“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.”
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…
“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”
Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:
İtiraf-49
Bize taş atanlar oluyordu, etrafta bulunan bazı çocukları yakalar ve adamakıllı döverdik. Dövdüğümüz çocuk taş atmamış olsa bile kimin attığını bilirdi. (Döverken) “Kimdi o? Kimdi? Kim?” diye sorardık ve en sonunda bize taş atanın kim olduğunu söylerdi…
Bir keresinde devriye sırasında yine bize taş atılmıştı, çok ciddi bir durum değildi. Biz de yakınlardaki Filistinli bir çocuğu yakaladık, onun taşı kimin attığını bildiğini biliyorduk. Onu hafifçe dövdük, orta şeker diyelim, bize konuşuncaya kadar. Bize taşın kimin attığını söyledi. Eğer söylemese onun gitmesine izin veremeyecektik. Söylediği eve gittik. Bahsettiği çocuk orada değildi. Sonra geriye X’e döndük. Sabahın altısında yeniden devriyeye çıktık. İlk yaptığımız şey 15 yaşındaki o çocuğun evine tekrar gitmek oldu.
Yakaladığınız çocuğun evine mi gittiniz?
Hayır, onun söylediği çocuğun evi, bize sürekli taş atan çocuk.
Yakaladığınız çocuk kaç yaşlarındaydı?
10 yaşlarında.
Peki, ispiyonladığı çocuk kaç yaşlarındaydı, 15 mi?
Öyle bir şey. Evet. Çocuğun evine gittik. Bir gece önce orada değildi. Sabahleyin tekrar gittik, kapıyı çaldık, 60 yaşlarında görünen yaşlı bir kadın dışarı çıktı. “Evde kimse yok” dedi. Umurumuzda değil diyerek içeri girdik. Bilirsiniz kafanız zaten bozukken el-Halil’e ve oradaki Araplara ve Yahudilere artık daha fazla tahammülünüz kalmaz. İçeri girdik ve evi dağıtmaya başladık.
Koridor boyunca, her iki tarafta odalara açılan kapıların bulunduğu evlerdendi. Sol taraftaki en son kapının arkasında çocuğu bulduk. Onu bulacağımızı anlayan çocuk çok korkmuştu. İlk önce kaçmaya çalıştı ancak kapıda duran diğer askeri görünce pes etti. Onu dışarıya çıkardık. Başımızdaki komutan biraz fanatik birisiydi. Çocuğu bu komutana teslim ettik ve o da onu gerçekten fena benzetti. Çocuğa: “Şimdi seni götürüyoruz” dedi ve giderken yol boyunca gördüğü tüm çukurları göstererek: “Burada mı ölmek istersin? Veya şurada mı?” diye soruyordu. Çocuk: “Hayır! Hayır!” diye bağırıyordu.
Çocukla Arapça mı konuşuyordu?
Evet. İyi Arapça bilirdi… Onların arkasından biz de yürümeye başladık. Olayın tamamını size anlatmayacağım berbat şeyler olmuştu.
Devam edin her şeyi anlatın.
Yürüdük, yürüdük… Dediğim gibi yürürken yoldaki çukurları gösterip “Burada mı ölmek istersin? Yoksa burada mı?” diye soruyordu. Sonunda çocuğu inşaat halindeki bir binaya soktu. Komutan elindeki sopayı çocuğa vururken kırdı. Çocuk ağlamıyordu. Gerçekten sağlam bir çocuktu. 14 yaşlarında, yani o civarda. Büyük biri değildi.
Sonra komutan çocuğun eline bir taş koyarak ona: “Hadi bunu ona at” dedi bunu söylerken askerlerden bir tanesini işaret ediyordu. Yüzüne tokat atarak: “Hadi fırlat!” derken bir taraftan da ona vuruyordu. Çocuk: “Hayır, hayır!” diye cevap verince başka bir tokat daha. En sonunda çocuk tamam dedi ve taşı yavaşça söylendiği yöne doğru fırlattı.
Bunun üzerine komutan: ”Demek sen askere taş atıyorsun!” diyerek onu daha da fena dövdü. Bu arada insanlar toplanmaya başlamıştı, tüm aile oraya gelmişti. Ancak askerler onların bina içine girmelerine izin vermiyor, onlar ise çocuğun dövülme seslerini duyuyorlardı. Çocuk gerçekten acınacak durumdaydı, pestilini çıkarmışlardı.
Bu sırada askerlerden biri şöyle dedi: “Çocuklar çok ileri gidiyorsunuz… Dışarıya bir ölü çıkartmak istemiyoruz, ailesi hala burada.” Dediğim gibi çocuğun yüzüne yumruk atılmış, onu dizleriyle, tekmelerle, her şekilde dövmüşlerdi.
Onu döven sadece komutan mıydı?
Hayır, komutan kadar sert olmasa da döven birisi daha vardı. Acımaları yoktu. Her neyse onu ayağa kaldırdılar ancak kendi başına ayakları üzerinde duramıyor bu sırada ağlıyordu. Başında dikilen komutan “Ayağa kalk!” diye bağırıyor çocuk: “Kalkamıyorum” diyordu. Komutan: “Numara yapma” diyerek ona birkaç tekme daha attı.
Bu sırada bu tür durumları kaldıramayan X adındaki bir asker, komutanının yanına giderek: “Yeter bu kadar, artık ona dokunma” deyince komutan: “Sen solcu mu oldun, nedir?” diye sordu, o da: “Hayır sadece bu tür şeyleri görmek istemiyorum” diye cevap verdi.
O asker her zaman bu tür olaylara bulaşmak istemeyen biriydi. Böyle şeylerden hoşlanmıyordu. Hassas bir insandı.
Sonra ne oldu?
Sonra asker: “Yeter, bunları görmek istemiyorum” deyince komutanla ikisi tartışmaya başladılar.
Bu sırada siz nerede duruyordunuz?
Hemen yanlarındaydık, fakat müdahale etmedik. Biz de onlardan farksızdık (Çev: Komutandan bahsediyor). O anda değil ancak daha sonradan düşünmeye başladığınızda anlıyorsunuz. Bu tür şeyleri her gün yapıyorduk. Bizim için küçük şeylerdi. Zamanla alışkanlık haline geliyor, her gün devriyeye çıkıyorduk ve her defasında birçok dövme hadisesi oluyordu. Bunlar her zaman olan şeylerdi.
Daha sonra komutan çocuğu bıraktı mı?
Hayır. Onu tutup dışarıya çıkardı ve bu sırada dışarıda birçok insan olayı seyrediyordu. Çocuğun ailesi de olan biteni görüyordu. Onu dışarıya çıkardı derken şunu kastediyorum, onu zorla tutup götürdü. Bu çocuk neredeyse kıpırdayamıyordu. Komutan onu nasıl dışarı çıkarabildi bilmiyorum.
Yaklaşık bir saat sonra komutan onu ayağa kaldırarak: “Sen ne yapıyorsun, şov mu?” diyerek biraz daha tekmeledi. Çocuk binadan çıkarıldığında insanlar: “Ona ne yaptın?” diye soruyordu. Çok fena dövüldüğü belliydi. İnsanlar da neler olduğunu anlamıştı. Komutan onlara: ”Dağılın!” diye bağırdı. Bunun sonrasında büyük bir kargaşa başladı.
Nasıl bir kargaşa?
Çocuğun annesi: “Bu yaptığınız nedir, o sadece bir çocuk!” diye bağırmıştı. Çocuğun burnu kanamaktaydı. Komutan anneye: “Daha fazla yaklaşma” diyerek içinde mermi olan silahı atışa hazır hale getirdi. Anne korkmuştu. Komutan silahın namlusunu doğrudan çocuğun ağzına soktu.
Ailesinin önünde mi?
Evet. Komutan şöyle diyordu: “Daha fazla yaklaşan olursa onu öldürürüm. Üzerime gelmeyin. Öldürürüm. Acımam” Gerçekten delirmişti. Sonra çocuğun babası veya babası olmayabilir, emin değilim, anneyi tutarak: “Sakin ol, onları rahat bırakırsan çocuğu salacaklar” dedi
Konuşmalar Arapça mıydı?
Hayır, bizimle İbranice konuşuyorlardı. Bu şekilde bize kalın kafalı insanlar olmadıklarını da gösteriyorlardı. Bizimle konuşan adam gerçekten iyi biriydi. Bizim müfrezede durum bu şekildeydi. Doğruyla yanlışı ayıramayacak durumdaydık. Her şey berbattı.
Evet, komutanın silahı çocuğun ağzında onu sıkıca tutuyordu. Çocuk zorla yürüyebiliyordu. Bu şekilde onu biraz daha sürükleyen komutan şöyle dedi: “Eğer bu çocuk bir daha eline taş alır veya başka bir şey yapacak olursa onu öldürürüm. Acımam.”
Eğer ben bir Filistinli olsaydım ne yaptığım zaman dayak yerdim?
Eğer bizi rahatsız edecek şekilde bize doğru sadece baksan bile dayak yersin. Öyle bir hale gelmiştik ki artık orası (el-Halil) bizi hasta ediyordu, ne demek istediğimi biliyorsunuz.
Tamer Güner, 04.12.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri
Orijinal Metin:
http://www.breakingthesilence.org.il/wp-content/uploads/2011/02/Soldiers_Testimonies_from_Hebron_2005_2007_Eng.pdf