“Ancak müşterisi olursan, paran için bir an severler seni bu insanlar.”
Birkaç ay sürecek ama olsun, heyecanlıyım işte. Kendimi kendime ispatlayacak olmanın bir heyecanı var içimde. Kendi ayaklarımın üzerinde duracağım ilk günün provasını yapacağım stajıma başlar başlamaz.
Güzel bir işyeri bulmam lazım, şöyle hocalarımın çok güzel ve başarılı bir iş yeri. "Aferin, sana" diyecekleri. Seni kabul ettiklerine göre bu alan da çok başarılı olacaksın diyebilecekleri kadar da iddialı olmalı diyorum içimden.
O an hayata hazırdım. Hayatın bana hazırladığı şeyleri denemek üzere yola çıkmıştım sadece.
Bindiğim dolmuşun camına; nefesimin buharı ile kaplanan yüzeyine, parmaklarımla çizdiğim küçük noktayı hatırlıyorum. Dünyayı görebilmek için açtığım bir pencereymiş bu küçücük nokta.
Kızılay’ a varan dolmuştan iniyorum Görüşmem gereken birkaç işyerinin adı ve adresi var elimdeki kâğıtta. Ama ben en büyüğünden başlamak istiyorum görüşmeye. Mithat Paşa Caddesi'ne doğru yürüyorum. Zaman zaman gezdiğimiz Kurtuluş Parkı'nın biraz üstünde, caddenin Kızılay’la kesiştiği köşede kocaman bir işyeri var. Çok katlı, modern bir davetiye tasarım ofisi.
"Evet", diyorum içimden. Önünden geçerken hayalini kurduğum işyerlerinden birisi bu. İlk önce burada şansımı denemeliyim. İçeriye giriyorum. Vitrinde birbirinden çekici düğün, nişan, sünnet davetiyeleri. Eğer kabul edilirsem, çok eğlenceli bir meslek olacak diyorum içimden.
Düşünsenize, kötü günü olmayan herkes kapınızda…
Mesleki anlamda düşünmesi bile eğlendiriyor insanı.
İşyerine ısınabilmek için, içeri çaktırmadan göz gezdiriyorum. Raflardaki davetiyeleri karıştırıyorum bir taraftan, tasarım anlayışlarını çözebilmek için. Az sonra görüşme talep edeceğim yetkililerinden.
28 Şubat’ın soğuk darbesi henüz yeni yeni unutulmaya başlamış. Başörtülü olmak, bu şekilde çalışmama izin verirler mi endişesi, hep aklımın sol tarafında hazır ol da nöbette duruyor, kimseye çaktırmasa da…
Kafamdan bu düşünceler ve endişeler geçerken, asma kattan mini etekli bir bayan iniyor. Soğuk ve kibirli bir sesle tepeden tepeden konuşuyor.
-Hoş geldiniz!
Gözlerinde ki bakış. Neden geldiğimi anlamamış olduğu belli. Bu soğuk davranışa, doğru cevabı veremiyor cesaretim.
- Davetiyelere bakmıştım. diyorum.
- Düğün için mi? diyor, soğuk ses.
- Evet, diyorum. Bu yaza inşallah.
- Siz göz gezdirin, beğendikleriniz üzerinden konuşuruz, diyor. Benim yukarıda az işim var.
- Peki, diyorum. Dişlerimin arasından, sahte bir gülümseme atarak.
"Hadi Duru!" diyorum kendi kendime, seni almazlar burada staja. Tebdili kıyafetlerini görmedin mi? Hele o soğuk bakış ve tepeden konuşmalar.
“Ancak müşterisi olursun, paran için bir an severler seni bu insanlar.”
Bir süre davetiyeleri karıştırıp, memnun kalmamış yüz ifadesi takınarak kapıyı aralıyor ve çıkıyorum. Tabelasında “Koza Davetiye” yazan işyerinden…
***
Seneler geçiyor. Staj için girdiğim üçüncü işyerinde kabul edilerek başlıyorum meslek hayatına. Kendi geleceğime dair bir endişe yok üstümde. Aklımın sol tarafında hazır ol da nöbette duran düşünceler dağıldı, neredeyse unutmak üzereydim hatta.
Son yıllarda abiler-ablalar türemişti etrafımızda. Bağıştı, yardımdı, fakirlikti çalışıyorlardı çok güzel.
Vakitlerini ayırdıkları işler, hayırlı ve güzel işlerdi. İmrenirdim hatta zaman zaman. Geniş vakit gerektiriyordu yaptıkları işler. Elimizden geldiğince yardımcı da oluyorduk maddi olarak kendilerine. Bunun dışında pek ilişkili değildik sadece kendileri ile.
Bir kurban bayramı Afrika’da su kuyusu açacaklarını söylediler. Kurban hissemizi para olarak verip veremeyeceğimizi sordular. Düşünmeden kabul ettik. Kendilerine parayı elden teslim ettik. O arkadaş Kurban Bayramını Afrika’da geçireceğini söyledi ve gitti.
Döndüğünde bize Afrika çayı ve ananas getirmişti hediye. Nedense komik gelmişti bu hediye bana. Sebebi neydi o an, şifresini çözememiştim demek ki şimdi hatırlamıyorum.
Birkaç ay ay sonra arkadaşın hoca efendilerinin dediği kişinin telefonda ki ses kaseti yayınlandı. Afrika’da büyük bir petrol kuyusu açtıklarını, bir iş adamının bu işle ilgilenip ilgilenmeyeceğini, kendisine gönderdiği ananasları beğenip beğenmediğini soruyordu telefonda.
Kafamdan aşağı kaynar sular döküldü. Abilerin su kuyusu açmaya gittiği ülke idi bu. Su kuyusu ve petrol kuyusu kelimeleri arasında zihnim gidip geliyordu. Ve hediye gelen ananas. Hediyenin şifresini çözmüştüm. Ancak esnafından kazık yemiş müşterinin acısını hatırlatan bir acı hissetmiştim kalbimde. Staj için görüşmeye giderken dolmuşun camında nefesimden çıkan buhara çizdiğim nokta canlandı gözümde. Dünyaya bakmak için çizdiğim daire şeklinde ki noktayı, çok küçük çizmiştim demek ki.
***
Bu sabah TV’ yi açtım. Zihnimin sol tarafında nöbette duran, kimseye çaktırmadığım düşüncelerin nöbetçileri hep beraber ekrandaydı. Ananaslara koza örenlerin yanı başında, onlara destek oluyorlardı. Ve staj görüşmesi için girdiğim işyerinde, aklımdan geçirdiğim düşünceler tekrar etti kendini sessizce…
“Ancak müşterisi olursan, paran için bir an severler seni bu insanlar.”
Dünyayı görebilmek için camın buharına çizdiğim nokta, bugün daha da büyüdü. Şimdi kocaman bir daire şeklinde ve resmin içi de tamamen dolu. Zihnimin sol tarafında, hazır ol da ve nöbete duran düşüncelere geçit vermeyecek kadar da görüntüsü net.
Duru Çağlayan, 29.10.2015, Sonsuz Ark, Çırak Yazar,