“Ne fenâ bir öfkeydi bu… ağzım açık bir şekilde onu dinledim, izledim; oysa onun yerinde bir başkası olsa, bu türden iltifatlar ve övgüler karşısında keyifle sırıtır ve şımarırdı.”
Hava
hafif serindi; belki de soğuktu, ama soğuk, soğuk olarak adından emin değildi.
Daha vakti vardı anlaşılan. Gergin insanların gerginliklerini kısa bir
süreliğine terk ettikleri zamandan bir zamandı. Evlerinden birer ikişer çıkmış,
sessizce parmaklarını kullanmışlardı ve büyük bir coşkuyla yeri-göğü titreterek
evlerine dönmüşlerdi. Ortalık sessiz, keçiler dingindi. Bense tedirgin
zamanların insanların ruhlarında bıraktığı izlerin peşindeydim. Değnek İzleri
arıyordum. Ki; çok geçmeden bir hışırtı sesi duydum bazı ruhlardan; bir
gürültü, kimsenin duymadığı, ama duymadan algıladığı…
Yine
kendi sessizliğinde konuşan bir adam vardı baktığım yerde. Ruhuna yaklaştım;
hışırtı seslerine kulak kabarttım… Durmaksızın devinen kelimeler başka bir
coşkunun asma gökteki hatlarını çiziyordu… Sessizce dinledim…
“Yok
böyle olmayacak; bana dâhi olduğumu söylüyorlar, üstün yeteneklerim olduğundan
bahsediyorlar, önüme bir ‘Kristal Küre’ koyup geleceği okumamı istiyorlar. Beni
ne sanıyorlar ki? Kâhin miyim? Ya da ‘Cam Küresi’ olan masal cadılarından biri
mi? Geleceği Allah’tan başka kim bilebilir? Allah’ın bilebileceği şeyleri
bilmeye azmeden câhillerden biri miyim? “Sebebi ne?” diye soruyorum. Sebebini
söylemiyorlar, yaptığım akıl yürütmelerin sonuçlarının isabetli olması bir dehâ
olmamı mı gerektirir? Ya da herkesin dikkat etmeye üşendiği şeylere dikkat
ederek yaptığım çıkarımların doğru olması ve gerçekleşen şeyler sonrasında bunun
fark edilmesi bana aşırı birkaç sıfat ilave edilmesini mi gerektiriyor?
Peki,
madem öyle ben bu sıradan akıl yürütmeler dolayısıyla bir ‘Dehâ’yım o halde bunu
yapmayan sizler nesiniz? Yapamayan değil, yapmayan… aradaki farkı da izah etmem
gerekiyor mu? Hepiniz yaptığım şeyi yapabilecek özellikte ve yetenektesiniz;
yapamaz değil yapmaz durumdasınız ve üşengeçliğiniz yüzünden benim yaptığım
sıradan işlerin ‘Dehâ’ ürünü olduğunu ve bunu benim üstün yeteneklerime bağlamayı
düşünerek ve bunu bana söyleyerek kendi tembelliğinizi gizlemeye çalışıyorsunuz.
Bunu benden öncekilere de yaptınız ve onlara dilediğiniz gibi davranma hakkı
elde edeceğinizi düşündünüz.
Hayır, ‘Dâhi’ değilim, yaptıklarım 'Dehâ Eseri' de
değil, üstün yeteneklerim de yok; sadece istikrarlı bir şekilde araştırıyor,
okuyor ve akıl yürütüyorum; bunları da sizlerle paylaşıyorum. Yoksa sizinle
paylaşmam mı hata? Evet, evet, beni ilginç ve tuhaf sıfatlarla etiketleyerek
bir kenara koyup kendi tembelliğinizi özgürce yaşamak istediğiniz için böyle
davranıyor olmanız gerekir. Aksi hâlde ilgilenmeniz gereken akıl yürütmelerim
olmalı, ben değil. Kendinize saygınız olmalı ve yaşayan insanlar olarak
sorumluluklarınızı eksiksiz yerine getirmelisiniz.
Allah niçin insanları farklı
yeteneklerle yaratsın ki? Bunu neden düşünmüyorsunuz? Öne çıkan kazanılmış özellikleri
yüzünden insanların mutlu olduklarını sanıyorsunuz; ‘Hayır’ değiller, işte
görüldüğü üzere rahatsız ediliyorum, rahatsız oluyorum. Normal bir insan
olarak yaşama hakkım olduğunu görmek zorundasınız, olağan dışı bir hayata
sahip değilim, kendi sorumluluklarınızı öteleme hakkı kazanmak için bana ‘Dâhi’
diyemezsiniz, bana ‘Dâhi’ diyerek benimle dilediğiniz gibi kavga etme hakkınız
olduğunu sanıyorsunuz. Peki, benim gibi biri ile normal bir şekilde kavga
edebileceğinizi sanıyor musunuz?
İstikrarlıyız biliyorsunuz, önemsemekte
istikrarlı olduğumuz gibi önemsememekte de istikrarlıyız, biz ‘Dâhiler’… Buna
tahammül edebilecek misiniz? Tahmin edebileceğiniz kadar, yani en az sizin
kadar hassasız ve kırılganız, daha da fazlası sizin düşüncelerinizi
okuyabiliyoruz. Bunu ‘Kristal Küre’ye bakarak yapmıyoruz, insan DNA’sının
muhtemel çıktılarını sizden daha fazla irdelediğimiz için, sözcüklerinizden
yola çıkarak zihninizdeki düşünce bileşenlerine ulaşabiliyoruz. Böylece söylediklerinizden daha fazlasını,
yani gizlediklerinizi de anlayabiliyoruz…
Bunu bilmiyor olabilirsiniz, ama
artık bilmeniz gerekir. Odaklandığımız zaman zincir sökümü kolaylıkla ilerliyor
ve aklınızdan geçenleri biliyoruz. Dilersek düşüncelerinizi de
yönlendirebiliriz sözcüklerimizle, ama bunu kendi ilkelerimize aykırı
bulduğumuz için doğrudan soruyoruz. Size ‘Dâhi’ olduğumuzu düşündürten nedir?
Bu soru sizi kızdırmamalı, nefsinizi hareketlendirmemeli, soruya doğrudan cevap
vermeniz en azından nezaketin gereğidir, soruya öfkelenmeniz bunu bir kavga
nedeni saymanız ne demek? İzahı gerekli olan bu sizin için, ama yine de bilin
ki benim için gerekli değil. İzah ettim çünkü… Sizden fazla bir şey istemiyorum,
basit bir soru sordum ve cevabını vermeniz gerekiyor. Aksi hâlde dâhilerin ne kadar kırılgan
oldukları tezini gündeme sokamayacak olmanız mı sizi endişelendiriyor da
kavgayı birinci seçenek olarak öne çıkarıyorsunuz. Saklanıyorsunuz ve karşıma nefsinizi
dikiyorsunuz.
Hayır, hayır nefsinizle ilgilenmiyorum, onu hırpalamak da
istemiyorum, onun saçmasapan gerekçeleri de umurumda değil. Benim nefsim bana
yeter başıma bela olarak, sizinkiyle uğraşamam. Daha iyi şeylere ulaşmak için akıl
yürütmenin önündeki engelleri kaldırmamayı istiyor olabilirsiniz, bu sizin
tercihiniz, ama lütfen buna beni alet etmeyin. Olur mu? İşim gücüm var, çünkü;
sıraya koyduğum binlerce akıl yürütme beni bekliyor. Size kendi yolunuzda başarılar
dilerim.”
Ne fenâ
bir öfkeydi bu… ağzım açık bir şekilde onu dinledim, izledim; oysa onun yerinde
bir başkası olsa, bu türden iltifatlar ve övgüler karşısında keyifle sırıtır ve
şımarırdı. Dehâsı’nın verdiği sosyal hakları kullanan diğer ‘Dâhiler’ gibi
keyif çatabilir, Kristal bir kuleden insanları izleyerek onlarla alay
edebilirdi…
Tuhaftı
işte! Şâhit oldum bu tuhaflığa ve belki de ben de gizli bir ‘Dâhi’ olarak
tarihe not aldım. Umarım iyi bir şey yapmışımdır.
“Dâhilerin
ruhlarının yediği değneklerin izleri böyleymiş demek ki!” dedim kendi kendime
ve oradan sessizce ayrıldım.
Mustafa Ege – Perşembe, 05/11/2015 –21:45/ İz Etki Ekinoksları 32