"O dünyanın en kalleş yöntemiyle asfalt altına gizlenerek patlatılan yüzlerce kiloluk patlayıcılar da son iki ayda belki yüz binlerce sıkılan kurşunlar da atılan yüzlerce roket de hep “Hangi betona?” sorusunun cevabı bulunamadığı içindi."
“Ne gerek vardı ki” diyorlardı, hazır tek başına iktidar oldu olacak bir noktadayken bu bombalara. Bunca cana. Böyle bir katliama… Hele başkentin göbeğinde olmasına nasıl kızıyorlardı.
Siirt'te veya İzmir'de olsa bir nebze… ama doğrudan egemenliğinin simgesinin göbeğinde, tarihi gar binasının önünde olacak şey değildi… Ölenler umurlarında değildi, onlar kendi kendilerini seçim öncesi bu kadar zor duruma düşüren planlamalarına sinirlilerdi.
Tıpkı Suruç patlamasında olduğu gibi yine aynı hatayı yapmalarına.
Selahattin Demirtaş'a hak veriyordu hepsi; eğer silahların nereye nasıl hangi betona ne yolla gömüleceği hususunda kanun çıkarsalardı terör böyle tırmanmayacaktı.
Bu kanun çıkarılmadığı, terörist silahını nereye koyacağını bilemediği için ateş ediyordu sağa sola.
O dünyanın en kalleş yöntemiyle asfalt altına gizlenerek patlatılan yüzlerce kiloluk patlayıcılar da son iki ayda belki yüz binlerce sıkılan kurşunlar da atılan yüzlerce roket de hep “Hangi betona?” sorusunun cevabı bulunamadığı içindi.
Dünyanın sayılı inşaatçı ülkesinin parlamentosu sırf silahların hangi betonun içine gömüleceğini belirleyen kanun çıkarılmadığı içindi bütün bu saldırılar, pusular, çatışmalar, onca havalanan uçak, onca şehit…
Akademisyenlerin Alman Başbakanı'nın Türkiye'ye gelmemesi için yaptığı çağrıya anlam vermeye çalışıyorlardı bir yandan da.
Haklı mıydı acaba akademisyenler?
Haklılarsa Merkel neden gelmişti?
2 milyon Suriyeli mülteciyi misafir eden Türkiye'nin akademisyenleri hepi topu 100 bin mülteci kapısına dayanınca dengesi bozulan Avrupa'yı hiç mi tanımıyordu yoksa?
Onlar gibi giyinip düşünüp yaşayıp, onların yazdıklarını okuyup, onların diline aşina bu insanlar ne sanıyordu?
Yaşlı kıtanın sadece patronları değil nüfusunun çoğunluğunun talebini iletmek için Merkel'in sözcülüğünü üstlendiği şeyi değil, ülkesinden istediği şeyi değil seçim öncesi gelip gelmemesini tartışıyordu aydınlar akademisyenler gazeteciler okur yazar takımından insanlar.
Halep neresiydi?
Halep'te neler oluyordu?
Halep'ten belki 2 milyon insan daha kapımızı çalabilir miydi?..
Bilmiyorlardı belli ki…
Oysa hepsi Kobani'yi biliyordu ezbere.
Emperyalizme karşı slogan atmaya hazır ama kendi ülkelerinin ABD ile Kobani nedeniyle yaşadığı büyük gerilim yer almıyordu büyük analizlerinde.
Rusya'yı belli ki hâlâ sosyalist bir ülke sanıyorlardı, tıpkı Avrupa'yı “çok demokrat” sandıkları gibi…
Mültecilerden yana belediye başkanının bıçaklandığı, mültecilere denk getirmek için köprü üzerinde bekleyip aşağı tüküren insanların Avrupasını…
Koşa koşa gelip “Aman sakın bize doğru gelmelerine müsaade etmeyin. Gelen olursa da hemen size geri postalayabilelim” dediklerini anlamıyorlar mıydı?
“Bizim diktatörlükte” seçime katılmama oranı yüzde 10'ken “Sisi demokrasisinde” seçime katılma oranının yüzde 10 olmasıyla ilgilenmiyorlardı.
Elin başbakanına kendi ülkesini şikayet mektubu yazanların;
Akdeniz'de neler olup bittiğinden habersiz, konu açılsa sadece Kıbrıs'ta işgalci olduğumuz nakaratını söyleyeceklerin;
Aylan'ın karaya vurmuş minik cesedini çoktan unutmuşların;
Suriye sınırında düşürülen iha ile dalga geçenlerin;
Yerli otomobil, yerli tank, yerli uçak denilince gülmekten kırılanların kendi Başkentinin göbeğinde yüz iki kardeşinin canını alan bombanın karmakarışık ağına, onca hesap içinden çıkıp gelmişliğine dair değil bir fikre bir hisse bile sahip olmalarını beklemek, biliyorum büyük iyimserlik.
Adının başına akademisyen konunca insan yine de bekliyor işte, o titrin hatırına.
Yaşar Taşkın Koç, 25.10.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Yaşar Taşkın Koç Yazıları
Takip et: @yasartaskinkoc
Sonsuz Ark'ın Notu: Yaşar Taşkın Koç Beyefendi'nin yazılarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 16.07.2015
İlk yayınladığı yer: Yeni Şafak
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yasar_taskin_koc/nato-kafa-nato-beton-2022511