"Kıbrıs sorununun en can alıcı noktası mülkiyet sorunu."
Kıbrıs sorunu 1963 yılında girdiği üçüncü döneminde içeriği, Kıbrıslı Türklerin ne pahasına olursa olsun canlı kalabilmek, Rumların da adanın tümüne kayıtsız şartsız hâkim olabilmek mücadelesine dönüştü.
10 yıl 7 ay süren bu üçüncü dönem Rumlar için mutlu, sorunsuz, bol paralı, müreffeh bir şekilde geçerken Kıbrıslı Türkler için bir kâbusa dönüştü. Hayatta kalabilmeyi başarmış binlerce Kıbrıslı Türk hayatını ve canını ortaya koyup, yerini, yurdunu, malını, mülkünü, parasını, çeyizini, sermayesini ve geleceklerini kaybederek yaşama tutunmaya çalıştı. Önemli olan tek şey, sadece hayatta kalabilmek ve yaşamlarını sürdürebilmekti Kıbrıslı Türkler için.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile başlayan Dördüncü dönemde, Kıbrıslı Türklerin yerel dillerinde çok kullandıkları “Bu tekerlek bir gün elbet dönecek” deyimine uygun olarak her şey bir ay gibi çok kısa bir zaman dilimi içinde ters yüz oldu. Binlerce Kıbrıslı Türkü geçmiş 20 yıl içinde eze eze göç etmeye, yerlerini yurtlarını terk etmeye mecbur etmiş olan ve göçmen olmanın ne demek olduğunu bilmeyen Rumlar, hayallerinden bile geçirmedikleri bir anda bu ters dönen tekerlek yüzünden yerlerinden yurtlarından oldular ve göçmenliği yaşadılar. Mal kaybetmenin, mülk kaybetmenin ve de geleceği yitirmenin ne demek olduğunu acı bir şekilde öğrendiler.
Neredeyse 50 yıldır sürmekte olan müzakerelerde her konuya değinildi, ancak mülkiyet konusu hep yüzeysel geçiştirildi ve ötelendi. Planlar yapılıp, haritalar çizildiyse de, bir bütünün parçasını oluşturmadığı için sonuç alınamadı.
Mülkiyet sorunu kökünden halledilmediği müddetçe Kıbrıs sorununun çözülemeyeceğini, yıllardır işin içinde olan ve Kıbrıs sorununa birebir müdahil konumda bulunan Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği ile birlikte Kıbrıslı Rumlar ve biz Kıbrıslı Türkler de nihayet anlamış bulunmaktayız.
Kıbrıs sorununun en can alıcı noktası mülkiyet sorunu.
Tüm taraflar bunun farkında. Tüm taraflar derken, direkt ve endirekt Kıbrıs konusunda taraftar olan devletleri ve kurumları kastediyorum.
Şimdi başta ABD olmak üzere BM ve AB’deki tüm düşünürler ve stratejistler, öyle bir çözüm bulmaya çalışıyorlar ki, bu çözümden hem Rumlar hem de Türkleri memnun kalsınlar ve beklentileri karşılansın. Ve aynı zamanda da BM’nin 50 yıllık Kıbrıs müktesebatına uysun, her devleti oluşturan halk, nüfus ve mülkiyet konusunda kendi devletleri içinde tercihli çoğunluğa yani yüzde 75-80 çoğunluğa sahip olsunlar.
Bir taraftan kulağa hoş gelen bu çözüm şekli, diğer taraftan sihirbazlık yapmaya benzese de, söylenenlerden, yazılanlardan ve de kulağa gelenlerden mülkiyet konusunda tarafları karşılıklı memnun edecek bir sonuca ulaşılmasına çok az kaldığı anlaşılıyor,
Mülkiyet konusunun gidişatı, şu aşamada farklı bir kulvara girdi. Rumları kuzeydeki malları karşılığında tazminat alarak taşınmazlarını Türklere yasal yollardan devredeceklerine ikna ettikten sonra ödenecek olan paranın bir kısmını doğalgazdan, bir kısmını bağışçılardan ve geri kalan kısmının da malı kullanandan almanın alt zemini hazırlanmaya başlandı. KKTC sınırları içinde elinde Rum malı tutan illaki bir şeyler ödeyecek ve malın yasal sahibi olacak. Geri kalan miktarın bir kısmı bağışçılardan alınacak, bir kısmı olası gazdan elde edilecek gelir ile ödenecek, son dilimi de Rumlara satılacak “su”dan elde edilecek.
Vaziyet aynen böyle… Hayır mı, şer mi, olduğunu da zaman gösterecek.
Ata Atun, 13.11.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, KKTC Stratejileri