"At, gerçek anlamda hemen oracıkta bulunmasa da duygusal olarak ailelerimizin bir parçası sanki."
Büyükada, herkes için bambaşka bir sebeple güzel ada, ben ise 'Mutsuz ve Hasta Atlar Adası' biliyorum onu. İki yüz elliye yakın faytonun beş veya altı atı varmış. Her yıl üç yüz ila beş yüz arasında at ölüyormuş Büyükada’da. Faytonlu her diyarda benzeri rakamlar telaffuz edilir.
Çok acıklı hikayeler var, ama bana en çok dokunanlardan biri doğum yaptıktan hemen sonra işe koşulduğu için bağırsakları ters döndüğünden iki gün boyunca acılar içinde kıvranarak ölen at. Yavrusunun, ölümünden sonra bu talihsiz atı emmeye çalıştığını gösteren bir fotoğraf var.
Faytona binerdim eskiden, çoktandır binmiyorum. Urumiye’deki Sahil Parkı’nda bir atın fayton sırasında beklerken ayaklarını sırayla yukarıya çekerek dinlendirmesini izlemiştim bir süre ve artık faytona binmeyeceğim, demiştim. Manhattan’daki Central Park’ın kapısında müşteri bekleyen sürücülerinin insafına terk edilmiş süslü atı ölgün bakışlarıyla hatırlıyorum. Çaresi var mı? Fikrini soran yok. Yorgun ve hasta olmamak zorunda, hastaysa da göl çevresinde gezdirmeli meraklı turistleri.
Bozkırda veya ovada özgürce koşan atları düşünmeye nasıl da ihtiyacımız var! Başka türlü bir hız, tabiatın ritmiyle bağdaşan bir koşu. Atların bize öğretmeye çalıştığı şeyin, özgürlüğün sağladığı güzel duygunun karşılığını onları özgürlüklerinden ederek ödüyoruz. Atların hayatımızda bıraktığı yaralı boşlukların karşılığı olamazmış gibi davranıyoruz.
İşte bu düşüncelerle Zeki Bulduk’un kitabını aldım elime.“Bendeki yorgunluğu annen anlar mı? Bilmiyorum, ama o uçsuz bucaksız atlar anlar sanırım” diye anlatıyor kahraman, Bozkırın Atları Yaman Ölür Kayıp Hikaye’de. (Perşembe Kitapları; 2001) Benzeri bir anlaşılma coşkusunu diğer öykü ve romanlarında da duyuruyor Zeki gerçi. Anlaşılma coşkusu ise coşkulu bir anlatımla sizi hikayeye raptediyor. Boğazın Sularına Atılan Kitap başlıklı romanı da yenilerde yayımlandı. Bu romana Tanpınar Roman Ödülü veren jürideydim (2008), bu nedenle de basılması mutlu etti. O vakit farklı bir adı olan roman yeniden yazılmış, daha da geliştirilmiş.
Zeki, Bozkır’ın seslerini Neşet Ertaş türküsü saflığında duyuruyor Bozkırın Atları Yaman Ölür’de yer alan öykülerinde. Kitabın çoğu öykülerini dolu dizgin ilerleyen bir atın, binlerce atın nefesini duyarak okuyorsunuz.
İtalo Calvino’nun atların hızıyla alakalı olarak aktardığı Giacomo Leopardi’ye ait o çarpıcı cümleleri sıklıkla hatırlıyorum: “Hız, sözgelimi atların hızı, ister uzaktan görülsün, ister atlı bir araçta giderken bireysel olarak yaşansın... kendi içinde son derece keyifli bir şeydir; böyle bir hızın insanda yarattığı canlılık, enerji, güç ve yaşamla dopdolu oluş duygusunu kastediyorum. Gerçekten de bu hız neredeyse bir sonsuzluk düşüncesi uyandırır insanda, ruhu yüceltir, sağlamlaştırır."
At, gerçek anlamda hemen oracıkta bulunmasa da duygusal olarak ailelerimizin bir parçası sanki. O denli yakınız ki, eti kimi mezheplere göre ihtiyaç halinde yenebiliyor bile olsa, uzağında duruyoruz iznin. 19. Yüzyıl’da Amerika’da at çalan hırsızları asarlarmış. O zamanlar at binekti, savaş aracıydı.
Yine de şefkatli muamele görmüyor olabilirdi, ancak herhalde binicisiyle benzeri bir yazgıyı paylaşmanın müştereklerinin bir kısmına sahipti. Kıymetliydi ne de olsa, hızı ve mahareti arabalarla ölçülmüyordu. Çoktandır at yarış aracı, yaşlandığında ise sinsice kasaplara terk ediliyor.
Orwell”ın “Boxer” isimli atını hatırlıyor musunuz? Devrim için nasıl da uğraşmıştı! Fakat kötürüm olduğunda hastane diye mezbahaya götürüldü.Stalin’in zulmü sadece milyonlarca muhalifine değil tehditkâr bulduğu ırkı yüzünden “Ahal Teke” atlarına da yöneldi.
Bir at kendisine insanlar tarafından biçilen yazgıya nasıl itiraz edebilir? Karda kışta süren kaçak işlerinde donarak işleri aksatmasınlar diye viskiyle sarhoş olmaya zorlanıyor. Sarhoş Atlar Zamanı’nda anlattı Gabadi.
Zeki’nin “Bozkırın atları yaman ölür” de anlattığı böyle bir soruya karşılık gelen öykü. Atların da bir sabrı yok mu? Güzelim yılkı atı nasıl oldu da bir aylık tayıyla başını alıp gitti... Kayboluşlarıyla rastgele ateş kurbanı olan turnanın âhının tecessümü güzelim atlar, nice sonra pancar kuyularında ölü bulundular ya... Atlar giderken kovan kovan arıyı, bağı bostanı da taşıyıp götürdü sanki; öyle geldi herkese. Geriye dönüş nasıl mümkün olabilir?
Kahramanımız uyusa, düşünde atlar görse, uçsuz bucaksız bozkırda binse o atlara ve onlara yorgunluğunu anlatsa... “Anlarlar sanırım”, diye düşünüyor. Atlardan, arılardan ve diğer sevgili varlıklardan mahrumiyetin hayatımızı nasıl kurutacağını yeterince hayal edemiyoruz. Yazar uyarıyor: Üzerinden unutulmayan, acıtan bir tarihin geçtiği, yabanımsı, dizginlenemeyen atlar, öyle ansızın kayboldu. Birileri “öldüler” diyordu, acıma hissinden yoksun olmayan biri “gittiler” diye düzeltiyordu.
Ailenin herhangi bir ferdi gibi küsüyor at, başını alıp gidiyor. Güya bir düğün kuruluyor ama tat alamıyor kimse. Öyküyü anlatanın sesinin bin türlü yankısı var sanırsınız. Biri hep atların peşinden gitmeye çalışıyor, türkü eşliğinde. Yük taşımayı kendine yediremediği için başını alıp çorağa doğru dört nala koşturan safkan kızıl arap atını gözlerimin önüne getirebiliyorum. “Öylesine seviyordu ki kızıl atı Nuri, karısı bir kadını kıskanır gibi kıskanırmış Çöllo Ağa’nın atını.”
Nasıl zamanlar? Damların üzerine atılan çorak toprağı, kasaları resimli at arabalarıyla getirirlermiş. Giderek köylüler at arabalarının yerine koca koca mavi renkli Ford’larıyla gider oldular çorağa... Birileri de atların hatırını gözetmeyi, atlarının, koyunlarının ve arılarının yeterliliğine inanmayı sürdürdü, gelişmelerden dışlanma pahasına...
Bir taraftan da kimselerin beğenmez olduğu Murat 124’lerin hurdalaşmaya döndüğü yıllar... Onca hızlı değişimi yazarın muhayyilesi yine de yitirilmiş sevgili atların deli dolu gidişine bağlıyor.
Gittiler; bu tamamen yitirildikleri anlamına mı geliyor? “Siyah İnci”den beri biliyoruz: Kardeşinin kanını yere dökmede engel tanımayan insan, ata kıymaktan mı geri kalacak... O konuşamıyor, ya da kendine göre anlattığı şeyi insan anlayabilir diye tevekkül ediyor. Elinden geleni de yaptı insanlar için, hizmetini sürdürüyor hâlâ; yine de hor görülmekten, azap çekmekten kurtulamıyor. Turistik bir motor, ilaçla zehirlenerek hızını artıran bir yarış makinesi, ressamların tuvallerinden benliğimize akan güzellik, bozulmamış tabiatın en yalın ve çarpıcı sembollerinden biri ve daha ne kadar çok şeyken, hileli bir et kaynağı halinde piyasaya düşüyor.
Bozkırın atlarının yaman ölümleri bizlerde eksik kalan bir kavrayışın tutunuşu aslında, üstesinden gelinemeyen çölleşme yüzünden coğrafyanın zenginlik ve imkânlarının, adalete yaslanan hayat telakkilerinin telefine karşı güçlü bir itirazın teşbihi. Atları ehlileştirdikten sonraki aşamada onları bütün kadir kıymet bilmezliğimizle fıtratlarını bir kez daha körelten alanlara hapsediyoruz. Bozkırın atları buna itiraz edecek bir güce sahipler henüz; kaçıp gidecekleri yerler var. Şehirlerde ise kaçmak, başını sürekli duvarlara çarparak azar azar ölmekle aynı anlama geliyor. Buna seyirci kalmamanın bir sürü yolu var; ikisini yazıyorum şimdi: Faytona binmeyelim, at yarışı izlemeyelim.
“Müstesna delileri”, atları ve bozkırı Bulduk kadar etkileyici bir dille anlatan yazar az bulunur. Onun öyküleri ister istemez “yarışa koşulmaya” direnen atlara ve deli diye bilinen, hayat yarışından kendine göre sebeplerle geri çekilmiş simalara dokunmadan geçmemek zorundadır.
Sular seller gibi akıyor öykülerde bozkırın insanına özgü dua ve temenniler, sitem ve özlemler, hatırlama ve unutmama çabaları; bir Neşet Ertaş türküsü yalınlığıyla. Atları yazdığı, atları işte böyle yazdığı, hele ki delileri dinlemeden edemediği için şükran duyuyorum Zeki’ye.
“Muhayyile kanatlı bir attır”; benzeri ifadeleri hem Terry Eaglaton’dan okumuştum hem de İvan Agueli’den; Zeki Bulduk öykülerinde tecessüm ediyor bu tespitler.
Cihan Aktaş, 10.10.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu:
Kaynak belirtilmek kaydıyla Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:
http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20363/zeki-buldukun-dusunceli-atlari
Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:
http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20363/zeki-buldukun-dusunceli-atlari