13 Kasım 2015 Cuma

SA2035/DT31: Aptal Aşk Temâsı

“Ruhumuzdaki mezarların dolmasını umuyoruz evet; bir an önce dolsun ve kapansın istiyoruz ömrümüzün sonuna dek peşimizi bırakmayan dürtülerden bıkıp…”


Dudaklarımda kıvrık bir tebessümle hatırlıyorum o günleri. Muhtemelen bu hususta ilk hatırladıklarım bunlar, eğer karşı cinsin -ablamların arasında bir prens olduğum için farkı anlamadığımı anlıyorum- başka bir varlık olduğunu hissettiğim ilkokul dördüncü sınıfı saymazsak.  

Dallas’taki Pamela’ya benziyordu şimdi adını bile hatırlayamadığım müdür yardımcımız kadın. Beşinci sınıfta iken Sınıf Başkanı’na “Ben sınıf defterini alırım” diyerek en küçük fırsatta odasına gidip yüzüne bakmak isterdim. Küçücük kafamda, “Acaba benimle evlenir mi?” sorusu gezinir dururdu, evlenmek ne demekse idi artık.

Sonra Nevin… çilleriyle sarı Nevin. Komşusu Murat samimi arkadaşımdı, hani kollarımızı birbirimizin omuzlarına atarak gezdiğimiz arkadaşlardan. “O benim ona göre?!” diyerek tehdit yollu söylendiğimde tatlı tatlı gülümsemiş ve “Tamam!” demişti.

Zaman zaman insan yollu düşüncelerimin bu ‘Aptal Aşk Temâsı’na takılması elimde değil; gerçekten bu hastalıklı duygunun insana bulaştırılma biçimlerini sorgulamak gerek. Masallar falan o masum çocuk ruhunda bir mezar kazıyor önce, sonra çevreden gerekli ölüler alınıp hayat boyu o mezara gömülüyor, ne ilginçtir ki bu mezar hiç dolmuyor ve insan yaşadıkça -yaşı kaç olursa olsun- kendisini prens ya da şehzâde, tüm güzelleri önce prenses ya da sultan daha sonra sıradan harem nesneleri sayıyor ve buna da kendisine öğretildiği biçimde ‘Aşk’ diyor. Aksi halde yaşlı bir adamın ya da yaşlı bir kadının çektiği ahları başka türlü açıklayabilir miyiz?

Masalları, olağanüstü güçlü prensleri, şehzâdeleri ve mükemmel güzellikteki prensesleri bize unutturan zamane cadıları televizyonlar ve sinemalar her şeyi inceden inceye gösteriyorlar; çocuklarımıza gerçekten acıyorum. Masallardaki en güzel kız bizim prensesimiz olurken ve ondan daha güzel kızlar yokken dünyada, şimdi dünyanın bütün güzel kızları, ayak bileğini bile görme şansımız olmayan masal zamanlarından uzakta cömertçe tüm sırlarını çocuklarımızın  gözlerine ve bizim gözlerimize ikram ediyorlar. İşin câzibe kısmı giysilerin arkasında değil ve artık sonu gelmiş bir teşhircilikle çocuklarımızın ruhunda derin kazılmış Aşk Mezarları’na her an onlarca ölü dolduruluyor.

İlkokul Beş’teki Sarı Nevin’in hiç haberi olmamıştı benden, hatta onunla konuştuğumuzu da hatırlamıyorum, ama eve dönüş yolumun üzerindeki evlerine onun arkasından yürüyerek gitmek için çok çabalardım. Çocukluk bitip gençliğe yürüdüğüm ve Nevin’den ayrı okullara gittiğimiz zamanlarda bile o sokağın hizasına geldiğimde başımı çevirip evlerine bakma alışkanlığım sürüyordu. Ne sâdık bir temâ, ne doyumsuz hatırâlar.

Çok zaman sonra unuttuğum Nevin’i gördüğümde yirmili yaşlarda idim sanırım; tombul bir teyze kadar kilolu ve çilleri kocaman olmuş itici bir sarışındı artık. İtiraf edeyim üzüldüm, biraz da sevindim; demek evlenseydik erkenden çirkinleşecekti Nevin… “İyi ki evlenmemişiz” diyerek teselli etmiştim kendimi…

Evlenmek, işte kaybedilen ya da kaybedilmek üzere olan en değerli hayâl… Avrupa ve Amerika’ya baktığımda Türkiye’de tedavülden kalkmamış sosyolojik ve psikolojik bir realite henüz. Eğer internet bu hızla her yeri kurutmaya devam ederse, yakında bizde de hayâl olmaktan çıkacak. Evliliklerin kısa ömürlü olduğunu gördüğüm her an, hayâllerin veba gibi yayılan teşhirciliğe kurban verildiğini düşünüyorum. Küçük masum ruhumuzun sahiplenme ve yuva kurma duygusuyla ilk anda canlandırdığı temâ evlilikti, ama artık bu daha hayvanî bir tatmin arayışına dönüştü.

Ben bu arayışı ‘Aptal Aşk Temâsı’ diyecek kadar değerli bile bulmadığımı söylemeliyim. Bu başka bir şey, bir köşede şehvet hırlayan hayvanların birbirlerinin kokularından etkilendikleri gibi, ‘Aşk’ öykünen, ‘Aşk’ soluyan, insansı canlının tek kastı var; cinsel birleşme.

Kıskanmayan, başka bir köşe artığı insanı kendi bedeniyle, vahşi bir hâz istenci ile geçici olarak birleştiren kadınların ve erkeklerin kendi çocuklarına bulaştırdıkları bir veba bu. Duygusuz, saygısız, midesiz bir kötülük bu. Masallardan bize aktarılan o hastalıklı ‘Aptal Aşk Temâsı’na bile rahmet okutan aşağılık bir sefilleşme bu.

İnsan neslinin geleceğine dair bu somut verilerin her an her yere yayılan kiri, ister istemez duygularımızı eskitiyor ve belki de bizi, yanlış olana karşı uyarıyor duygularımız; eksilerek, eksildikleri için hayvansı dürtülerimizi öne çıkararak bağırıyor duygularımız. Ruhumuzdaki mezarların dolmasını umuyoruz evet; bir an önce dolsun ve kapansın istiyoruz ömrümüzün sonuna dek peşimizi bırakmayan dürtülerden bıkıp…

Çocuklarımın yerinde olmak istemezdim, o kadar duygusuz bir dünyada büyüyorlar ki… Bizim hayâllerimizde bile ulaşamadığımız prensesler onlar için sıradan birer varlık.

Bir anne, çocuk kızının başka bir çocuk erkeğe olan aşkını kızıyla beraber ağlayarak çocuk erkeğin annesine anlatabiliyor artık.

Dudaklarımdaki kıvrık tebessüm yeniden canlanıyor ben tam umutsuzlaşırken… Çocuklar diyorum, onların duygularına kimse zarar veremez. Her nesil kendi masumiyetini koruyarak doğuyor ve yavaş yavaş dönüşüyor insanlık.

Dönüşüyor biliyorum, yüzlerce yıl evvel pazarda satılırken kadın, bugün de satılıyor; yüzlerce yıl önce ‘Aptal Aşk Temâsı’ bir sürü masum için şiirlere ilham olurken, yine oluyor; yine olacak.

Görüyor ve düşünüyorum. Allah kadını ve erkeği birbirlerinin etrafında dönüp dolansınlar diye yaratmış. Bazen günah işleyerek dolanıyorlar çocukluktan başlayıp, bazen de sevap… Bu bir seçim işlemi deyip gülümsüyorum. Allah kadını ve erkeği böyle yaratarak heyecan katmış hayata; kirleten insan utansın.

Doğa Toprak, 13.11.2015, Sonsuz Ark , Kırlangıç Zamanları, 



Seçkin Deniz Twitter Akışı