1 Ekim 2015 Perşembe

SA1825/KY9-NK80: Hayata Devam

"Tıpkı havalanamayan bir balonun uçmasını sağlamak için ağırlıkları atmak gibi bir şey bu… Birer birer ruhun yüklerini atıp sizi gerçekten özgürleştiren bir öğrenme süreci…"


Atila ve Mehmet’le gittik bugün Hacettepe Onkoloji ’ye. 

Ankara’ya kış gelmek üzere; hava soğuk ve yağmurlu… Üzerini stickerla süslediğim yağmur çizmelerimi giyinmek için mükemmel bir hava:)

Mehmet bizi onkolojiye yakın bir yerde bırakıp okul kaydı için ayrıldı. Dua ederek girdik biz de Atila’yla hastaneye.

Adeta prangalı mahkûmlar gibi yürüyen maskeli hastaların arasından geçiyoruz. Çoğunda kaş ve kirpik dökülmüş. Bazen onkoloji hastaları, çaresizliğin ete kemiğe bürünmüş hali gibi geliyor bana. Özgürlükleri elinden alınmış, bandanalı, maskeli mahkûmlar…

Viktor Frankl Nazi toplama kamplarında uzun süre kalan bir psikiyatr. Toplama Kampından kurtulduktan sonra oluşturduğu logoterapi (anlam terapi diye çevrilebilir sanırım) tedavi yöntemiyle tanınıyor.

“İnsanın Anlam Arayışı” da Toplama Kampında kendisinin ve bütün özgürlükleri elinden alınan insanların tecrübesinden yola çıkarak yazdığı kitabın adı.

Diyor ki Viktor Frankl kitabında:

“Hayatında hiçbir anlam, amaç, hedef görmeyen ve bu nedenle sürdürmeyi anlamsız bulan kişinin vay haline! Kaybetmesi uzun sürmeyecektir!"

"Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her “nasıl”a katlanabilir… Her bireyi ayırt eden ve varoluşuna anlam veren eşsizlik ve teklik durumu, insan sevgisi üzerinde olduğu kadar yaratıcı çalışma üzerinde de bir etkiye sahiptir.

Bir insanın yerine bir başkasının konulmamasının imkânsızlığı kavrandığı zaman, bu, kişinin, o insanın varoluşuna yönelik sorumluluğunu muhtemel kılar.

Kendisini sevecenlikle bekleyen bir insana ya da tamamlanmamış bir işe yönelik sorumluluğunun bilincine varan kişi, hayatını kesinlikle bir yana itmeyecektir. Varoluşunun “neden”ini bilecek ve her “nasıl” a dayanabilecektir.

“Anlam bulmak için acı çekmek kesinlikle gerekli değildir. Ancak acı fedakârlığın anlamı gibi bir anlam bulduğunda acı olmaktan çıkar.”

“Acıya katlanma yolları, gerçek bir içsel başarıydı. Hayatı anlamlı ve amaçlı kılan şey de insanın elinden alınamayan işte bu ruhsal özgürlüktür.”

"Eğer hayatta gerçekten bir anlam varsa, acıda da bir anlam olmalıdır. Acı da hayatın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır. Acı ve ölüm olmaksızın, insan hayatı tamamlanmış olmaz.”

"Bir insanın kendi kaderini ve içerdiği olanca acıyı kabul ediş yolu, kendi davasını seçiş yolu, ona, en ağır şartlar altında bile hayatına daha derin bir anlam katma fırsatı verir. Hayat, yiğitçe, onurlu ve diğerkâm olabilir.

Ya da bu şiddetli kendini koruma kavgasında kişi, kendi insan onurunu unutup bir hayvan düzeyine inebilir. Burada insanın zor bir durumda sunduğu ahlaki değerlere ulaşma fırsatlarından yararlanma ya da vazgeçme arasındaki seçim yatmaktadır. Bu da o insanın acılarına değip değmediği ile ilgilidir.

“Geleceğe –kendi geleceğine inancını yitiren tutuklunun sonu geliyordu. Geleceğe olan inancını yitirince manevi bağını da yitiriyordu; kendi çöküşüne, ruhsal ve fiziksel çöküşüne göz yumuyordu.

Bir insanın ruhsal durumuyla –cesareti ve umudu ya da bunların bulunmayışı- vücudunun bağışıklık durumu arasında ne kadar yakın bir ilişki olduğunu bilenler, umut ve cesaretin birdenbire yitirilmesinin öldürücü etkisi olabileceğini anlayacaktır.”

Böyle diyor Viktor Frankl işte. Bu uzun alıntının neredeyse her satırına katılıyorum.

Bununla birlikte Onkolojide rastladığım hastaların yüzünde çoğu zaman okunan “keşke”yi bir kanser hastası olarak, tümüyle tedavülden kaldırmamız gerektiğine de inanıyorum. 

Ki bu zaten “Keşke şeytandandır” diye buyuran Resulullah’ın (aleyhisselatü vesselam) bize tavsiyesi.

Sonra çektiğimiz acı ve sıkıntılara biraz daha yukarıdan ve biraz daha sakin baktığımızda bütün o acı ve sıkıntıların bir külfet değil nimet haline geldiğine ve geleceğine de inanıyorum… İnsan olma cevherimizi ortaya çıkaran bir nimet…

Viktor Frankl’ın dediği gibi; “Anlam bulmak için acı çekmek kesinlikle gerekli değildir.” Ancak bize ruhsal özgürlüğümüzü hatırlatan bir acı, hakikaten bir süre sonra acı olmaktan çıkıp, olması gerektiği yerde bulunan bir öğretmen vazifesi görebiliyor.

İnsanın iddialarıyla yüzleşmesini sağlayan, cesareti, şefkati, hilmi ve sabrı tam manasıyla öğreten bir öğretmen.

Tıpkı havalanamayan bir balonun uçmasını sağlamak için ağırlıkları atmak gibi bir şey bu… Birer birer ruhun yüklerini atıp sizi gerçekten özgürleştiren bir öğrenme süreci…

Biraz önce gökyüzüne baktığımda, milyonlarca yıldızla çevrili yedi kat semanın uçsuz bucaksız eşsizliğini hissettim ruhumda…

Hayat beyhude değil, hayat boş da değil. Hayatın beyhudeliğine, zalimliğine karşı bir dolu vecize biliyorum. Ve asıl bunların beyhude olduğuna inanıyorum. 

Hayat var olan bütün enerjisiyle devam ediyor, çılgınca değil ama, olması gerektiği gibi… Her şey olması gerektiği gibi oluyor…

Yaptığımız seçimlerin kâinatın düzenine tesir eden bir yanı yok, kâinatta her şey olması gerektiği gibi işliyor. Ama o seçimler bizim hayatımıza bir şekilde tesir ediyor.

Şimdi ben bundan sonraki kalan ömrümde artık acıyan ellerimi kollarımı, ayaklarımı daha fazla acıtmamak için, seçimlerimi tekrar gözden geçiriyorum.

Paylaşmanın ve sevginin kıymetini bilen, hayatını bu güzellikler ışığında yaşayan, buna gayret gösteren insanlar dışında kalan herkesle ilişkimi kesiyorum.

Enerjimi acımasızca emen, hiç durmadan herkesi ve her şeyi yargılayan, hiç durmadan herkesten ve her şeyden şikâyet eden, sevincimi de kederimi de görmezden gelip, yalnızca egosuna odaklanarak beni çöp kutusu gibi kullanan insanlardan derhal uzaklaşıyorum… Kalben uzaklaşıyorum.

Bu kalbi uzaklaşma da ilişkinin mevcudiyetini kendiliğinden hükümsüz hale getiriyor zaten.  

İnsan olmama, iyi insan olmama katkıda bulunacak herkesi, gönül bahçemde en güzel ve en müstesna köşeye oturtup muhabbetin tadına varmak istiyorum. Öyle de yapacağım inşallah…

Bu sabaha geri dönüyorum; sekreterlikten sonuçları aldık. Atila hemen gözlüğünü takıp kağıtları dikkatle inceledi: “anormal bir şey yok, bence temiz senin sonuçlar karıcık” dedi.

Sonra bana verdi gözlüklerini, birkaç sayfalık tahlil sonuçlarında, tümör markerleri başlığı altında yazılanlara baktım, hiçbir şey anlamadım. Anlar gibi olduklarımdan bazılarının referans aralıkları normal gibiydi ama bunları doktorumun ağzından duymam önemliydi.

Bu arada B12 vitamini sonuçlarının da tümör markerleri başlığı altında yer alması ilk defa dikkatimi çekti. Dr. Mukherjee’nin kitabında B12 noksanlığı ile lösemi arasında bir bağlantı kurduğunu hatırladım o anda.

Benimki normal değerdeydi, ayda bir kullandığım B12 iğneleri işe yaramıştı demek ki.

İçeri girdiğimizde Kadri Hocam bütün tahlillere, görüntülere vs dikkatle baktı ve gülümsedi. Tümör markerlerım gerçekten de temizdi.

“Onkologlar ve hastaları, sanki yoğun bir atomaltı kuvvetle birbirlerine bağlanmış gibidirler” diyen Dr. Mukherjee kesinlikle haklı.

“Hocam sizi çok seviyorum, bütün hastalarınız sizi çok seviyor, hep dua ediyoruz sizin için” dedim. “Allah razı olsun, biz de sizin için dua ediyoruz, sizin iyi olmanız bizim için de en büyük mutluluk” dedi.

Ellerim ve ayaklarımda olan acının olduğu gibi geri döndüğünü söyledim sonra. Biraz düşündü. “Ağrı kesici?” dedi. “Fayda etmiyor Hocam” dedim.

Ne yapalım seni bir algolojiye yollayalım, orada bir baksınlar. Anestezist bir profesör var, Altan Şahin. Alanında çok iyi, bir git bakalım” dedi.

Cevabım netti: “Birincisi ağrı kesici kullanmak istemiyorum. İkincisi ağrı kesicilerle ya da değil artık palyatif çözüm istemiyorum. Sebebi neyse onun bulunmasını istiyorum. Sizin verdiğiniz yeşil reçeteli ağrı kesiciyi de almadım zaten.” 

Kadri Hocam “Sen yine de Altan Bey’e git belki akupunktur da önerebilir” dedi.

Atila ile pazartesi için randevu aldık. Bakalım artık hayırlısı.

Sonra telefon trafiği başladı, Fevziye, Zekiye, Âfak, Teresa Zeynep, Şerife, abim, Mutlu, Mehmet, Fadime, Mücella, Şükran, Gülay… Herkes çok sevindi sonuçların temiz çıktığına.

Abim rüyasında beni yeşiller içinde görmüş, hayırlı bir haber alacağı içine doğmuş zaten. Bizim sevgili “Reis”imiz Reşat da beni rüyasında görmüş, hayra tebdil olması duasıyla mesaj gönderdi. Rüyalar hayra çıktı şimdilik, hep öyle olur inşallah…

Daha “eloğlu” denilen kocaları ve karılarını yazacaktım ama az önce Efe geldi İstanbul’dan. Atila balkonda çay servisi yapmak için bekliyor. Ben de gidip onlarla sohbet etmek istiyorum.

Son bir not: Mehmet ve Galina’nın kızları Hatice Daria’ya 5 Kasım’da dünyamıza hoş geldin dedik. Ne güzel bir mucize bir bebeğin doğuşu. 5 Kasım aynı zamanda Ebubekir ve Fevziye’nin evlilik yıldönümleri, bana gün doğduJ inşallah uzun yıllar evlilik yıl dönümlerini ve doğum günlerini birlikte kutlamayı nasip eder Allah. İnşallah:)

Bi de Zekiye’yi çok özledim.:)


Neşe Kutlutaş, 01.10.2015, Konuk Yazar,  Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 08.11.2012)


Seçkin Deniz Twitter Akışı