde"...
Yunus Emre, yetiştiği tekkenin öğretilerine uyarak, Tanrısal imanda üç derece kabul eder. Bunlardan ilki ve en alt dereceli olanı "İlm-el Yakin İman"dır. Akıl ve ilim yoluyla oluşur. Bu tür imanın yeri akıldır ve âlimlerin imanı bu türdendir.
İkinci derece iman, "Ayn-el Yakin İman"dır. Yeri kalptir. Hakikatin Nurunu henüz görmemiş olan dervişler bu tür imana sahiptir.
Üçüncü ve en yüksek dereceli iman ise, "Hakk-el Yakin İman"dır. Ruhsal sezgi gücüyle elde edilir. Sadece Kamil İnsanlara has imandır. Dinin imanla hiç ilgisi yoktur, Yunus için.
O,
"Din ü millet sorar isen,
Âşıklara din ne hacet.
Âşık kişi harap olur,
Işk bilmez din, diyanet" der.
Yunus için dinsel ibadetler gereksizdir. Hatta Tanrı'ya ulaşmayı engelledikleri için zararlıdır bile;
"Oruç, namaz, gusülü hac hicap âşıklara,
Âşık ondan münehhez halis heves içinde.
Ey âşıklar, ey âşıklar Işk mezhebi dindir bana,
Gördü gözüm dost yüzünü, yas kamu düğündür bana.
Oruç, namaz, zekât, hacc cürmü cinayettir,
Fakir bundan azaddır, hassı heves içinde"...
Yunus Emre, gerçeğin dinde veya onun kurallarında değil insanın kendini bilmesinde yattığını savunur. O,
"İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmez isen,
Ya nice okumaktır"
diyerek, özellikle Kuran hıfzedenlere çatmıştır.
Yunus,
"Dört kitabın manasın,
Okudum hâsıl ettim.
Işka gelince gördüm,
Bir uzun hece imiş"
Diyerek, tüm dinlerin Batıni doktrin karşısında ne denli zayıf olduklarına işaret etmiştir. Yunus Emre sadece bağnazlığa ve yobazlara karşı çıkmakla yetinmemiştir. O, Tanrı tanımazları da Batıni doktrini öğrenmeye davet etmiştir:
"İnanmayan gel sineme,
Dost adım söyle, çağır.
Kefen donum pare kılıp,
Toprağından duru gelem"
diyen Yunus, beden yok olsa dahi ruhun her seferinde geri geleceğini, doğru yoldaysa bu geri gelişlerin her seferinde ruhun daha da arınmış olacağını belirtmiştir.[4]
Türk dilinin yanısıra, Türk şiir sanatı da, büyük ölçüde Alevi-Bektaşi ozanlar ile günümüze ulaşmıştır. Yunus ve Hacı Bektaş gibi devlerin yanısıra, onların ardılları niteliğinde olan Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal gibi ozanların öz dillerine sıkıca sarılmaları sayesinde Türkçe günümüz Türkiye'sinin resmi dili olabilmiştir.
Bu kısa hatırlatmadan sonra Anadolu Batıniliğinin gelişimini noktalayalım ve bu doktrinin batı dünyasındaki yansımalarına göz atalım.
Puran Tilmiz, 13.09.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü
[1] GÖLPINARLI Abdülbaki - "Yunus Emre" - Varlık Yayınları İstanbul 1971 Sf. 8.
[2] ERGÜVEN Abdullah Rıza - "Yunus Emre" - Yaba Yayınları Ankara 1982-Sf. 29.
[3] BAYRAKDAR Mehmet - "Yunus Emre ve Aşk Felsefesi" - Türkiye İş Bankası Yayınları - Ankara 1991 - Sf. 21.
[4] Bayrakdar M. -ie- Sf. 59.