"Bu halk, müstakbel mülteci bu halk, onlara dur demeyecek mi?"
Siyaset Arenası, İnsan-nefs eşlemesinde nefse denk geliyor; insan
da bir ülkeyi oluşturan insanlar topluluğuna. İnsanlar bir şekilde yaşamaya
devam ediyorlar. Ölenler ölüyor, kalanlar acıları hafifleye hafifleye hayata
devam etmenin yolunu buluyorlar. Sonuçları etkileyen nefsin talepleri, yani Siyaset
Arenası'nda zuhûr eden değişimler.
İşte Suriye'deki dram ve ölülerini geride bırakarak ülkelerini
terk eden Suriyeliler; Siyaset Arenası'nda yaşanan her şey insanları yurtlarından
uzaklaştırıyor, sonu bilinmez bir yolculuğa çıkarıyor, Türkiye'yi Yunanistan'a
bağlayan denizde üfürülerek şişirilen botlarda gelecek arayanlardan suya
gömülenlerin yanında, Macaristan sınırlarında, Macar Meclisi'nin güvenlik
güçlerine sığınmacılara 'vur' emri kararı çıkarmasına neden oluyor.
Ve tabi Almanya'da, İtalya'da seks kölesi olarak pazarlanan
sığınmacı ergen erkekler ve kızlar, işin kirli erozyon plakası. Türkiye'de kuma
muhabbetlerine malzeme olan Suriyeli sözcüğünden bahsetmenin artık alemi yok. Türkiye'nin de
canı yandıkça 'Mültecilere altı milyar dolar harcadık" diye haykırıyor
olması da anlamsız. Bir dram, çocuklarını doğuran ve 'kaç tanesi sağ kalırsa
artık' diye sürüklenen umuda şahitlik ediyor.
Siyaset Arenası'ndaki irin henüz doğmamış çocukların da geleceğini
tayin ediyor. Bir Hristiyan coğrafyada aşağılanmaya mahkum kurbanlar Suriyeli
müslüman mülteciler, eğer Avrupalı polis ya da asker mermilerinden sağ
kurtularak sığınacak bir baraka bulurlarsa yaşayacaklar; yaşayacaklar ve yaşlı
Avrupalıların temizlik işlerinden seks hizmetlerine kadar her alanda çalışarak
ülkelerinden uzakta bir hayat kuracaklar. Onlar, onurları yok edilmiş, horlanmış
ve nihayetinde asla istemedikleri hayatlara zorlanmış kurbanlar.
7 Haziran'dan önce başlayan ve halen devam eden bir azgın saldırıyı
izliyorum. Azgın saldırı Siyaset Arenası'nda bu topraklarda yaşayan bütün insanların
hayatını tehdit ediyor, üstelik azgın saldırganların da hayatı bu tehditle açık
bir şekilde muhatap, ama farkında değiller. Nefsin insanı sürüklemesi gibi bir
sürükleme bu ve eninde sonunda ona dur diyecek güçlü bir aklın ya da sert bir
tokadın merhametine muhtaç.
1 Kasım azgın saldırganlara dur diyecek güçlü bir aklı ve sert bir
tokadı mı taşıyor sırtında, yoksa Türkiyeli mültecileri mi?
Hüzün verici bir şaşkınlığı izlemek ne kadar acı; o azgın
saldırganlığın sıradan bir kurban adayı olmak ne kadar keder verici bir
çaresizlik barındırıyor her vicdanı olan Türkiye insanı için.
Siyaset Arenası'nda şaşkın şaşkın bağıran Bahçeli, Kılıçdaroğlu, Demirtaş
ve daha küçük cüsseli diğer isimlerle beraber Fetullah Gülen'e kul olanlar
topluluğunun, canhıraş bir aymazlıkla yalanlarla, iğrenç ilişkilerle her gün
insan öldüren PKK'ya verdikleri dolaylı ya da dolaysız desteğin bu ülkeyi
nereye taşıdığını ya da taşıyacağını düşünemiyor olmaları inanılmaz. Herhangi
bir kaosta bu isimler kaosun ölüm, yıkım, göç kabusundan uzakta kalacaklarını
sanabiliyorlar mı halen?
Fetullah Gülen'in ekranlarında boy gösteren MHP'liler, HDP'liler
ve CHP'liler hangi bataklığın sesini dillendiriyorlar, haberleri yok mu? Ya da
çok mu çaresizler, çok mu körleşecek kadar Pentagon'a ya da mason mahfillerine
köleler? Bunların ailesi, akrabası yok mu en küçük bir kabusta kurban gidecek?
Bilmiyorlar mı bu topraklar Erdoğan'a ihanet etmemeyi öğrendiler?
İki yüz yıllık sefaletten kurtuluşu vaat eden Erdoğan'ın
karşısında, uşaklığı, parçalanmayı, yoksulluğu ve onursuzluğu vaat eden bu
şaşkınlar ne zamana kadar Siyaset Arenası'nda ihtiraslarını dillendirmeye devam
edecekler? Bu halk, müstakbel mülteci bu halk, onlara dur demeyecek mi? 7 Haziran'dan
bu yana oğullarını ve kızlarını bu azgın saldırılara kurban veren bu halk aklın
emirlerini dinlemeyecek mi, bu azgınları tokatlamayacak mı? Bu halk şaşkınlara
uyacak mı?
Bir gün çocuklarımız Avrupalıların sokaklarında seks kölesi olarak
pazarlanacaklar mı? Bu onursuzluğu bize reva görecek mi bu halk?
1 Kasım Genel Seçimleri yaklaşırken artan farkındalıkla beraber tedirginliğim
azalıyor; ama bu halkı etkileyen temel şeyin artık 'hakedilmemiş zenginliği
fazlasıyla istemek' olduğunu düşünüyorum. Onurlarından daha çok daha fazla
tüketici olabilmeyi istiyor birçok şaşkın; hayatı, ailesi, onuru, namusu bir
kenara fırlatılmış dururken.
Tarihinde hiçbir katmadeğer üretmemiş olan MHP'nin 1500 TL'lk
asgari ücret vaadinin kendisine kazandırdığı oy miktarının şehvetine kapılıyor
olmasını Siyaset Arenası'nın azgınlık istencine bağlıyorum, fakat bu vaade oy
veren şaşkınların bu kadar hırslı olmaları beni tedirgin ediyor. Bu kadar çok
basiretsizle bir arada yaşıyor olmak benim için ciddi bir risk. Çocuklarını 100
TL harçlık için PKK adına polis taşlamaya, silah sıkmaya gönderenlerle bir
arada yaşıyor olmak gibi bir risk.
Bu kadar çok şeyi görürken, mazlum Suriyeliler içlerinde iken
onların akıbetinden ders alamamak ancak ahmakların işidir. Ve elbette
ahmakların ahmak olmayanlara hükmetme hakları olmadı, olmayacak.
Türkiye'nin bir bütün olarak kalmaması için çabalayanların kim
olduğunu herkes biliyor... Öyle diyor bugün Başbakan Davutoğlu: "Silah
baronları, uyuşturucu tacirleri, PKK'nın silah bırakacağız demesinden rahatsız
oldular. Hangi istihbarat örgütünün Kuzey Irak'ta kimlerle ne konuştuğunu biz
biliyoruz. PKK üzerinden Türkiye'yi kimlerin zaafa uğratmaya çalıştığını iyi
biliyoruz."
Biliyorsunuz evet; ama yine onlarla diplomatik ilişkilerinizi
sürdürüyorsunuz; onların kim olduğunu topluma açıklamıyorsunuz. Söylesenize: "Suriyelileri
mülteci yapanlar Türkiyelileri de
mülteci yapmak istiyorlar" Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya,
İran, İsrail, S. Arabistan, hatta Çin. Kim o silah baronları, uyuşturucu tacirleri?
Onları Amerika gibi neden tek tek avlamıyoruz?
1 Kasım yaklaşırken, daha güçlü bir Türkiye de yaklaşıyor mu?
Evet; bundan eminim, çünkü bu halkın her ferdi her an böğrüne saplanacak bir
hançerle dolaşıyor 7 Haziran'dan beri, korkudan oturamıyor, kıpırdayamıyor, seyahat
edemiyor, ticaret yapamıyor, nefes alamıyor.
Bugün huzuru vaat eden, yüksek hedefler koyan, demokrasi ve insan
haklarından bahseden ve bunları 13 yıllık geçmişinde yaparak gelen Ak Parti
artık toplumun zenginleşmeyi dayatan taleplerine evet diyor, gecikmeli olarak;
büyük bir bedel ödemiş olmanın acısıyla üstelik. Parçalanmanın eşiğinde sıkı
para politikası saçmalığında ısrar edenlerin basiretsizliğini aşmış görünüyor.
Çalışandan emeklisine kadar herkese bir zenginleşme payı ayırdığını ilan ediyor.
Daha bilinçli bir toplum inşâ edene kadar Ak parti toplumun
zenginleşme taleplerine cevap vermek zorunda olduğunu artık biliyor ve sırf bu
sebeple kazanacak... daha derin bir anlayışı gerektirecek sorgulamanın anlamı
yok, çünkü malzeme bu.
Böyle bir ülkede yaşıyor olmak bir nimet değil, her gün hayatla
sınanmak nasıl nimet olabilir ki? Ama parçalanmadan bir arada bulunmak mülteci
olmamak adına gerçekten büyük bir nimet. Bunu da zenginleşme vaadiyle mümkün
kılacaksan vaat edeceksin artık.
Nefsi olan insan azgın olma istidadı taşıyan varlıktır; ama azgın
olması gerekmeyebilir. Siyaset Arenası olan bir ülke de daima riskler
yaşayan bir ülke olmak demek değildir
elbette; bunun için de iradesi güçlü bireyler yetiştirmek siyasi iktidarların
görevidir; en ihmal edilemez olan da sadece budur. Mülteci olmamak için budur.
Arif Şahin, 21.09.2015, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 65