بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
Tasavvuf Dünyası'ndan Hezeyan Örnekleri
1.Bahauddin Veled Konya’da Mezarlıkta Vaaz Ederken Ölülerin Dirilmesi Yalanı:
Sultânü'l-Ulema herkesin yüzemediği fazilet denizinde yüzmüş ve herkesin dalamadığı keramet denizine dalmış mübarek ağzından inci daneleri dökerek bütün avam ve havasa va'z u nasihatler etmiştir. Şöyle haber verilmiştir ki:
Katur Kardeş derler yüz on yaşında aziz bir zat anlatıyor: « Pâdişâh Sultan Alâeddin Sultânü'l-Ulema'dan va'z u (nasihat etmesi için rica etmiş o da kabul ederek Kaniî dedikleri mezaristanda kürsüye çıkarmışlar. O zaman musalla orada imiş. Musallanın ortasından etraftaki kabirler hep görünür imiş. Halk oraya toplanıp güzel sesli ve kırâeti düzgün hafızlar Yasin-i Şerif suresini okumuşlar, sonra Sultânü'l-Ulema tefsire başlayıp kıyametin ahvalinden, akvalinden, haşir ve neşirden, insanların ameline göre orada olacak cezadan ve mükâfattan bahsederek haşr ü neşrin sıhhatine taallûk eden kelimeler sarf ederek, haşri inkâr edenleri zem ve tenkid, inanıp ikrar edenleri medh ü sena ederek o aziz ve mükerrem meclis-i şerifi Cenâb-ı Allah'ın vermiş olduğu feyz ü berekâtla ihya etmişlerdir.
Meclisde ağlamadık ve gözyaşlarıyla mendillerini ıslatmadık kimse kalmamıştır. Münkirlerden yanı inkâr edici olarak ölenlerden o kabristanda medfun bulunan bazı kimseler Allahü teâla'nın emriyle kefenleri boynunda olduğu halde kabirlerinden çıkarak: «Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü» diyerek ya veliyyallah senin buyurduğun manaya bizler şahidiz, deyip tekrar mezarlarına girmişlerdir. Şimdi hâlâ o mezara şâhidler diye söylerler. Meclisde va'z u nasihat tamam olup dua edilirken her kabirden iki el çıkarak âmin demişler ve bunu meclisde bulunanlar aşikâre görmüşlerdir.
2. Sultan’ül Ulema’nın Meclisi'ne Muhalif İş İşleyerek Gelenlerin Durumunu Bilmesi Şirki:
Sultânü'l-Ulema tasarrufatta yüce mertebelere erişmiş idi ki bir kimse tarikata muhalif bir iş işledikten sonra tevbe ve istiğfar etmeden meclise girerse hemen Sultânü'l-Ulema'ya keşf olunur ve o da ona:
«Böyle nâpâk yani temiz olmayan göz ile ehlullah meclisine gelirsiniz; böyle hareketleri bırakın, tevbe ederek gözyaşları ile günah kirlerini yıkayın, ondan sonra böyle ehlullah meclislerine tertemiz olarak girin ve meclisde olanların yüzle-ı inde olan nurları müşahede ederek Cenâb-ı Allah'ın ihsan etmiş olduğu feyz ü berekâttan hissedar olun, yoksa hâliniz müşkil olur», diye nasihat eder imiş.
Sultânü'l-Ulema'nın böyle nasihatları keramet izhar etmek ya da bir kimsenin aybını ba¬şına kakmak gayesiyle olmayıp ancak insanları uyarıp İkaz etmek gayesiyle olur imiş.
3. Seyyid Burhaneddin Şeyhi adına Yalan Söylüyor:
Sultânü'l-Ulema'nın kerametine dair şöyle haber verilmiş¬tir ki Seyyid Bürhaneddin anlatıyor:
«Ben rü'yamda gördüm, bir yeşil nur Sultânü'l-Ulema hazretlerinin türbesinden çıkıp açıldı, genişledi, tâ benim bulunduğum yere kadar yetişti. Hiç önüne perde olacak bir şey bulunmadı. Ben ihtiyarım elimde olmayarak yerimden sıçradım ve (La ilahe illallah muhammedün resûlüllah) dedim ve gördüm, nur hâlâ genişlemekteydi. Tamamen şehri kuşattı. Bu sırada ben bayılıp kendimden geçmişim, kendime geldiğimde rü'yayı tabir ettirdim, aziz ve muhterem bir hanedanın zuhur edeceğini söylediler» demiştir.
4. Meydanda Şeyhin Öldürdüğü Adam Köpek Şekline Dönüşüyor Yalanı:
Şöyle Haber verilmiştir ki, bir gün Sultânü'l-Ulema hazretleri bir zalim kimseye asa ile hücum edince o şahıs tahammül edemeyip saldırının heybetinden düşüp ölmüş. Bu hâdiseyi görenler hemen padişaha giderek:
«Şeyhin bir adam öldürdü», diye haber vermişler. Pâdişah bir adam gönderip Sultânü'l-Ulema’dan bu işin aslını ve hikmetini öğrenmek istemiş. Sultânü'l-Ulema:
«Hâşâ, ben adam öldürmedim, benim öldürdüğüm bir köpektir. Eğer inanmazlarsa adamlar gönderip baksınlar ve görsünler», demiş. Padişah da adamlar göndermiş. Giden kimseler orada bir siyah kelb ölüsü görmüşler, o kelb ölüsünden başka hiç bir şey orada yok imiş.
Gelip padişaha haber verdiklerinde padişah bu hâdisenin hikmetini Sultânü'l-Ulema'dan sormuş. O da: « Padişahım bu herkes için bir ibret olsun da bu gibi zulümkâr olmasınlar ve mahşerde bu sıfatla haşr olmaktan korksunlar, çekinsinler», dedikten sonra şu hâdis-i şerifi kırâet eylemislerdir:
(Temûtûne kemâ teğıyşûne ve tuhşerûne kemâ temûtûne) Sadeka resûlüllah ve sadaka habîbullah.
5. Seyyid Burhaneddin'le Alay Eden Adamın Ağzının Eğilmesi Yalanı:
Seyyid Bürhaneddin bir gün yolda giderken ferecesinin eteği bir tarafa eğri olmuş idi. Bir insan da istihza tankıyla yani alay edercesine:
«Hey derviş, ne biçim ferecedir bu?» der.
Seyyid Bürhaneddin cevap verir:
« Ne var, ne olmuş fereceye?»
«Ne olacak eğrilmiş».
Seyyid ona cevaben : «Ne fark eder, sen benim ferecenin eğrildiğini göreceğine kendi ağzının eğri olduğunu, kendi ağzının eğriliğini gör», demesiyle hemen adamın ağzı eğrilmiş ve hâli perişan olmuş.
Bu hâlin sebebinin dervişden olduğunu ferasetiyle anlayan genç, derhal Seyyid Bürhaneddin'in ayağına düşerek özür di¬lemiş ve Seyyid Bürhaneddin de bir kere gencin ağzına bakmasıyla hemen eski hâline gelip iyi olmuştur.
6. Ateşle Oynayan Veli:
Seyyid Bürhaneddin'in bazı kere ne yaptığını bilmeyerek yanmakta olan ateşe ayaklarını soktuğu ve elleriyle de kızgın ateşi söndürdüğü haber verilmiştir.
Şöyle ki üstadı Sultânü'l-Ulema va'z u nasihat ederken Seyyid Bürhaneddin aşka gelip ne yaptığını bilmeyecek hale geldikde yanan ateşin içine ayak¬larını sokup ve elleriyle de ateşi mahvettiği sık sık vaki olmuştur.
Hatta meclisde bulunanların bu sebebden huzursuz oldukları ve Seyyid Bürhaneddin'in bazan meclisden dışarı çıkarıl¬dığı ve bazan da baygın olarak kaldığı görülmüştür. Seyyid Bürhaneddin'in kırk günde üstadı Sultânü'1-Ulemanın kemâlâtını kazandığı Sultan Veled tarafından haber verilmiştir.
7. Seyyid Burhaneddin’e Gaibten Gelen Ses Hurafesi:
Seyyîd Burhaneddin olkadar riyâzât ehli olmuş idi ki Sultânü'l-Ulema'ya mürid olduktan sonra on iki sene cezbe makamında olup dağlara düştüğü ve on günde falan bir ölmeyecek kadar yemek yediği söylenen sözlerin ve verilen haberlerin içindedir.
Seyyid Bürhaneddin'in riyâzât sebebiyle açlığından mübarek ağzında diş kalmadığı ve kendisine gaibden nida gelerek:
«Riyâzattan muradın her ne ise hâsıl oldu, yeter artık bırak riyâzâtı», diye defalarca söylendiği halde bırakmayıp ömrünün nihayetine kadar riyâzâta devam ettiği de haber verilmiştir.
8. Seyyid Burhaneddin'in Öleceği Günü Bilmesi Şirki:
Seyyid Bürhaneddin'in hizmetçisi anlatıyor:
«Efendim Seyyid Bürhaneddin bir gün beni yanına çağırıp «Ecel şerbeti kadehe doldurulmuş bana sunulmak üzeredir, sen sıcak su hazır eyle, hem de sala eyle ki cenazeme hazır olsunlar, benim vaktim tamamdır», dedi ve içeri girdi.
Ben kapıda durdum ve kendine gizli olarak dikkat ettim, hücrenin kapısını bağladı ve temiz gusül ettikten sonra kapının bağını çözdü, sonra namaza durdu, iki rek'at namaz kıldıktan sonra Cenâb-ı Allah'a münacata başladı. Bir müddet naz ve niyaz ettikten sonra şöyle dediğini işittim:
«Ey hazır ve nazır! Bir emanet bana verdin, lûtf u ihsan edip yine al (Setecidünî inşâallahü minessâbiriyn», deyip şu rubaî’yi orada okudu:
Şemsi, oğlu Alâeddin'in şehîd ettiği anlaşılmıştır. Hatta Mesnevî'nin şu anlamda olan bir beyti de bu kanaati vermektedir. Beytin anlamı şöyle:
«Ey kerim olan Allah! Eğer sen dergâh-ı izzetine sadece iyileri kabul edersen, günahkâr olan kimseler nereye ağlayıp sığınacaklar?»
Cenâb-ı Allah Mevlâna hazretlerinin oğlu hakkındaki böyle niyazını dergâh-ı izzetinde kabul buyurup oğlunun suçunu bağışladığını Mevlâna şöyle haber vermiştir:
«Murakabe esnasında gayb âleminde oğlum Alâeddin ile üstadım Şemseddin hazretlerinin sulh olduklarını müşahe¬de ettim, oğlumun suçunu Cenâb-ı Allah bağışladı ve rahmeti¬ne nail eyledi», demiştir.
9. Allah Resulu’nun Miraçta Mevlana’nın Ruhu ile Karşılaşması Yalanı:
«Biz aba ü ecdadımızdan böyle işitmişizdir ki, Habib-i Ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem mi'rac gecesi arş altında bir suret müşahede etmiş, cennet hülleleri giyinmiş ve başına sarık sarınmış, sarığın da ucunu bir karış kadar aşağı bırakmış.
Nazar-ı dikkatini çeken bu suret Efendimiz sallâllahü aleyhi ve sellem'in çok hoşuna gittiği için Cebrail'e sormuş:
«Ya kardeşim Cebrail, bu suret benim çok ilgimi çekti, enbiya veyahut evliya ruhu mudur?» deyince Cebrail haber verip bu suret Ebu Bekrini's-Sıddîk radıyallahü anh evlâdından Hazret-i Mevlâna Celâleddin-i Rumî'nin ruhudur. Her hususta senin yolunda olup şeriat, tarikat, zühd ü takva ve ahlâk yönünden seni örnek edinip, din-i mübîn-i İslâmda bütün ol¬gunlukları kendinde toplayıp (Mâ min nebiyyin illâ ve lehü naziyrün fiy ümmetini) fehvasınca senin sünnetin üzere hareket etse gerektir» demiştir. Peygamber Efendimiz sallâllahü aleyhi ve sellem de hoşuna gittiğini beyan ederek sarığını o şekilde sarınıp mi'racdan geri dönmüştür. Ve bir karış kadar aşağı bırakmıştır. Biz de el'an onu icra ederiz» dedi.
10. Hızır’ın Mevlana’nın Vaazını Dinleme Yalanı:
«Sanki yanımızda idin, sanki üçüncümüz sen idin» diyordu. Ben anladım ki Hızır aleyhisselâmdır. Hemen yanma sokularak kendisine:
«Anladım, sen Hızır'sın, ne olur bana ihsan eyle» dedim, O da bana cevaben : .
«Burada Hazret-i Mevlânâ var iken benim sana ihsan¬da bulunmam, deniz yanında teyemmüm eder gibi olur. Senin bütün müşküllerini o halleder», deyip gözümden kayboldu. Ben de bu hâli Mevlânâ hazretlerine anlatmak için yanına git¬tiğimde ben hiç söze başlamadan o bana :
«Ya Attâr! Hızır aleyhisselâmın sözleri doğrudur» diye¬rek durumu açıkladı ve Hızır ile aramızda geçen karşılıklı ko¬nuşmalardan haberdar olduğunu bildirdi» demiştir.
Şemseddin Attar anlatıyor :
Hazret-i Mevlânâ bir gün bir camide va'z u nasihat ederlerken mevzuları Hızır ile Musa aleyhimesselâmın hikâyesine gelmiş idi. Mevlânâ bu kaziyeyi öylesine fesahat ve belagatla anlatıyordu ki dinleyenler nefeslerini kesip can kulağı ile dinliyorlardı. Bu sırada caminin bir köşesinde oturmuş, başım aşağı eğmiş vaiz dinlemekte olan bir şahıs kendi kendine mırıldıyordu.
Bana çok yakın olduğu için söylediklerini anladım. Şöyle diyordu:
«Sanki yanımızda idin, sanki üçüncümüz sen idin» diyordu. Ben anladım ki Hızır aıeyhısselamdır.
Hemen yanına sokularak kendisine:
«Anladım, sen Hızır'sın, ne olur bana ihsan eyle» dedim, O da bana cevaben : .
«Burada Hazret-i Mevlânâ var iken benim sana ihsanda bulunmam, deniz yanında teyemmüm eder gibi olur. Senin bütün müşküllerini o halleder», deyip gözümden kayboldu. Ben de bu hâli Mevlânâ hazretlerine anlatmak için yanına gittiğimde ben hiç söze başlamadan o bana :
«Ya Attâr! Hızır aleyhisselâmın sözleri doğrudur» diyerek durumu açıkladı ve Hızır ile aramızda geçen karşılıklı konuşmalardan haberdar olduğunu bildirdi» demiştir.
Puran Tilmiz, 25.10.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü