"Felsefenin yüklenmeye uğraştığı hakikat, şiirin kanadıdır..."
Gerçeğin
kırıldığı yerde başlar şiir...
Gerçeği
kıran ve o kırılma anına kadar gerçek adına birikmiş ne kadar yaşanmışlık varsa, onlara bir içerik ve hakiki görünebilirlik kazandıran kocaman aynanın adıdır
şiir.
Tasarlanmadan, öyle olduğu için öyle olan ya da
her ne ise o olan, bütün bu birikime kazandırdığı içerikle ayna oluş süreci bir
başka anlamda da aynaya akseden, oradan yayılarak tanınabilen görünüm için
sadece o aynada bulunabilecek bir imkanın gösterilişidir.
Ayna şiirin birikmiş olana dönük
tarafı, birikenin salt statik bir evrende gerçekleşmeyip, olma süreci, olmuşluğu
ve muhtemel olabilirlikleriyle aynaya bakanlara ne kadar da şenlikli bir halde
vuku bulduğunu gösterir.
Bir yüzüyle her zaman hayata dönük bir cephede
duran şiirin bu yüzü imkanın kullanılmış hali, sırtının dönük olduğu yer ise
olabilirlik, yani gelecektir.
Bu haliyle de bir olabilirlikler toplamı
olarak geleceği göstermekten öte, geleceği hazırlayan, kendine has bir gelecekten
çok olacak olanları bütünüyle içeren bir geleceği gelmeden önce oluşturan tüm
imgelerin-umudun, hasretin, tutkunun, aşkınlığın ve göğüs çeperini zorlayan
yüreğin ışığını, ısısını siyah sırtıyla taşıyıp getiren ve onu bir yük olmakla
beraber kendi kendini yakarak iç enerjiye çeviren organizmanın adıdır şiir...
İmkanın
nihai noktasındaki geleceğin enerjisini kırarak, sadece karşısında duranların
görebilecekleri bu büyük organizma bir başka deyişle de vaktin arafında durarak
deyişin demenin bütün tonlarını kullanıp, insanoğluna üreyebilme ve üretebilme
yeteneğini hatırlatmanın yanında aklın hizalandırmasıyla imkan dahilinde duran
gelecekten taşıdığı haberlerle de bir bildirici olduğunu açık eder...
Ve... Hakikat bu açıklık içerisinde bütün
çıplaklığıyla ışıldar ve geçer...
Şiirin
siyah sırtında getirdiği bir öte haldir bu hakikatin ışıltısıyla
görülen... Sadece öyle söylendiği ya da öyle bilindiği için
değil;çoğullaşmadan, tutkudan, esrimeden ve üstünde bir yerlerde değil yanında
getirdiği, akıl ve bilgiden farklı olarak hem onlara değgin hem de onlardan
özgür bir öte haldir...
Şiirle bilinmesi gerekmeyen hâlin lüzumundan
fazla akılla bilinen sınırları da işte bu kendinden özgür şiir atıyla
geçilebilir...
Aklın aydınlattığı ışık, ancak bir yöresine
düştüğü hakikat kadar hakikat olan bir hakikati çıkarabilir ortaya... Oysa
gerilerde bir yerde koskoca bir karanlık büyütülmektedir ve bu büyük karanlığın
keşfi sonucundadır ki, akıl düştüğü-düşürüldüğü yerin- yörenin sınırlarına
çekilir...
Akılla yayılan gündeliğin kokusu şiirle çıkar
ortaya ve bu kokuyla da şiir ancak ‘...şiirsel olarak bulunabileceğimiz...’ve
ancak bu bulunuş sonucunda anlam kazandırabileceğimiz bir yeryüzünde bizi
insanca mümkün oluşun en anlamlı hali olan ‘şiir olarak duruş’a’ çağırır.
Yorumlanmış biçimiyle hakikat ilk kaybını, hakikat
oluşun kendiliğine katılan hakikatler karmaşasında yaşayacaktır. Yorumlanmış
ya da yorumlanmaya açılmış hakikat süzülmekten çok didiklenmiş bir hakikat
olarak Logos’un evreninde anlamlıdır ancak.
Akıl
sahiplerinin ‘Şölen’lerindeki ve onların ‘Devlet’lerindeki yeri neresi olursa
olsun,insanlığın hızlı, maharetli kaydedicisi olarak şiir, onların daha ne zaman
söyleyeceklerini bile bilemedikleri sözü, ‘‘...sanki karanlık bir uçurumdan,bir
duvarın ardından çıkıp gelen haberci kuşlar gibi...’’ neresi olduğu bilinemese
de tam orta yerinde durulan bir dünyanın kendi seyrine daldığı aynanın sırtına
nakşeder.
Akıl, Hakikat'i tanımlar... Şiir aklın tanımlamaya çalıştığı hakikati algılar ve
nakşeder ve hakikatin sırtımızda taşınıp bize yük olmasından öte omuz başlarımızı
öpe öpe kanatlarımız olmasını sağlar.
Felsefenin yüklenmeye uğraştığı hakikat, şiirin
kanadıdır...
Kanatları hakíkatle işlenmiştir şiirin ... Ve
ne heyecanlı ne kışkırtıcı bir şeydir hakikatle işlenmiş kanatlarla oluş’un ve
‘ ol...’ un kesinliğine uçmak...
Şahin Torun, 24.10.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Şahin Torun Yazıları
Şahin Torun Yazıları