5 Aralık 2015 Cumartesi

SA2143/KY27-ŞT31: Teselli Edilemeyen Beckett -Beckett L'inconsolable-

"İmkansız olanı, sonsuzca uzun bir anlatıyı, ne başlangıcı ne de bitişi olmayanı, benzersiz olanı yada her şeye benzeyebileni içeren, tesellisiz bir anlatıcının öyküsüdür Beckett’in yapıtları."

                                                                      
Yazınsal uğraşını özgünlüğüne denk düşecek bir aykırılığın anlatısına dönüştüreceği orta yaşlarına  kadar soluk alabileceği bir dünyadan yoksundur Samuel B.Beckett... Bu yüzden de öncelikle böylesi bir dünyadan yoksun oluşun bir bilinç haline yükselmesini beklercesine tam kırk yıl beklemiş, başka bir deyişle bu kırk yıl boyunca demlediği bir yoksunlukla güdülenmiş gibidir...

Bu nedenle hemen tüm yapıtında hissedilen bir yoksunluk dikkati çeker, ama şikayet edildiği kadar derinleşilebildiği zamanlarda da derinliklerinde yoğun bir zenginliği barındıran pek çok şeyin açığa vurduğu bir yoksunluk hali çıkar ortaya. Yapıtında hissedildiği kadar yaşamında da görülen bu halin bir bilinç haline yükselişi ise yine aynı oranda güçlü  bir ‘...başka çare yok...’ fark edişine akarak bir yanı yoksunluk diğer yanı çaresizlikten oluşan bir ışımaya götürmüştür Beckett’i.

Bu aydınlığın ışığında gelinen nokta hayli ilginçtir... Bir gece,sık sık yaptığı gibi tek başına dolaşıyorken birden fırtınanın dövdüğü bir dalgakıranın ucunda bulur kendini.İşte o zaman her şey yerli yerine oturmuş gibi görünüverir ona. Kuşkular, araştırmalar, sorgulamalar ve başarısızlıklarla dolu yıllar bir anda gözünde koskoca bir anlam kazanarak yapılması gereken şeyin gizli görüntüsünü bir gerçeklik gibi belirginleştirir ve soluk alabilmek için yaratmak zorunda olduğu dünya şöyle bir karşısına çıkar... 


O güne kadar güvendiği bilgisiyle, düşünsel hazırlık evresi dahil her şey o gün yok olur ve Molloy’u ve devamını ‘aptallığını anladığı’ o gün yazmaya koyulur... Molloy’un  ilk tümcesini yazdığında nereye doğru gittiğini bilmemektedir. İlk bölümü bitirdiğinde ise nasıl devam edeceği konusunda hiçbir fikri yoktur... herşey başladığı gibi yürür, ne küçük bir düzeltme, ne bir önçalışma, ne de hazırlık...

Beckett’in yapıtına anlam ya da anlamsızlığını kazandıran da çıkış yolu öneren tüm felsefelerin aksine bir çıkış yolu olmadığına dayalı bir hissedişle tek çözümün ölüm ve bekleyiş olduğu bu kendiliğindenliktir.

Yazı yazmak, hiçte hesaplamadığı, ama karşısına çıkacağından da iyice emin olduğu bir yalnızlığa sürüklemiştir Beckett’i. Bir yanda bu yalnızlıktan şikayet ediyor gibi dursa da yine de yazının başladığı yerde dur(a)mayacak, durdurulamayacak bir eylem olduğunun da farkındadır. 

Öyle ki; seçtiği yol önünde sert bir kayalık olarak yükselirken bile yinede ilerlemek gerektiği düşüncesindedir. Bütün olanaksızlığına rağmen mümküne yakın bir seçimdir bu... Ve bu çabayla sefil birkaç milimetrecik bile olsa ilerlenebilecektir...

Yapıtının geri planındaki dolayımlı etkileşimler yumağını çözerken kendisine peygamberlerden ‘İşaya’dan, ‘Amos’tan,’ Yeremya’dan söz eden C.Juliet’e eksik bıraktığı bir başka peygamberi  hatırlatmak istercesine ‘Eyyub’ peygamberi ekleyerek cevap veren  Beckett’in o yalnızlıktan sayrılanmış kahramanları da bu sefil birkaç milimetrede yaratılmış gibidirler.

Murphy’den Watt’a,Molloy’dan Malone’a, Mercier’den  Camier’e ve hatta ‘Adlandırılamayan’ yaratısına kadar bazen kötürüm,bazen hasta bazende unutacak kadar uzun bir yaşamın aktörleri olarak karşımıza çıkan bu kahramanları başka bir anlamda da; doğumundan önce katledilerek içinde bırakılmış bir varlığın  tasarıları olarak yaratmıştır Beckett.

Bu nedenle olsa gerek bütün yapıtı da içinde katledilmiş halde bulduğu çelişkili bir varlık üzerinden yola çıkarak bir yandan görünmeyeni var etme, bir yandan da o içteki katledilmişe can vermeye yönelmiş, yüzeyi delmeye yazgılı bir derinlik sürgününün kendinden başlayan ve kendisine dönen şiddetiyle örülmüş gibidir.

Gördüğü her şeye görünmeyen bir şeylere bakar gibi bakmıştır Beckett. Ve gözüne görünen şey karşısında duyumsadığı çekingenlikle de dikkatin derinlerine dalarak yoğunlaşan bir sessizlik içerisinde susup, kulaklarından gözlerine gözlerinden de yapıtına akan bir yaratma çabasına girişmiştir.

Böylesi bir yaratıcı şiddetin salt kendine vuran ve değdiği yerde çıkardığı acıyı kağıda döken biçimselliği ise hem yapıtına hemde yaşamına egemen haldeki şüpheli enerjiyi bir açıklamaya kavuşturmuş ve sonuç olarak ta kağıda dökülen her şey büyük bir sessizlik içinde irileşen bir suskunluğa bağlanarak kimsenin gör(e)mediği bir şey(ler)e bakan bir adamın bütün varlığıyla yöneldiği halde, ancak gizli bir doğrulamayla açık edebileceği o gizemli şeyin kendisine kazandırdığı yabancılık,yabansılık ve gizemin yansımasına dönüşmüştür.

İmkansız olanı, sonsuzca uzun bir anlatıyı, ne başlangıcı ne de bitişi olmayanı, benzersiz olanı yada her şeye benzeyebileni içeren, tesellisiz bir anlatıcının öyküsüdür Beckett’in yapıtları. 

Bir zihinsel ayrışmanın ve uzlaşılamayan bir yaşamın ben ve toplum arasındaki bağlantısız aktörleri olarak konuşan Beckett, kahramanlarının reel rasyonel aklın alabileceği bir gerçeklikleri yoktur. 

Zaten bir bütün olarak Beckett’in yapıtı da bu reel rasyonel mantığı daha baştan yadsımış durumdadır. Böylesi bir gizemle hemhal olan Beckett’in teselli edilemeyen, yetinemeyen ruhu öylesine kusursuz bir varlık arayışındadır ki, o sevimsiz ve zayıf kahramanlar da bütün doğallıklarıyla aslında bu kusursuzluk arayıcısını rahatsız eden şeylerin bir açılımı gibidir.

Bu nedenle de anlatısının bütünü, iyilikle kötülük, zevk ve acı arasında gidip gelirken gerçekle anlatıyı birbirlerine dönüştüren ve yaşamla ölüm arasındaki tüm engelleri ortadan kaldırmaya yönelen bir karşıtlık üzerine kurulmuştur.

Düşsel bir cehennem yaratılmıştır Beckett’in anlatısında ve bu cehennem içerisinde ‘ne zaman öleceğini bilmeyen’ kahramanların kendilerini sükunete ulaştırmak için kendi kendilerine anlattıkları öyküler üretilmiş ve bu öyküsel bütünlük içerisinde de, bir Beckett kahramanı olan Moran’ın söylediği gibi Murphy, Watt,Yerk, Mercier ve diğerlerinin de yer aldığı bir ‘Zayıflar Galerisi’ kurgulanmıştır.

Bu zayıflar galerisinin özet kişiliği gibi duran ‘Adlandırılamayan-Adsız’ oldukça açık sözlüdür: 

‘Burada durmam için bir bahane bulmalıyım, anlatının bir kolaylığı olmalı, madem cehennem sonsuzdur, Lucifer'ın isyanıyla yaşıttır, işte ben de bu eski yaşıtlığın aydınlığındaki geleceğe inanıyorum, ama gelecekten sonrasına değil... İşte benim açıklamam böylece en kolay biçimine ulaşıyor.’

Bu paradoksal açıklamanın dile düşmüş bir gizemle birlikte bir teselli (bahane) bulma çabasını yansıttığı açıktır. Öyle ki; tıpkı ‘Adlandırılamayan’ gibi Molloy, Moran, Malone ve diğerlerinin de çoğunlukla trajikomik bir halde ağlanacak hallerine gülerek, yaşadıkları cehennemi cennete çevirmeye çalıştıkları görülür. ’Cehennemin kötülüğü ısıtılmamış olmasında ve içinde insan bulunmamasındandır.’ der Adlandırılamayan ve ekler ‘Sanki cennetin ışığı, canlılar, ölüler için şefaat eden mutluların, meleklerin sesi sanki çevremizdeki.’

Tıpkı Cennetle Cehennemin birbirine dönüştüğü –karıştığı gibi, gerçekle kurgunun, acıyla hazzın ve kötüyle iyinin de aynı planda yer alıp karıştığı bu dünyadaki bir diğer Beckett izleği de, dudaklarında dökülen 'Êyyub’ ismiyle açığa çıkan ‘sabır’ izleğidir.

Hem Beckett’in, hem de yapıtının teselli edilemez karmaşasıyla paradoksal bir ilişki, içerisinde ele alındığı görülen bu sabır ise büyük ölçüde, insanoğlunun son 500 yıl boyunca vargücüyle sarıldığı kendine güven veren ve ödüllendiren bir imaj yaratma uğraşına karşı sergilediği bozucu/kırıcı bir içerikle anlatılmıştır.

Diğer izleklerin yanında en önemli izlek olarak incelenmesi gereken bu Beckettvari sabrın onun yapıtına sinmiş haliyle hem kurulmuş ve dizayn edilmiş haldeki insan bir yapısökümüne uğratılmakta hemde bu yapı sökümünden devşirilen yeni ve yabanıl bir enerjiyle gerçek anlamda ‘Eyyub’a özgü anlamlı sabırla bunun tam tersine dönüşen ve gülünesi bir anlamsızlıkla buluşan Modern beklenti alışkanlığı karşılaştırılmış gibidir.

Gerçek dünyaya çokça benzeyen bir başka dünya keşfeden Beckett kahramanları, dizayn edilmiş, kurgulanmış ve yönlendirilmiş insanlar karşısında omuzlarına yüklenen bütün izleklerle derinliklerine indikleri bu dünyada, bütün insani edim ve heyecanlarla dalga geçip, her şeyi karşıtına benzeterek, büyük ölçüde de yaşanan yalanlar toplamına kapkara bir mizah yüklerler.

 Öldükleri halde konuşturulan,mutsuzluk içinde kıvranırken mutlu kılınan ve hareketsiz bir enerjiyle canlandırılan tanımı güç varlıkların ortaya koyduğu bu kara mizah aynı zamanda ilerleme düşüncesinin ayrılmazları olan hareket ve hız’a karşı yönlendirilmiş biçimiyle de herhangi bir teselliyle yetinmesi mümkün olmayan insanların yaşanan zamana verdiği absürd birer cevap gibidir...

Beckett’in bütün kahramanları bu halleriyle, insanlığa dayatılan kesintisiz ilerleme güdüsünün aksine durgunluğu ararlar. Onlar için varlıkta varoluşta felçli bir dinginlik ve kimsesiz bir gömülmüşlükle anlam kazanır.

İronik bir biçimde mutsuzluğun ve acının kaynağı olarak da görülen hareket ve hız Beckett’in adamları için mecbur kalındığı sürece katlanılan ve sonuçta ortaya çıkardığı acıyla da lanetlenen birer olgudur.

Kurgulanmış bütünlüklerinin sözlü ve zihinsel bataklığında, cansız ve amaçsız bir haldeyken her zorunlu hareket sonunda büyük bir acıyla yüzleşen bu adamlar yürümeyi, sürünmeyi ve konuşmayı unutup bir çukurda uzanarak sessizliğe daldıklarında bulurlar mutluluğu.

Öyle ki; bu hareket ve hız karşıtlığını ‘Evet, ilerleyişim zaman zaman beni durmaya zorluyordu, ilerlemenin tek aracı da zaten böyle sağlanabilirdi...’ diyen Molloy’dan gırtlağına kadar  toprağa gömülen ve ‘Harekete lanet...’ diye haykıran Winnie’ye kadar hemen bütün Beckett kahramanlarında görmek mümkündür.

Hareketin, ilerlemenin ve hızın sadece mecbur kalındığı sürece katlanılan ve sürekli olarak  lanetlenen bir kurgu içerisinde bütün duygulanımları, tüm fiziksel ve ruhsal duyumları ortak bir dizge ile aynı çukura indiren Beckett kahramanları tam da  mutsuzluğunun kaynağını açıklayamayan birer tesellisiz prototipi canlandırırlar.

Sürekli absürdle kolkola giden birer insan karikatürü halindeki bu yapıntı akrobatların gerçek hayatın acılarından kaçınmak için takındıkları bu doğaaltı durum bu yönüyle hiçte anlamsız değildir. Bu hal ise Murphy’nin söylediği gibi onlardan ziyade toplumu eksene alan ve hepimizi bağlayan bir genel yapının ‘Büyük Başarısızlığı’ndan başka bir şey değildir.

İster yaşamdan yapıta,isterse yapıttan yaşama yansıtılmış bir durumu göstersin esasla ilgili kesintisiz bir sorgulamanın derinliklerinde en alt düzeyde bir yerde duran bu talihsiz kahramanların o en derin yerden yüzeye çıktıkları an karşılarına çıkan büyük başarısızlık onlarda öyle büyük bir şaşkınlığa yol açmış ve öyle geniş bir kaybetmişler alanı açmıştır ki; bir köstebek gibi çekildikleri iç dünyalarında bu şaşkınlığı yaşayan kahramanlar olarak kendileri bile çoğunlukla bir anlamdan uzak oluşlarının farkına varamamış yada bu anlamsızlık karşısında öyle davranmayı seçmişlerdir.

Her biri birer kurgusal kişilik olmakla beraber, bütün delilikleri, bütün yalnızlıkları, bütün kırıklıkları ve bütün çürümüşlükleriyle Beckett’in kahramanları başka bir deyişle içine düştükleri anlamsızlığı, bile isteye absürd bir hale getirmiş, yaşanılabilir olmaktan hızla uzaklaştırılan bir yaşam karşısında ancak bu şekilde durabilmişlerdir.

Delilikte, tembellikte, yoksunlukta, acıda ve yalnızlıkta alışılmış varlığın aksine kendi kendilerine özel bir varlık uydurarak yaşamla alay eden bu kahramanlar aslında takındıkları tavırların hepsinde kendi kendileriyle uğraşıyor gibi görünseler de, insanlıkla uğraşmakta ve karşılarına çıkan saçmalığı bütün insanlık adına uğraşılacak bir ağırlığa taşımaktadırlar...

Bütün gücüyle ilerlemeye kurgulanmış bir yaşam karşısındaki o şaşkın ve acemi duruşları da bu ağırlık nedeniyledir...



Şahin Torun, 05.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Şahin Torun Yazıları
                   

OKUMA LİSTESİ

1- C.Juliet, Beckett’le Görüşmeler, Çev: S.Rifat. Om.2000
2- S.Beckett, Mercier ve Camier, Çev: U.Ün., Ayrıntı.Yayınları, 1997
3- S.Beckett, Murphy Çev: U.Ün., Ayrıntı.Yayınları, 1994
4- S.Beckett, Üçleme, Çev: U.Ün, Ayrıntı.Yayınları,  1993
5- S.Beckett, Eşlik, Çev: S.Akar, Düzlem Yayınları, 1990
6- S.Beckett, Uzun Öyküler, Çev: N.Mete, U.Ün. Dönemli Yayınları, 1988
7- S.Beckett, Aşksız Birleşmeler,  Çev: N.Mete,U.Ün. Dönemli Yayınları, 1988
8- S.Beckett, Proust, Çev: O.Koçak. Metis Yayınları, 2001
9- S.Beckett, Dünya ve Pantolon, Çev: C.İleri, Sel Yayınları, 2000

10- S.Beckett, Godot’yu Beklerken, Çev: U.Ün, T.Günersel. Kabalcı Yayınları, 2000

Seçkin Deniz Twitter Akışı