Dünya’da rahat yoktur,
kim rahat beklerse bilsin ki bu böyledir. Her bir işini yoluna koyarsın, dersin
ki tamam, bundan sonra rahat edeceğim, çok geçmez arkasından başka bir şey
çıkar, hayat böyledir bir şey diyemezsin. Evi yaptık, el kapısından kurtulduk, dükkanı açtık derken bizim beşinci çocuk oldu, anasının sütü yok. O vakte
kadar ineğimiz yoktu, hasbelkader idare ediyorduk, fakat süt lazım, her gün
sütü nerden bulup da çocuğa içireceksin. Öyle şimdiki gibi bol süt yok.
Dükkanda şişede, kutuda pastörize süt var, satıyordum, ama çocuğa taze süt
içirmek lazım.
Gittik bir inek aldık, tabi ahır da lazım ineğe. Tuğla, harç derken duvarlarını ördüm ahırın, üstüne de çinko çaktım. Bizim betondan bir oda, üstü çinko kaplı mutfağımızla beraber bir de ahırımız oldu. Lakin dert btmez dedim ya… süt-yoğurt buzdolabı olmadan bozuluyor, köy gibi değil, sıcak Adana. Rahmetlik anam, “Yok” dedi, “Borcun var, dolap alma.”
Anam fukara hem
temkinliydi, tek başına iki çocuk büyütmüş, hem kadını olmuş hem erkeği evinin,
nihayetinde anan, kırsan olmaz, dinlemesen olmaz. Almadım dolabı bir zaman… Çok
sürmedi, anam baktı olmuyor, “Git al dolabı” dedi. Aldık. Aldık, ama buzdolabı
bir keyif; yemeğin, sütün, yoğurdun bozulmuyor; o yaz günlerinde soğuk su
içebiliyorsun. Buzdolabın yoksa ya buzcudan buz satın alıyorsun ya da komşudan
buz istiyorsun. Ayran içeceksen eğer sıcaksa ağzının tadı bozuluyor. İçine bir parça buz attın mı sürahinin, değme
keyfine.
Hep söylüyorum; yeni
nesil yokluğu bilmez, gaz lambasını bilmez, gaz ocağını bilmez, odun sobasını bilmez,
buzdolabının yokluğunu da bilmez. Elektrik var, var ama gök gürüldese kesilir,
ya lüküs yakacaksın ya da gaz ocağı. Tüp pahalı kaç kişi lüküs yakar ki? Ama
herkesin evinde gaz lambası var.
Bu gaz lambasının
marifetleri çoktur, bir evin kızı varsa o lambanın camı isliyse kimse o evden
kız almazdı, "Pasaklı kız" derlerdi. O lambanın camı her sabah tertemiz silinecek,
öyle askıda duracak lamba. Kaç kızımız şimdi böyle ölçülerle isteniyor ki?
Neyse. Buzdolabını
aldık almasına da elektrik faturası fena halde kabardı. Elektrik pahalı. O vakte
kadar bir ampul yakmışsın hepsi o. Ütümüz de kömürlü… Öyle herkesin evinde
elektrikli ütü de yok, ağaların evinde bile kömürlü ütü ile ütü yapıyor
hizmetkârlar. Şükür ki o vakitler bir su bir de elektrik faturamız var, ya
şimdi? Say say bitmez ödemeler…
Tamam her şeyimiz
kıttı, ama giderimiz de kıttı. Dedikodu şimdiki gibi vardı, ama kim bilir kaç
senede bir bir araya geleceksin de iki laf edeceksin. Şimdi herkesin elinde bir
telefon, yanındaki ile konuşan bile yok. Bir evde kaç nefer varsa o kadar
telefon var, buna para mı dayanır? Telefon faturası bir tane iken 3-4 tane oldu,
bir de internet çıktı, onun da faturası var. İnternet güzel şey, amma ömrünü
orada geçirdiğin zaman ne itibarı kalıyor?
Yoksulluk
itibarı olan bir şeydir, öyle şımarıklık, kendini beğenmişlik, başkasına hor
bakmak olmaz yoksullukta. Yoksul keserini de paylaşır ekmeğini de. Evinde pişenin
kokusu komşusuna gitmiştir diye bir tabak da komşusuna gönderir. Bitişiğine ev
yapacak olan komşusuna “Bir duvar masrafı daha etme, tavanını bizim evin
duvarına bindir” der. Şimdi kim yapar bunu? Kardeş kardeşe evinin duvarını
verir mi? Niye? Herkes yoksulluğu unuttu çünkü, herkes mal-mülkün tadını aldı.
Bir
ceketimiz olurdu, bir de kaputumuz kış için. Bir çift gömleğimiz bir çift
pantolonumuz olurdu, kışlık-yazlık ayakkabı nedir bilmezdik, bir ayakkabı
alırdık yaz-kış giyerdik. Yoksulduk amma birbirimizin hatırını gözetirdik.
Birbirimize ekmeğimizi tuzumuzu verirdik.
Hâlimiz
vaktimiz yerindeydi o zamana göre. Şükür bizde bakkal dükkanı var, yokluk
bilmiyoruz. Evimizden yağ-zeytin eksik olmazdı. Kim bulmuş ki yesin? Hele yetmişlerde
her şey kuyruktu. Yağ kuyruğu, tüp kuyruğu, gazyağı kuyruğu, fatura
yatıracaksın su kuyruğu, elektrik kuyruğu. Daha bizim tekel kuyruğu var, hastane kuyruğu var. Ama kuyruklar bitti,
huzur da bitti.
Dünya’da
rahat yok işte. Bir derdi başından savarsın ötekisi başlar. Yoksulluğun dertleri
adamı pişirir, yoksulluk gittiğinde adamı ne pişirecek? Varlıklının dertleri
adam pişirmez dert pişirir.
Kara Davut gibi kitaplar yirminci asrın
kadınından, çocuğundan hayır beklemeyin diyorlardı, yirmibirinci asrın
erkeğinden de hayır çıkmıyor. Ekmeği kolay kazanan, kıymetini bilir mi?
Durum
böyle işte. Varlık da dert yokluk da. Allah bizi hududunu bilenlerden kılsın.
Piro Zaza, Sonsuz Ark, 02.11.2015