18 Eylül 2015 Cuma

SA1775/TG149: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2005-2007/ 13. Bölüm

      “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

İtiraf-34

El-Halil acayip bir şehirdir. Bölüğe ilk geldiğim zamanlar kibbutznik (topluluk-komün), Hashomer Hatzair (Sosyalist- Siyonist gençlik hareketi) yanlısı solculardan birisiydim ve dolayısıyla Arapların da insan olduğunu vs. öğrenmiştim. Gerçekten, örneğin bir tutuklamanın ardından tutukladığımız kişiyi cipe veya devriye aracına bindirdiğimiz sırada, onu dövmemeleri için arkadaşlarımla kavga ederdim. En sonunda duyarsız hale geliyorsunuz; ‘onu dövün veya dövmeyin bana ne, gidin kafasını patlatın’ noktasına.

İlk başlarda olaylara bu şekilde yaklaşıyordunuz öyle mi?

Evet, ta ki el-Halil’e varıncaya kadar. El-Halil’e kadar.  

İlk görev yeriniz el-Halil miydi?

Hayır. Eğitim sürecinden sonra. Daha sonrasında el-Halil’e gittik ve orası Vahşi Batı gibiydi. İşte bilirsiniz, askerler devriye görevine çıkar ve sanki her şey onlara aitmiş gibi davranır. Kanun sizsiniz. Nasıl İsrail’de polis var, burada da siz (askerler) aynı konumdadır. Neyin doğru veya yanlış olduğuna siz karar verirsiniz.   

Bir şeyi yanlış yapan nedir?

Doğru olmayan bir şey gördüğünüzde o yanlıştır.

Ne gibi?

Başında siyah-beyaz yerine kırmızı renkte bir poşu olan bir çocuk görmüşsünüzdür. Bunun yanlış bir şey olduğuna karar verirsiniz ve o yanlıştır. 

Bu varsayımsal bir örnek mi?

Hayır. Varsayımsal da olabilir veya olmayabilir. 

Hatırladığınız özel olaylar var mı?

Birisi bir eşeği dövmüştür ve siz hayvanları seven birisiniz. Bunun yanlış olduğunu düşünür adama eyer vurur, üzerine binerek kendi kırbacıyla onu döversiniz. 

Bu olay yolda mı oluyor?

Evet, devriye yapan arkadaşlardan biri olan X’in anlattığına göre; Filistinli bir adam, eşeğini sürerken ona çok kötü vuruyormuş, bu sırada da eşeğe gerçekten çok ağır çuvallar taşıtıyormuş. Adamı durdurup çuvalları indirmesini söylemişler. Bunlar aslında büyük çuvallar değil torba gibi şeylermiş. Adamı dört ayaküstü yapıp torbaları ona yüklemişler. Askerlerden biri, kendi ağırlığının yanı sıra, üzerindeki 30 kg’lık kurşungeçirmez yelekle birlikte adamın üzerine binmiş: “Hadi, yürü!” diyerek onu kırbaçlamış ve: ”Hadi bakalım söyle, nasıl oluyormuş? Eşek de bir canlı değil mi?” demiş. Bu arkadaş hayvanlara karşı hassas olan birisiydi ona göre bir eşeği kırbaçlamak yanlış bir şeydi. Orada her şey bulanıklaşıp birbirine karışıyor. 

Bulanıklaşan şey nedir?

Her şey. Bir asker olarak yetkilerinizin neler olduğu veya olmadığı. 

***
İtiraf-35 

Bir olay olmuştu, sanırım hala bu yargı sürecinde, Yahudiler eski mahalleye girmişlerdi. Ben de oradaydım.

Özel bir günün kutlaması mı vardı?

Hayır. Oradaki Yahudilerin iddialarına göre, ben evden yeni dönmüştüm öncesini bilmiyorum, fakat oradaki Yahudilerin söylediğine göre iki Filistinli çocuk yerleşimcilerin bulunduğu bölgeye girmiş sonra kaçmışlar, öyle bir şey olmuş. Bunun üzerine yerleşimciler kanun namına kendilerini vazifeli görüp, ertesi gün Filistinlilerin yaşadığı eski mahalleye gitmeye karar vermişler. Oraya gidip tezgâhları altüst etmiş ve insanları darp etmişler. Çılgına dönmüş gibi. Biz oraya ulaştıktan sonra onları kovalayarak oradan dışarı çıkarmaya çalıştık. Biz geldiğimizde yakındaki sabit birlikten güçler de gelmişti. Bölük komutanı da mobil birlikle beraber oraya gelmişti. Tam bir kaos ortamıydı. Eski mahallenin ortasındaydık. 

Kasbah (eski mahalle), merkez bir caddenin etrafına yerleşmiş sokaklardan oluşur. Biz onları (yerleşimcileri) ana cadde boyunca kovalayarak yerleşim bölgesine geri döndürmeye uğraşırken onlar ara sokaklardan dağılarak kaçmaya çalışıyor ve eylemlerine devam ediyordu. Bizi en çok endişelendiren, yerleşimcilerin arasında bulunan iki silahlı kişiydi. Ellerinde silah vardı ve ne yapmak istediklerini bilmiyorduk. Sanırım bunların çoğunluğu kadın ve kızlardan oluşuyordu ve adamlar da vardı.  

Kızları oradan kim çıkardı?

Biz çıkardık. Ne yapabilirdik? Onlar fiziksel olarak saldırıya geçerek içeri girmeye çalışıyordu. Sokak aralarından merkeze doğru girmeye çalışıyorlardı, bize de onları dışarı doğru sürme emri verilmişti. O sırada şu elinde silah olan yerleşimcilerden biri göründü, makul bir adama benziyordu. Yerleşimcilerin hepsi çıldırmış gibiydi, o adam ise nispeten daha konuşulabilir birine benziyordu. Sayıları bizden çok daha fazlaydı. Ben onunla konuşmayı deneyeceğimi söyledim. Konuştuğumda, ilk önce “tamam yardımcı olurum” dedi ama sonuçta bir yardımı dokunmadı.  

Bu silahlı kişiler kendilerini resmi anlamda koruma görevlisi gibi mi tanıtmıştı?

Hayır, fakat daha sonra onunla konuştuğumuzda şöyle dedik: “Oraya silahlı olarak geldiniz, bu doğru bir davranış değil. Neden oraya silahlı geldiniz?” O şu şekilde cevap vermişti: “İnsanların mahalleye girdiğini gördüm ve onları korumak amacıyla geldim.” Şüphesiz kimseyi vurma niyetinde değildi ama yapmaması gereken bir şeyi yapmıştı. 

Onları dışarı çıkarmamız emredilmişti, biz de arkalarından koşmaya başlamıştık. Bu sırada “onları dışarı çıkarmayın” diye bir emir geldi. Gerçekten saçma bir durum. İlk önce yerleşimcileri mahalleden dışarı çıkarmamız emrediliyor sonra da çıkarmamamız. 

Kaçtıkları için doğal olarak bizde kovalıyorduk, çıkışa doğru koşuyorlardı. Bu adil olmayan bir kovalamacaydı çünkü biz tam teçhizatlıydık, benim üzerimde telsiz tertibatı da vardı. Onlar ise yüksüz, serbest bir şekilde koşuyorlardı.  4-5 numaralı nöbet noktalarına vardık, orada diğer askerler de vardı. Kapılardan çıkışta dar geçişler vardır. Oraya gittim ve bana denileni yaptım. Kadınlardan biri kapıdan geçmeyi başarmış kaçmak üzereydi, onu yakalayamazdım. Ben de kapıda durarak arkasından bağırdım: “Geçmemelisin!” Yani bana emredilen buydu. Telsizle devamlı, stres içinde şimdi ne yapmamız gerektiğini soruyordum.  

Diğer yandan kızlar koşarak kapıdan geçmeye çalışıyordu, onları durdurabilirdim ama garip bir durum olacaktı bir anlamı yoktu yani. Ben de geçmelerine izin verdim. Yahudi mahallesinin olduğu tarafta da üç asker bekliyordu. Onlara “Size ne söylendi: Geçişlerine izin mi verilecek yoksa verilmeyecek mi?” diye sordum. Onlar herkesin geçmesi emri verildiğinden gayet emindi ama daha sonra emirleri yanlış anladıkları ortaya çıktı. Neyse yerleşimciler kapıdan geçtikten sonra kaçmaya başladı, ben ve başka bir arkadaş şu silahlı olan yerleşimciyi kovalamaya başladık. Diğer askerler de başkalarını kovalıyordu. Bazıları yakalamayı başarmışlardı. Tam bir kaos ortamıydı, bazı Yahudiler askerlerle kavga ediyordu. Kızlar askerlere “Bana dokunma!” diye bağırıyordu. Hatta bazı yerleşimciler askerlerin üzerine kaynar su atmış, evet gerçekten çıldırmış gibiydiler. Ben tüm bu kargaşada binaların ortasındaki bir alanda duruyordum, çılgın kadınlardan birisi şöyle bağırıyordu: “Herkes 4-5.Kapılara gelsin, yanınızda taş da getirin!” Delirmiş gibi bağırıyordu. Sonra bağıra çağıra gelen bir sürü Yahudi oraya toplandı, sanırım basın da gelmişti. Bazı Yahudiler yakalanmış ve polisin gelmesi bekleniyordu. Polis oraya bir saat geç geldi.

Her zaman olduğu gibi?
  
Evet. Her zaman olayların bitişi böyle olur. Hatırlamıyorum, belki yakalananlar serbest bırakılmıştır. Tam olarak hatırlayamıyorum. Küfürler havada uçuşuyordu. Orada dururken bana da küfrettiler: “Sen nasıl Yahudileri değil de Arapları korursun?!” bunun gibi sözler. Bu gerçekten ciddi bir olaydı. Sonrasında polis merkezine götürüp hepimizi sorguladılar, ifadelerimizi aldılar. Olay bu şekilde sonlandı. Oldukça ciddi bir olaydı.   

El-Halil’deki sınır devriye askerleri nerelerde olurdu?

Nerelerde olmazdı ki? Devriyeye çıktığımızda görürdük, Atalar Mezarlığı’nın oradan geçerken Arapları dövdüklerini görürdük. Bir Arabı karakola çeker, pestilini çıkarıncaya kadar dövüp bırakırlardı. Yine bir keresinde Atalar Mezarlığı çevresinde yürüyerek devriyeye çıkmıştık. Sınır Devriye askerleri de her zaman o civarda bekler ve insanların üstlerini arar. Bu askerlerden birisi Arabın birine şöyle dedi: “Senin kafan sert mi?” Adam: “Ne demek istiyorsun, anlamadım” diye cevap verdi. Asker yeniden: “Senin kafan sert mi?” diye sorunca adam ellerinden kurtulmak için “Evet” diye yanıt verdi. Sınır Devriye askeri başına miğferi geçirdikten sonra:  “İyi o zaman. Senin kafan sert ama benim miğferim daha serttir” diyerek kafasında miğfer varken adama kafa attı. Kafası kanıyordu. Berbat bir durumdu.   

Alnı tamamen kanıyor muydu?

Evet. Büyük bir yaradan kan akıyordu. Gerçekten. Askerin böyle bir şey yapacağına inanmazsınız… Bir olay daha hatırlıyorum, bir Arabı yakalamışlardı.

Nerede?

Yine el-Halil’de. Aynı bölge civarında. Her zaman oralarda dururlar. Sınır Devriye askerleri adama: “Warma, warma” diyordu. Adamın “Shuwarma” (etli sandviç) demesini istiyorlardı yani. Adam anlayamadı ve “Shu mu? Ne?” deyince askerler yine aynı şeyi tekrar ederek ondan bu kelimeyi tekrar etmesini istediler. Adam ne diyeceğini bilemeyince suratına şiddetli bir tokat attılar. Yine aynı kelimeyi tekrar etmesini istediler ve söyleyemediği her defasında bir tokat atıyorlardı. “Shuwarma” diyene kadar buna devam ettiler. Bu sırada katıla katıla gülüyorlardı. Daha sonra onu serbest bıraktılar. 

Araplar “Shuwarma” kelimesini öğrenip düzgün söylemeye başlayınca Sınır Devriyesi başka bir kelime buldu ve onlardan bu sefer  “Bidubidu” kelimesini söylemelerini istediler. Araplar söyleyemeyince yine tokat. Olayı anladınız mı? Gerçekten adi heriflerdi (Sınır Devriyesi). Bunun gibi bir sürü aptalca hikâye var. 


<<Önceki                Sonraki>>


Tamer Güner, 18.09.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri 

Orijinal Metin:
http://www.breakingthesilence.org.il/wp-content/uploads/2011/02/Soldiers_Testimonies_from_Hebron_2005_2007_Eng.pdf

Seçkin Deniz Twitter Akışı