22 Ekim 2015 Perşembe

SA1930/KY9-NK83: Menim Balaca Mutfağım

"Kadının kıymetini en iyi idrak edebileceği yer mutfak bence, hem ailenizle, hem kendinizle olabildiğiniz, sevgiyle üretebildiğiniz müthiş bir yer mutfak."


Üniversiteye başladığımda on altı yaşındaydım. Demek ki çevremdeki öğrencilerin neredeyse hepsi benden en az iki yaş büyüktü. Üniversiteye tek başıma gelmiş, yurda kaydımı kendim yaptırmış ve kimseden yardım istememiştim.

Yeni insanlar tanıyordum ve insanların verdikleri sözde durmayacaklarına ve çoğu zaman menfaat hissiyle hareket edebileceklerine o zamanlar inanmıyordum.

İlk günlerden biriydi; yemekhaneye birlikte gitmek üzere sözleştiğimiz arkadaşlarımla yola çıkacakken, odada unuttuğum cüzdanımı almak için birkaç dakikalığına yukarı çıktım, döndüğümde “Seni burada bekliyoruz” diyen arkadaşlarımdan hiçbirisi yoktu.

Verilen sözün esas kabul edildiği bir aileden geliyordum ve insanlara güvenmemeyi reddediyordum. Onlarsa bana bunun tersini kabul ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı…

Yurttan atıldım bir süre sonra...

Sabah 10’la öğlenden sonra 4 arası, yurtta temizlik yapıldığı gerekçesiyle odalarımıza girmemiz yasaktı.

Başkaldırdım!

Arkadaşlarımı da organize edip, yurt odasını bizim evimiz olduğunu ve bu yasağın insani bir karar olmadığını söyledim. Birçok arkadaşım “Tamam seninleyiz” dediler. Yurt müdiresiyle görüşmeye gittiğimde Nasrettin Hoca misali tek başıma kalmıştım. Derdimi anlattım, buz gibi bir “Yasak işte!” cevabı alınca kavga ettim. Müdireyi biraz hırpalamış da olabilirim ve neticede yurttan kovuldum.

Artık güvende değildim… 

İlk birkaç gece yurtta kaçak kalmıştım. Sonra birileri ihbar etti ve yurtta kaçak kalma şansımı da kaybettim.

Ailesi ile yaşayan bir arkadaşım onlarda kalabileceğimi söylemişti tam da o gün. Hiç çekinmeden bu samimi teklifi kabul edip gittim. Bu arada idealist bir avukatla anlaşmış ve hukuki mücadele de başlatmıştım. Kısa bir süre sonra yurda geri döneceğime neredeyse emindim.

Arkadaşımda kalmaya başladıktan iki gün sonra ya da ertesi sabahtı, kalktığımda mutfakta bir tuhaflık hissettim. Arkadaşımın annesi hızla mutfağı terk ederken, arkadaşım da kulağıma eğilip: “Şey, annem daha kaç gün kalacağını soruyor” dedi utana sıkıla. “Bugün gidiyorum zaten, kalacak yerim hazır, siz merak etmeyin” dedim son derece kendimden emin.

Kalacak yerim hazır filan değildi, onlar da merak etmemişti zaten…

Bir mekân içinde güvende olma hissim karanlık bir yerlere sessizce çekilmeye başlamıştı.

Nerede kalacağımı gerçekten bilmiyordum; insiyaki olarak kampüse döndüm. Ortalıkta sıra dışı bir telaş ve kalabalık vardı. Şimdilerde darbeden yargılanan Kenan Evren Cumhurbaşkanı olarak kampüsü ziyaret ediyordu.

Evren, rektör ve bir dolu koruma ordusuyla önümüzden geçerken, kalabalığın içinde fırlayıp Kenan Evren’e yurttan atıldığımı anlattım büyük bir hızla ve problemimi çözmesini istedim…

Evren “Kimmiş o seni yurttan atan bakıyım?” diye sorduğunda kalabalığın içinde görünmez olmaya çalışan yurt müdiresini bularak elimle işaret ettim: “İşte şurada saklanmaya çalışan sarı saçlı kadın!” dedim.

Kenan Evren rektöre dönerek: “Derhal bu öğrencin yurt kaydını halledin, böyle olmaz!” diye emir verdi. Rektör de süklüm püklüm ve yapmacık bir şefkatle: “Evladım Paşayı böyle basit işlerle meşgul edeceğinize benim yanıma gelseydiniz ya” deyince, “Valla cumhurbaşkanına ulaşmak size ulaşmaktan daha kolay” dedim.

Bu arada Evren yemekhaneyi gezerken profiterole bakıp: “Bu tatlının adı niye böyle garip, ne demek şimdi profiterol?” diye sormuştu. Yanındakiler yine süklüm püklüm, “Emredersiniz hemen değiştiririz Paşam” demişlerdi, ama yalan söylemişlerdi, o tatlının adı hâlâ profiterol:)

Yasak kalkmış ben de muzaffer olarak yeniden yurda dönmüştüm, dönmüştüm ama akşamüzeri yavaşça kaybolan gölgeler gibi eriyen güvende olma hissim artık tümüyle beni terk edip gitmişti.

Daha sonra kaldığım özel yurttan da yine “Aykırı sorularım ve taleplerim” yüzünden atılacaktım.

Şimdilerde de gazete köşelerinde entelektüel yazılar yazan ve ekranlara da çıkan yurdumuzun “solcu, emekçi” sahibi, benim “Yurt ücretini ödeyince neden fatura vermiyorsunuz?” gibi son derece basit sorularıma cevap vermektense “Anarşistleri burada barındırmıyoruz” diyerek beni yurttan atmayı tercih etmişti.

Kaybolan güvende olma hissim yalnızca mekânla ilişkiliydi, bense insan olarak çok daha güçlenmeye ve insanlığımı muhafaza etmeye devam ediyordum.

Asla bir insana güvenip güvenmeme derdim olmamıştı onu keşfediyordum sessizce.

Ben Allah’ın izni ile kendime güveniyordum; doğru bir zeminde hareket ettiğime inanıyordum, onun için çabalıyordum, elbette ki bu esnada yanlış insanlar, yanlış tavırlar, iftira ve kıskançlıkla karşılaşıyordum ama bu bana tesir etmiyordu. Çünkü bulunduğum yeri biliyordum. Kötülükten uzak durmaya çalışmak iyi bir şeydi. İyi bir insan olmak iyi bir şeydi. Yapılan kötülüklere karşı, iyi olmayı sürdürmek çok daha iyi bir şeydi. Bunu başarıyordum.

Güçsüz olduğum için değil! Güçlü olduğum için bunu başarıyordum.

Kötülük yapmak oldukça zor bir işti; kalple irtibatı kesmek gerekiyordu kötü olmak için, kumpas kurmak, entrika çevirmek, ayak kaydırmak, menfaat için birini görmek, menfaati yokmuş gibi davranmak, iftira atmak, çok yüksek enerji ve potansiyel gerektiriyordu çözebildiğim kadarıyla.

Ancak çok güçsüz insanlar bu kadar zahmete katlanabilirdi. Ama atladıkları bir nokta vardı: “Güçlü olmak için” seçtikleri dayanak çok yanlış bir dayanaktı.

İyilik yapmaksa oldukça kolaydı; olduğunuz gibi sade, kalple irtibatı koparmadan yalın ve sağlam bir zeminde durmak gerekiyordu yalnızca; insanları dinlemek ama gerçekten dinlemek, hasta olanları ziyaret etmek, birin yüzünde tebessüme sebep olacak küçük bir hediye vermek vs. bunlar için de herhangi bir karşılık beklememek iyi olmak için yeterdi. Bu çok zahmetsiz ve basit bir şeydi.

Ben de işte o en kolay yolu tercih etmiştim...

Her neyse böyle birkaç yurttan atılma vak'ası yaşadıktan sonra çevremdeki insan türlerini yavaş yavaş tanımaya başlamıştım.  Bir otorite ile karşılaştıklarında derhal birbirlerini satabiliyorlardı mesela; haklı oldukları herhangi bir konuda direnmek istemiyor, kendilerine zarar vermeyecek yan yollara sapıyor, bu arada cesaretime de ihtiyaçları olduğu için beni de ellerinin altında tutmak istiyorlardı.

Farkında oluyor, aldırmıyordum!

Hayatı böyle böyle öğreniyordum işte…

“Uyumsuz ve asi bir kız” olarak eski dost halkamı genişletiyordum gayet mutlu olarak; kitaplardan müteşekkil dostlardı bunlar… Küçücük yaşlarımda başlayan okuma tutkum giderek artıyor, kendimi kitaplara gömüyordum. Üniversite Kütüphanesinde var olan cilt cilt dergiler, eski kitaplar beni benden alıyor bambaşka diyarlara incelikle taşıyorlardı, sanki hepsi yıllardır orada benim gibi bir arkadaş, benim gibi bir dost bekliyordu sessizce, onlara kıymet verecek, narin, itinalı bir dost…

On numara bir entelektüel olan abim, mükemmel bir müzik zevki aşılamıştı bana, oradan da başka türlü besleniyordum; Sergei Rahmaninov ve Rimsky- Korsakov eşlik ediyordu günlerime… Gece gündüz opus 34 İspanyol Kapriçyosu’nu ve piyano konçertolarını dinliyordum. Sonra CSO’yu keşfettim. Cuma akşamları ve cumartesi sabahları salonda konser dinliyor ve mest oluyordum.

Temasta bulunduğum herkesi koruma ve sarmalama ihtiyacı da işte o günlerde perçinlenmeye başlamıştı. Üniversiteye başlamadan önce de etrafındakileri koruyan, kollayan bir çocuktum ama üniversitede yaşadıklarımdan sonra bu benim için vazgeçilmez bir hayat düsturu olmuştu.

Hiçbir konuda hesap yapmayı bilmiyordum (hâlâ da bilmiyorum)… Param varsa hemen yanı başımdaki insanla paylaşıyor, param yoksa aç kalıyordum, ama önemli değildi. Yeni bir bilgi öğrendiysem onu da hemen paylaşıyordum ya da başka bir güzellik; bir ressam mesela, bir yazar, ya da hayatı kolaylaştıracak pratik bir şey, ne varsa dağarcığımda yani onu dağıtıyordum. Bu benim için müthiş bir şeydi (hâlâ da öyle)…

Birtakım insanların hesap yaptıklarını ama her konuda hesap yaptıklarını da öğrenmiştim bu arada ama bu da beni etkilemiyordu.

Neyse… Yaşadığım onca şeyden sonra herhangi bir mekânda biraz fazla kalma kalbimi sıkıştıran, beni adeta boğan bir durumu ortaya çıkarmıştı. Neden sonra anladım ki, bir mekânda bulunduğumda, yaşadığım kötü hatıralar şuuraltımın yardımıyla beni oradan kaçırtmak için itekleyici vazife görüyordu. Güvende hissetmiyorum kendimi hiçbir yerde.

On iki yıldır bulunduğumuz evde bile geçirdiğimiz onca zamana rağmen bu hissimi yenememişim.

O evden ayrıldık şimdi; oğlumun ortaokula, liseye, üniversiteye başladığı, her zaman dostlarımızla dolup taşan, bütün dertlerimizi, kederlerimizi, sevinçlerimizi birlikte yaşadığımız evimizden ayrıldık. Zaten her bulunduğum yere (eğer açık havada değilse) ne zaman ayrılma zamanı gelecek diye bakmaktan yorulmuştum.

Bana ne zaman gideceğim hissettirilmeden hemen bulunduğum mekândan ayrılmak istiyordum hep.

Şimdi yaklaşık yirmi gündür yeni evimizdeyiz. Evde yalnız kaldığım ilk gün, yıllardır sırtımda kambur gibi taşıdığım o güvende olmama hissimin uçup gittiğini gördüm. Evet, bunun nasıl olduğunu bilmiyorum, ancak ilk günden itibaren böyle hissettim ve şimdi bu hisse alışmaya çalışıyorum.

Kimsenin gitmem için imada bulunmayacağı, kendimi oradan uzaklaşmak mecburiyetinde kalmayacağım bir ev yeni evimiz…

Neredeyse elli yaşıma geldim, şimdi bu evde ilk defa kendimi güvende hissediyorum, garip ve güzel bir his…

Yemek yaptığım ve yazı yazdığım çalışma mekânım yine mutfak:) Küçük ve sıcak, tam istediğim gibi…

Feminist teori ve pratiğini saygıyla karşılasam da fikirlerine katılmadığım ve fakat oturup konuşsaydık birbirimizi anlayacağımıza emin olduğum Virginia Woolf’u andım bu yeni mutfakta... Woolf İslam’la tanışsaymış şahane bir şey olurmuş…

Kadının kıymetini en iyi idrak edebileceği yer mutfak bence, hem ailenizle, hem kendinizle olabildiğiniz, sevgiyle üretebildiğiniz müthiş bir yer mutfak. Fıtrata uygun bir mekân kesinlikle, bayılıyorum mutfağa ve dostlarımla mutfak muhabbetlerine…

Azerbaycan’ın müthiş şairelerinden Nigâr Hanım Refibeyli nefis mutfak şiirlerinin bir yerinde şöyle der:

“Ürek geniş olarsa, heyal derin olarsa,
Ne arzular öler, ne fikir söner
Könülde bir ışık, bir ateş varsa
Balaca (küçük)bir metbehden de böyük bir dünya görüner.”

“Bir küçük metbeh (mutfak) penceresinden
İlin dört feslini görürem.
Yayın, gışın, yazın, payızın eslini görürem.”

İşte böyle yazın, kışın, sonbaharın dört faslını görebileceğim, geniş yürekli olunca penceresinden büyük bir dünyayı görebileceğim “Balaca” bir mutfağım var artık:)

Ev meselesine girdik ya; herkes işin bir ucundan tutmak için birbiriyle yarışa girdi adeta.

Bu dostlara sahip olmayanların anlayamayacağı türden bir şey yaşadığımız şey. Bizim, hepimizin evini bir eve taşıyoruz gibi…

Allah’a her gün dua ediyorum; içeri girer girmez balkonuna âşık olduğum bu eve yerleşmemize sebep olan, yerleşinceye kadar her aşamasında maddi manevi destek olan bütün dostlarımız için her gün dua ediyorum.

Tıpkı önceden oturduğumuz evlerde olduğu gibi gecenin bir vakti, ya da sabahın ilk ışıklarıyla meleklerle birlikte gelen dostlarımızla dolu, iyi günde de kötü günde de hep birlikte olduğumuz bir ev olması için de dua ediyorum…


Yeni evle birlikte, adlarını Meleklerin zikrettiğine inandığım dostlarımız sayesinde kavuştum güvende olma hissine.

Aziz ve Celil Olan Allah kabul ederse Ahirette hepsinin iyiliği için şahitlik yapacağım… 


Neşe Kutlutaş, 22.10.2015, Konuk Yazar,  Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 27.01.2013)

Seçkin Deniz Twitter Akışı