6 Kasım 2015 Cuma

SA2004/TG158: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2005-2007/ 16. Bölüm

     “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

İtiraf-43

… Bir okul vardı. Oraya giderek birçok karışıklık çıkarırdık. Devriyeye çıkar, şehirde dolaşır ve etrafta maytap arardık. Canımız sıkılırdı. Dükkânlara veya benzeri yerlere girer eğlenmek için maytap bulmaya çalışır, birilerini pataklardık, nasıl olduğunu siz de bilirsiniz. Dükkânlara girer, eşyaları kırıp dökerdik. Bir olay çıkarmaya çalışırdık. Bir camiye gider camları tuzla buz eder, içerisine ses bombası atardık. Büyük bir patlama olur ve böylece istediğimiz ‘kargaşa’ çıkarılmış olurdu.  

Bu sırada camide insanlar olur muydu?

Evet, muhtemelen vardır. Her şey olabilir. En iyi zaman namaz vaktidir. Onları en çok bu… Bilirsiniz. Askerlerin canları sıkılır biraz aksiyon olsun isterler. Askerlerin bazıları cami dışında plastik mermilerle beklemektedir, insanlar dışarıya çıkmaya başlar başlamaz ateş ederler. Bir keresinde biz geldiğimizde, işin aslı planlı bir şeyde değildi bu- arkadaşlardan birisi önce bir caminin daha sonra da yakınlardaki bir okulun camlarını aşağı indirmişti… Birden ortalık karıştı. Biz de plastik mermilerle ateş ettik ve insanlar caminin içine geri kaçtılar, askerlerden biri cami içine göz yaşartıcı bomba attı. 

Câmi'nin içine mi attı?

Evet. Nasıl bir kargaşa olduğunu anlayabiliyor musunuz? Size söylüyorum, ben daha önce böyle bir şey hiç görmemiştim. El-Halil’deyken işleri çığırından çıkaracak noktaya kadar getiriyorduk. Daha sonra bölük komutanı geldi ve daha çok ölümcül olmayan silah kullanılmasını emretti. Bölük komutanı: “(Kişileri) tespit edin, dizlerine nişan alarak ateş edin” diyordu. Bizimkisi biraz kaçık bir bölük komutanıydı. Ve gerçek bir Arap düşmanıydı.  

Dışarıda büyük bir kargaşa vardı. Çatılardan ve her yerden aşağıya, üzerimize tuğlalar atılıyordu. Gerçekten, daha önce el-Halil’de böyle bir kalkışma görmemiştim. Kutsal günlerinde camdan atılan ses bombası onları çok kızdırmıştı. Bu arada bölük komutanı da çılgına dönmüş haldeydi. İnsanlar camiden yeniden çıkmaya başladılar, hiç kimsenin geçmesine izin verilmiyordu. Yaşlılar evlerine dönmek istiyor, fakat onlara da izin verilmiyordu. Saat gecenin 11’i olmuştu, insanlar orada dört saattir beklemekteydi ve ortam gittikçe kızışıyordu. İnsanlar iyice gerilmişti. 

Bu sırada bölük komutanı şöyle dedi: “Evet, keskin nişancılar. Çatılara çıkın, yakında Molotof kokteyli atmaya başlarlar.” Biz de böyle bir şey bekliyorduk. Biraz sonra: “Durun, iyice çıldırsınlar” dedi. İnsanların sinirleri ile oynamaya alışmıştı. “Onlara biraz daha zaman verin, az daha ısınsınlar.” O arada eline aldığı taşları insanlara atarak: “Buradan kimse geçemez” diye bağırıyordu. Derken bir araba geldi, komutan çatılardan bize atılmış olan blokları alarak arabadakilere: “Buradan def olun!” diye bağırdı ve arabaya taşları atmaya başladı. Arabanın her tarafı, ışıkları, her şey paramparça olmuş, sağlam bir tarafı kalmamıştı. 

Bu kalkışma hikâyesi nasıl sonlandı?

Gerçek bir kalkışmaydı. Bir sürü plastik mermi ateşlemiştik. Çok sayıda mermi. Etraftaki Arap çocuklarını yakalayarak beraberimizde götürüyorduk. Böylece karşıdan taş atanlar bu taşları bize değil onlara atmış oluyorlardı. 

Onları canlı kalkan olarak mı kullanıyordunuz?

Evet. 

İşe yarıyor muydu peki?

Evet, yarıyordu, bazen. Bu onları ne ölçüde provoke ettiğinize bağlı. Cami olayında bu oldukça zordu çünkü taşlar bize her yönden atılmaktaydı.

O çocuklar elinizden kaçıp kurtulmaya çalışmıyor muydu?

Onları nasıl hırpaladığımızı biliyor musunuz? Kaçmak da ne demek? Bir çocuğu yakaladığınızda onu silahınızla, şu şekilde, öyle bir sıkıştırırsınız ki; eğer bir hareket yapmaya kalkarsa öleceğini zanneder. Söylediği tek şey şudur: “Hayır, hayır asker yapma”, korkudan ölmek üzeredir ve sizin zıvanadan çıktığınızın da farkındadır. Onları gerçekten sıkı döverdik. Havada taşlar uçuşurken çocuğu şu şekilde tutarsınız şimdi anladınız mı? Gerçekten zalimdik. Bu olaylar hakkında daha sonraları düşünmeye başladım, çok merhametsiz insanlar haline gelmiştik. 

***
İtiraf-44

Bir keresinde antika bir kılıçla alakalı bir olay olmuştu. Bildiğiniz aksesuar olarak duvarda asılı duran şu İslami kılıçlardan. Müfreze komutanımız bunun bir silah olduğuna karar verdi ve onu aldı. Kılıcın sahibi ona yalvararak bunun ona bir hediye olarak verildiğini söyledi. Komutan: “Asla vermem. Bu bir silah ve onu alıyorum” dedi. Kimse bir şey yapamazdı. Filistinli ne yapabilecek, bağıracak mı? Hiçbir şey yapamazdı.

Kılıcı kim aldı?

Müfreze komutanı aldı.

Daha sonra bölük karargâhına mı götürdü?

Evet. Onu bölük komutanına gösterdikten sonra karargâha götürdü, diğer şeylerde olduğu gibi, bütün el konulan bu tür şeyler. Azmettirici olarak adlandırılan bu tür eşyalar bölük karargâhına götürülerek oraya asılırdı. 

Başka bir yetkiliye teslim edilmiyor muydu?

Hayır, bu tür şeyler araştırılmıyordu.

Bu kılıç şimdi nerede?

Bölük komutanının elinde oyuncaktır, bilmiyorum. Onunla eskrim yapıyordur.

Kılıcı Genel Güvenlik Servisine teslim etmediniz mi?

Hayır. 

***
İtiraf-45

El-Halil’de gördüğüm en büyük gerilimdi. El-Halil’e gitmeden önce iki hafta Gazze’deydik. Bahsettiğim operasyon oldu ve bizim taburdan bir asker orada öldürüldü. Askerlerin orada bulunmasını gerektiren bir ortam olduğunu gerçekten hissediyorduk. El-Halil’de ise durum bunun tam tersiydi. Yüzünüze bir tokat yemiş gibi oluyorsunuz. Orada belirli bir statüye hizmet etmek için bulunuyorduk. 

El-Halil’deki en rahatsız edici şeylerden birisi yerleşimcilerin sizi hiçbir şekilde takmamasıdır. Ne isterlerse onu yaparlar. Oraya (El-Halil) gittiğimiz ilk hafta… Avraham Avinu yerleşkesinden Atalar Mezarlığı'na giden bir yol vardır. Kutsal bir gündü, Yahudilerin mi yoksa Müslümanların mı onu hatırlayamıyorum. Sanırım Müslümanlarınkiydi. Yol yine bölünmüştü, bir taraftan Filistinliler geçerken diğer taraftan Yahudiler yürüyordu. Her sabah ibadet etmek için oradan geçen yüzlerce kişiden bahsediyorum. Bu sırada kendi taraflarından yürürlerdi. Diyelim ki Filistinli bir kadın yolun öteki tarafına geçti hemen kendi yakınları ona bağırmaya başlar, ikaz ederdi. Ben gidip ona şöyle derdim: “Bayan, diğer tarafa geçin.” Üzerimde silah vardı. Kadın bir an duraksadıktan sonra yolun öbür tarafına geçerdi. 

Kadına bağıranlar kimlerdi, Filistinliler mi?

Evet, ona “Geri gel” diye bağırırlardı. Bir sorun çıkmasını istemedikleri için. Aynı gün 10-15 kişilik bir Yahudi ailenin oradan geçtiği de oluyordu. Yol boyunca yürürler, bilirsiniz, istedikleri gibi. Onlara yaklaşıp: “Beyefendi bakın yolu belli bir sebepten dolayı böldük. Durmanız gerekiyor” dediğimde cevap: “Sen kim oluyorsun da bana bunu söylüyorsun” şeklindeydi. 

Sizinle böyle mi konuşuyorlardı?

Evet. “Sen kim oluyorsun da bana bunu söylüyorsun? Burası benim caddem, benim şehrim. Burada ne istersem onu yaparım” böyle cevap veriyorlardı. Ben: “Buraya sizi korumak için geldim, eğer mahsuru yoksa” deyince “Hayır, ne istersem onu yapacağım. Onlara (Filistinlilere) boyun eğiyorsun, yeterince sert davranmıyorsun” şeklinde karşılık alıyordum. Bu noktadan sonra meseleye daha farklı yaklaşmaya karar verdim. Bana (yerleşimciler) kahve ikram ettiklerinde şöyle diyordum: “Benim burada bulunmamı kendileri için meşrulaştırmalarına izin vermeyeceğim.” Bu noktadan sonra yerleşimcilerle aram bozuldu, görevim sona erene kadar böyle gitti. Onlardan artık hiçbir şey veya herhangi bir yardım kabul etmiyordum. İstemediğimi söylüyordum. Beni deli ediyorlardı. Bununla alakalı birkaç olay var. 

Bir keresinde Filistinli bir baba- yine kendileri için ayrılmış olan yolda-oğluyla beraber yürümekteydi. Birden ortaya dört tane yerleşimci çocuk çıktı. “Hey şuna bakın, şuna bakın!” diye bağrışarak bir taş alıp Filistinli çocuğa attılar. Ben çocuklara bağırdım, baba yanıma gelerek şöyle dedi: “Gördün mü? Biz hiçbir şey yapmıyorduk!” Gerçekten kızgın görünüyordu, “Bakın bize ne yapıyorlar?” dedi. Başımı utançla sallamaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Yerleşimcilerin çocuklarına el kaldırma iznimiz yoktu. Silahımla onları tehdit edemezdim. Eğer tam tersi bir durum olmuş olsaydı neler olurdu bilmiyorum. 

O zaman ne olurdu?

Eğer Arap bir çocuk, Yahudi bir çocuğa taş atacak olsa doğal olarak onu yakalar, kelepçeler ve sorgulamaya gönderirdik. Bize verilen talimatlar bu şekildeydi.

Şüpheli birisinin tutuklanması ile ilgili prosedür böyle mi?

Kesinlikle. Eğer eline bir taş alacak olursa, benimle Yahudilerin konuştuğu gibi konuşup bana “Neden, sen de kimsin…” diyecek olursa ilk önce havaya daha sonra da onun bacağına bir kurşun sıkmam gerekir. El-Halil’de her türlü olay olurdu. Bizimle yer değiştiren bölüktekiler anlatmıştı. Filistinli bir adam varmış, genç bir deli adam, deli değil aslında biraz zekâ özürlü, kendisine neden bağırıldığını anlayamıyormuş. En sonunda bacağına bir kurşun sıkmışlar. 

Onlarla yer mi değiştirmiştiniz?

Evet. El-Halil karşılaşabileceğiniz en büyük absürtlüktü. Sizi hiçbir şekilde takmayan, çöplerini Filistinlilerin pazarına boşaltan Yahudi bir halkla karşı karşıya kalmak. 

Çöp attıklarını gördünüz mü?

Onları görebilirsiniz, manav sandıkları vs bu tür şeyleri atıyorlardı. Avraham Avinu yerleşkesi ile şehrin diğer tarafları arasında acayip bir farklılık vardı. Orada sadece iki hafta kalmak zorunda olduğumuz için bir bakıma şanslıydık. Yoksa durum çok kötüydü…


<<Önceki                 Sonraki>>


Tamer Güner, 06.11.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri 

Orijinal Metin:

http://www.breakingthesilence.org.il/wp-content/uploads/2011/02/Soldiers_Testimonies_from_Hebron_2005_2007_Eng.pdf


Seçkin Deniz Twitter Akışı