19 Eylül 2015 Cumartesi

SA1777/KY26-CA20: Bizim Hikâyelerimiz Var

 "Bir toplumun sanatını 'Batı Sanatı ve Zevki' açısından var veya yok saymak, o toplumun sanatçılarını bizzat sorunlu, zaaflara yol açan ve yanıltan yöntem ve yönelimlere mahkum ediyor."


Sanat alanında yüz yıllık maceramız nasıl özetlenebilir? Söz konusu olan büyük ölçüde Cumhuriyet’in ilanını takip eden dönem, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla da başlatılabilir. Kuşkusuz bir dönem öncesi ve sonrasından yalıtılan net bir tecrübeden söz edilemez.

“Yüzyıl” üzerine mülazahalar Jacques Bossuet’in sorusunu hatırlatıyor: “Tek bir an bile silebiliyorsa, yüz yıl nedir ki, bin yıl nedir ki?” (Badiou, Yüzyıl, sf.7)

Bizim geride bıraktığımız yüzyılı silen ya da bir kabusa dönüştüren sayısız andan, olaydan söz edilebilir. Zaferleri ve sevinçleri de eksik değil geride bıraktığımız yüzyılın.

Savaşlar ve çöküşlerle, sürgün ve göçlerle başlayan bir uzun zaman dilimi, geride bıraktığımız. Cumhuriyetin kuruluşu bir açıdan yeni bir hamle, bir ölüm kalım kavgasının canhıraş sıçrayışı, ama Müslümanlığımız açısından baktığımız takdirde aynı zamanda bir içe kapanma, imanını kurtarma yüzyılı. 

Badiou “Yüzyıl” kitabının önsözünde ardımızda bıraktığımız yüzyılın belli bir dönemden itibaren insanı değiştirme, yeni insan yaratma fikrini takıntı hakline getirdiği tespitinde bulunuyor. Sonuçta 20. Yüzyıl kapitalizmin ve dünya pazarının zafer yüzyılı olacaktır. Terimin her anlamıyla iktisadın zaferi arkasında ceset yığınları ve harabeler bırakmadı mı? Politika güçsüzleşir, ideolojiler can çekişmeye başlar…

Siyasal krizler, başlangıç ve sonları içeren tarihler çeşitli sanatların alanına nasıl yansıdı acaba? 

Anadolu Platformu’nun 25-30 Ağustos tarihleri arasında Kızılcahamam’da gerçekleştirdiği “100 Yıllık Muhasebe ve Yeniden İnşa” toplantısı için “sanat” ana başlığı altında bir sunum hazırlarken ardımızda bıraktığımız yüzyılın ne kadar az muhasebesini yaptığımızı düşündüm.

Yüzyılın muhasebesini yapmaktan uzak duruşumuzla geleceğe dönük planlardan yoksunluğumuz birbirini bütünlüyor. Sezai Karakoç 50’şer yıllık planlar yapmaktan uzak duruşumuzun sebep olduğu zaaflardan söz eder. Bu kadar açık bir gerçekliği kimsenin ciddiye almaması ne tuhaf.

Cumhuriyetin ilanının bir milat olarak ortaya konuluşuyla iddia edilen öncesizlik, olguları ve tecrübeleri doğru anlamanın önünde yıllarca bir engel teşkil etti. Sanat muhasebesi açısından baktığımızda geçen yüzyıla ilişkin ilk problemimiz bilgi yoksunluğu olarak karşımıza çıkıyor. Eksik bilgi, yorum ve analizin de gücünü sınırlıyor.

***
Çok genel bir başlık, sanat. Bir toplumun sanatını 'Batı Sanatı ve Zevki' açısından var veya yok saymak, o toplumun sanatçılarını bizzat sorunlu, zaaflara yol açan ve yanıltan yöntem ve yönelimlere mahkum ediyor. 

Sanat faaliyeti veya sanat eseri Batı sanatının kapsamı ile sınırlanamaz. Böyle bir sınırlama hem insan muhayyilesine hem de sanatın tabiatına aykırıdır zaten. Her toplum sanatlıdır. Ayrıca sanatta ileriye gitme diye bir olgu, tartışmaya açıktır. İspanyol/Katalan ressam Joan Miro, mağara döneminden beri resim sanatının gerilemeyi sürdürdüğünü düşünüyordu.

Yığınla sanat tanımı var. Kendime yakın bulduklarımdan biri şöyle: "Sanat, bir tekrarın içinde tekrar edilemez olan."

Kendime yakın bulduğum başka bir tanım ise Aliya’dan: "Sanat, çifte anlamda insan ile âlem arasındaki uyumsuzluğun adı. İlk olarak, sanat insanın kendi ihtiyaçlarına göre yaratılmamış olan âleme karşı bir protestosu. İkinci olarak ise, sanat sanatçının kendi hayaline uygun paralel bir âlem yaratma teşebbüsü".

“Müslüman toplumların sanatı” başlığından ne anlamamız gerekir? 

Yerelliğin ve ulusçuluğun sınırlarıyla tartılmaması gereken bir sanattan söz ediyor olmalıyız. Yine Aliya’nın Chagall’ın eserleri üzerine bir yorumundan hareketle şunu söyleyebiliriz: “Sanatçı dindar olmasa bile sanat dinîdir.”

İslam’ın ulus aşırı niteliği, ulusçu bakış açısının sınırlı ve indirgemeci bakışıyla dışlamaya dayalı kültürünü reddetme anlamını taşıyor. Bu tutumuyla ilgili kavrayışı İslam’ın bütün halkların hakiki değer ve birikimlerine açık olmasını mümkün kılmıştır. 

Putkırıcılık ise sanat eserinin ikonlaştırılmasına karşı daimi bir çaba halinde, hayattan yana bir sanatı kollamaya dönük tutumu öne çıkarmıştır. Heykel adeta haram sayıldığından, İslam kültürü dairesinde plastik sanat enerjisinin mimari eserlere yöneldiği söylenebilir. Müslüman toplumların sanatı yine bu hayata içkin olma özelliğiyle şatafata ve karmaşıklığa karşı gönülsüz olmuştur.

13. yüzyılda İslam kültüründe eleştirel düşüncenin sönükleşmesi her alanda çöküşün başlangıcıyla çakıştı. Kazanılmış başarıların ve büyük eserlerin tekrarları ve skolastik derlemeler öne çıktı.   

19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarına kadar süren çöküş, Batı’daki gelişmeleri tanımlama sıkıntısıyla çakışır yer yer. Batı ilerlemesi karşısındaki gecikme paniğinin vahim sonucu Batı’yı taklitte abartıya gidilmesi. Bu abartı sonraki dönemlerde muhafazakar kesimlerde ataların mirasını taklitte abartıyla karmaşık bir mahiyet kazandı.

***
20. Yüzyıl’ın ilk çeyreği bilimsel alanda olduğu gibi sanatta da bir alt üst oluşun, yeniden başlama ihtiyacını duymanın zorlu zemini. Kuantum fiziği ve İzafiyet Teorisi, Kartezyen Felsefe'nin çöküşünü belirginleştiriyor. 

Avusturyalı müzisyen Schönberg’in tonaliteyi terk edişiyle Kandinsky ve Picasso’nun resimde perspektifi terk edişi de aynı dönemlere rastlıyor. Bütün bu sarsıcı değişimleri yönlendiren buluşlar arasında fotoğraf makinesi ve sinema, (Benjamin’in “Pasajlar”da irdelediği gibi) tasvire ve sanata ilişkin kalıplaşmış seçkinci yargıları altüst edecek bir belirleyicilik kazanıyor.

Osmanlı döneminde sanatta yenileşme amacı öncelikle resim, ardından mimarlık alanında temayüz ederken Türkiye Cumhuriyeti’nin müzik eğitimini merkeze aldığı görülüyor. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bilincinde, bilimde Kartezyen Felsefe ve Pozitivist yaklaşımı merkeze alan, sanatta ise merkezi perspektifi yücelten programlarla “çağdaş uygarlığı yakalama hedefi” zorlu bir leitmotif. 

Bu geriden yakalama tutumu aslında II. Mahmut’un yenileşmeci çalışmalarına kadar geri götürülebilir. “Harf Devrimi”nin paradigma değişikliğini sağlayacağı umuluyordu. 

Weber “İslam şehri şehir değildir” dediğinde ilk ciddiye alanlar sanki Müslümanlar oldu. Merkezi otoriteler karşısında bağımsız varoluşlar sunan mahalleler ve sokaklar gözden düştü. Ulus devlet ile mekansal stratejiler arasındaki bağa işaret eder İlhan Tekeli. Mimarlığımızın ideolojiye kurban edilmesinin sebep olduğu sorunları hâlâ aşabilmiş değiliz. 

Mimaride esas alınan “hatırlamayı unutmak”, müzik ve resim için de geçerliydi. Çok sesli müziğin benimsenmesi adına topluma tek sesli bir sanat anlayışının dayatıldığı söylenilebilir. Halkevleri, yeni ideolojinin çeşitli sanatlar alanında nasıl telkin edileceğinin uygulama alanlarını oluşturuyordu. Mütedeyyin kesimin “imanını kurtarma yüzyılı”, tasvir konusundaki muhasebeyi geciktirdiği için resimde ve sinemada olabileceğimizden daha geride kaldığımız söylenebilir.

Buna karşılık hayata içkin olan sanatın bütün sebepleriyle birlikte maziye gömülmesi beklenemezdi. Erol Akyavaş resminde neler olduğu sorulduğunda, “Bilmem, içimden geldi” dermiş.

Bambaşka bir muaşeret esasında yeniden tasarlanan hayatımızın ve zevklerimizin kendini korumaya çalışırken iliklerimize nüfuz etmiş sanat eserlerinden nasıl destek aldığını Kızılcahamam panelindeki sunumum üzerinden anlatmayı sürdüreceğim. Kültür ve sanat alanında bir başarıdan söz edilecekse bu, çeşitli sanatlar alanında halkın zevkinin yol göstericiliğine duyulan güvenle gerçeklik kazanabilmiştir. 

Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Erol Akyavaş, Nuri İyem, Fikret Otyam, Nail Çakırhan, Turgut Cansever, Ahmet Hamdi Tanpınar… isimlerinin yan yana gelmesi bir rastlantı olmaktan uzak. 

Aşık Veysel, Neşet Ertaş, Ahmet Uluçay, Ahmet Kaya, Sezen Aksu, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Mesut Uçakan ve Ayşe Şasa gibi isimler, resmi çizgi dışındaki eğilimin gerçekleştirdiği bir dönüşümün aktörleri olmayı sürdürdüler. Yapay bir sanat anlayışının telkinine karşı halkın kendi zevk ve eğilimlerini, hayat tarzı manzumesini koruma konusundaki sebatıyla yüzyılın yüzünü ağarttığını da belirtmek gerekir.

Ayşe Şasa seyircinin zevkiyle yönetmenleri adeta yönlendirdiğinden söz ediyor bir röportajında. Batı süreçlerini teknik açıdan geriden izliyoruz, ancak bazı açılardan ister istemez ilerideyiz; bizim çok güzel hikayelerimiz ve rüyalarımız var, henüz. Minyatür bakışı mirası da bütün imkânlarıyla yeniden yorumlanmayı bekliyor.


Cihan Aktaş, 19.09.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 


Sonsuz Ark'ın Notu: 
Kaynak belirtilmek kaydıyla Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015


Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:

http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20339/bizim-hikayelerimiz-var

Seçkin Deniz Twitter Akışı