30 Eylül 2015 Çarşamba

SA1820/KY33-YO30: AK Parti’nin Seçimlerdeki En Büyük Kozu

"Karşısında böyle bir muhalefet bloku olan AK Parti o yüzden seçmeni için sadece bir parti olamıyor bir türlü. Her hatasını örten bir el uzatıyor bu muhalefet bloku."


15 Ağustos 2001 günü AK Parti’nin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı’na altı kurucu isim teslim etmişti. Dilekçeyi teslim eden kuruculardan biri Türkiye’nin bin ban bon şarkısıyla tanıdığı pop şarkıcısı Yasemin Kumral’dı. Heyetteki isimlerden AK Parti kurucusu Yaşar Yakış, uzun süredir AK Parti’nin dış politikasını eleştiren bir muhalif artık. Soyadının gücüyle kurucu listesine girmiş İbrahim Özal ise siyasete, boşanmadan Meclis’teki sekreteriyle evlenerek veda etmişti. O kuruculardan Nur Doğan Topaloğlu 3 yıl önce hayatını kaybetti.

Dilekçeyi teslim eden kuruculardan halen AK Parti’de siyasete devam eden isimler Mihrimah Belma Satır ve Hayati Yazıcı.

Yani bugün 2002 ruhu denen şey bir kuruluş heyecanı dışında epey melez, karmaşık, dengeci, özgüveni düşük, hatta kompleksli, çekingen bir ruhtu da.

 “AK Parti eskiden iyiydi, reformcuydu, sonradan bozdu” doğru değil. Erken AK Parti, Kıbrıs ve AB paketleri dışında ne askerî vesayetle mücadele etti, ne Kürt sorununu çözmek için adım attı ne de başörtüsü sorununu çözmeye çalıştı. Halen pek çok sorunun kaynağı olan Terörle Mücadele Yasası tam da AB reformları yapılırken çıkarıldı.

Yeni Anayasa 2007’den sonra AK Parti’nin gündemine girebildi. Hem de başarısız bir denemeyle. Başörtüsü sorunu 2011’de ancak çözülebildi. AK Parti iktidarı askerî  vesayeti iktidarının ancak 10. yılında dizginleyebildi. Dış politikada klasik Kemalist eksen ancak 2009’lardan sonra kaydırılabildi.
Anayasa için komisyon 2011’den sonra kurulabildi.

Ve tabii Kürt meselesinde esas adımlar 2010’lardan sonra atılmaya başlandı. En ciddisi ise 2013’ten sonra.

Yani esas reformcu AK Parti erken dönemin değil, geç dönemin AK Parti’siydi.

Zaten sahici reformlar yüzünden çatışmalar arttı.

Askerin geri çekilmesi, onlar üzerinden sistemde temsil edilmeye alışmış laiklerin bu boşluğu dolduracak bir siyasi irade ortaya çıkmadığı için artan endişeleri, öfkeleriyle gerilen ortam Gezi isyanıyla patladı. Batı, kendilerine benzeyen batılı Türklerin yanında durdu, Türkiye’nin bütün beyaz yakalı ve profesyonel gücü AK Parti’ye ve ona oy veren kitlelere karşı örgütlendi, tabii AK Parti ve kitlesi de onlara. Siyaset karşıtı direniş gibi kavramların yükselişe geçişi ile siyasetin dili karşılıklı sertleşti.

Ardından devletin içinde devletleşen cemaatin ortaya çıkardığı büyük tahribat, güven sorunları, cemaatin can havliyle saldırıya geçmesi ve elindeki tüm imkanlarla kurduğu tuzakların meydana getirdiği kötü iklimin üstüne bir de dış politikada Arap Baharı’nın çöküşü geldi. Suriye’de, Mısır’da, Gazze’de Türkiye, Batı’yla tarihinde ilk kez bu kadar sert bir şekilde karşı karşıya kaldı.

Bu kadar cephede kavgaya hazırlıklı olmayan AK Parti’nin geliştirebildiği tek cevap meydanlarda ya da sandıkta halka giderek meşruiyetini güncellemek oldu.

Bütün bu kargaşa içindeki en büyük başarı hikayesi olan çözüm süreci de sonunda PKK’nın içeriden ve dışarıdan kavganın içine çekilmesiyle çöktü.

Böylece 7 Haziran’dan farklı olarak 1 Kasım’a giderken anti AK Parti cephesine silahları, bombaları, mayınlarıyla artık PKK da var.

AK Parti’yi 13 yıllık bir iktidarın bütün yorgunluklarına, yıpranmışlıklarına rağmen yüzde 40’ın üstünde tutan ve tutacak şey de eski ruhlar olmayacak.

Seçmeni için AK Parti, makarnadan seçim hilesine, en son topluca ahlaksız ilan etmeye kadar bin türlü hakaretamiz açıklama çabasına rağmen tabii ki rasyonel bir tercih.

Ekonomi, rejimle hesaplaşma, dış politika, temsiliyet, ehliyet gibi pek çok parametrenin birleşmesinden oluşan rasyonel bir tercih. Muhalefet kötü olduğu için değil, AK Parti iyi olduğu için rasyonel bir tercih.

Ama tam da AK Parti’nin son zamanlarda 13 yılın yıpranmışlıkları, elinde ve elinde olmayan nedenlerle ortaya çıkan problemler, kötü yönetilen krizler, iç hesaplaşmalar, ehliyet ilkesine aykırı halleri bile bu tercihin seçmen için rasyonel bir tercih olmasını değiştirmiyor.

Çünkü tam da o anda imdadına biri yetişiyor:

Muhalefet...

Ama burada muhalefet derken muhalefet partilerinden değil, AK Parti ve onun temsil ettiği kitlenin karşısındaki esas muhalefet blokundan bahsediyoruz.

Her gün cinayetler işleyen, hâlâ komünler peşinde koşan arkaik, silahlı bir örgüt, devlet içinde devlet kurmuş, ABD’deki Mesihvari bir 'hoca'nın iktidar ve istihbarat hırslarının esiri savcıları, askerleri, polisleri, gazetecileri olan bir cemaat, DHKP-C’nin eylemlerinde bile mana arayan direnişçi laikler. Hatta medyası, istihbarat örgütleriyle Türkiye iç siyasetinin parçası haline gelmiş bazı ülkeler…

Karşısında böyle bir muhalefet bloku olan AK Parti o yüzden seçmeni için sadece bir parti olamıyor bir türlü. Her hatasını örten bir el uzatıyor bu muhalefet bloku.

Savrulmanın ne hale geldiğini en iyi muhalefet blokunun en elit, en kaymak tabakasının içine düştüğü haller anlatıyor.

Devlet içinde devlet haline gelmeye çalışan bir dinî cemaat tarafından fena halde tufaya getirildiği yetmemiş gibi, bir de orduda, poliste, adliyede örgütlenip yüzlerce suça bulaşmış o cemaatin kanallarından her gün, o cemaatin vesayetiyle hesaplaşmayı göze almış muhafazakâr bir partiye liberalizm, demokrasi, batılı ülkeler, laiklik, özgürlük nutukları atmaya utanmamak herhalde o hallerin en kötülerinden biri.

Yataklarında uyurken genç polisleri, sokak ortalarına yerleştirdikleri bombalarla çocukları öldüren, çocukları silahlandıran, sivillerin ortasında, sokaklarda mayınlı hendekler kazıp, özyönetimcilik oynayan, eli silahlı, hâlâ komünler, devrimci halk savaşları peşinde koşan arkaik bir silahlı örgütün siyasi kanadından Türkiye’yi demokratikleştirmesini, özgürleştirmesini beklemek de öyle…

Daha da kötüsü ise Hrant Dink adına işleniyor.

Hrant Dink 2007 yılında arkasındaki karanlık hâlâ aydınlatılamamış bir nefret cinayetiyle öldürüldü.
Onun adını taşıyan vakıf nefret suçu üzerine çalışmalar yürütüyor.

Ne büyük trajedi. O nefret suçu projesinin koordinatörü şu tweetleri atıyor:

“Oluşturduğun o cehennemin kurbanı olacaksın en son. O kadar korkacaksın da b.k.nda boğulacaksın”

“Dilerim siz de açıkta çürürsünüz”, “tez zamanda toprak olun katiller”, “Ahlaksız, vicdansız insanlıktan nasibini almamış memleket ve onun soysuz hükümeti. Yok  ol”

Bu tweet de aynı projede medyada nefret suçu üzerine engin görüşlerinden yararlanılmış bir iletişim profesöründen:

“G… kılıyız spor salonundan canlı yayın tüm iğrençliğiyle devam ediyor.”

Nefret suçları projesi dahil Hrant Dink Vakfı’nda dolaşan bir başka akademisyenden bunlar da:

“IŞİD’in RTE hakkında ölüm emri vermesini kınıyorum. Süründürsün. Öyle kolay olmasın.”

Daha da fecisi Hrant Dink için verilen ödülün jürisinde bu yıl sokaklarda hain diye insanları öldüren Ogün Samastvari katillere, “YDG-H'li gençler” diyen insan hakları hocalarını, şehirleri savaş alanına çeviren silahlı bir örgüte “Neden Erdoğan’ın savaş tuzağına düştünüz o kadar tecrübeliydiniz” mektupları gönderenleri görmekti tabii.

Yani AK Parti’nin yeni aday listesiyle içine kapanması, onu değil bunu aday yapmasının sonuca tayin edici bir etkisi olmayacak yine.

Çünkü AK Parti’nin bu seçimdeki en büyük kozu bu kez kendisi değil, projeleri, yolları, barajları da değil.

AK Parti bu seçime bu muhalefetle giriyor...

Yıldıray Oğur, 30.09.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yıldıray Oğur Belgeselleri
Yıldıray Oğur Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Yıldıray Oğur Beyefendi'den yazılarının yayını için onay alınmıştır. Seçkin Deniz, 05.07.2015

Yazının ilk yayınladığı yer: Türkiye Gazetesi

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/588030.aspx

Seçkin Deniz Twitter Akışı