"İmkansız olanı, sonsuzca uzun bir anlatıyı, ne başlangıcı ne de bitişi olmayanı, benzersiz olanı yada her şeye benzeyebileni içeren, tesellisiz bir anlatıcının öyküsüdür Beckett’in yapıtları."
Yazınsal uğraşını özgünlüğüne denk
düşecek bir aykırılığın anlatısına dönüştüreceği orta yaşlarına kadar soluk alabileceği bir dünyadan
yoksundur Samuel B.Beckett... Bu yüzden de öncelikle böylesi bir dünyadan yoksun oluşun
bir bilinç haline yükselmesini beklercesine tam kırk yıl beklemiş, başka bir
deyişle bu kırk yıl boyunca demlediği bir yoksunlukla güdülenmiş gibidir...
Bu nedenle hemen tüm yapıtında
hissedilen bir yoksunluk dikkati çeker, ama şikayet edildiği kadar
derinleşilebildiği zamanlarda da derinliklerinde yoğun bir zenginliği
barındıran pek çok şeyin açığa vurduğu bir yoksunluk hali çıkar ortaya.
Yapıtında hissedildiği kadar yaşamında da görülen bu halin bir bilinç haline
yükselişi ise yine aynı oranda güçlü bir
‘...başka çare yok...’ fark edişine akarak bir yanı yoksunluk diğer yanı
çaresizlikten oluşan bir ışımaya götürmüştür Beckett’i.
Bu aydınlığın ışığında gelinen
nokta hayli ilginçtir... Bir gece,sık sık yaptığı gibi tek başına dolaşıyorken
birden fırtınanın dövdüğü bir dalgakıranın ucunda bulur kendini.İşte o zaman
her şey yerli yerine oturmuş gibi görünüverir
ona. Kuşkular, araştırmalar, sorgulamalar ve başarısızlıklarla dolu yıllar bir anda gözünde koskoca bir anlam
kazanarak yapılması gereken şeyin gizli görüntüsünü bir gerçeklik gibi
belirginleştirir ve soluk alabilmek için
yaratmak zorunda olduğu dünya şöyle bir karşısına çıkar...
O güne kadar
güvendiği bilgisiyle, düşünsel hazırlık evresi dahil her şey o gün yok olur ve
Molloy’u ve devamını ‘aptallığını anladığı’ o gün yazmaya koyulur...
Molloy’un ilk tümcesini yazdığında
nereye doğru gittiğini bilmemektedir. İlk bölümü bitirdiğinde ise nasıl devam
edeceği konusunda hiçbir fikri yoktur... herşey başladığı gibi yürür, ne küçük
bir düzeltme, ne bir önçalışma, ne de hazırlık...
Beckett’in yapıtına anlam ya da
anlamsızlığını kazandıran da çıkış yolu öneren tüm felsefelerin aksine bir
çıkış yolu olmadığına dayalı bir hissedişle tek çözümün ölüm ve bekleyiş olduğu
bu kendiliğindenliktir.
Yazı yazmak, hiçte hesaplamadığı, ama karşısına çıkacağından da iyice emin olduğu bir yalnızlığa sürüklemiştir
Beckett’i. Bir yanda bu yalnızlıktan şikayet ediyor gibi dursa da yine de yazının
başladığı yerde dur(a)mayacak, durdurulamayacak bir eylem olduğunun da farkındadır.
Öyle ki; seçtiği yol önünde sert bir kayalık olarak yükselirken bile yinede
ilerlemek gerektiği düşüncesindedir. Bütün olanaksızlığına rağmen mümküne yakın
bir seçimdir bu... Ve bu çabayla sefil
birkaç milimetrecik bile olsa ilerlenebilecektir...
Yapıtının geri planındaki dolayımlı
etkileşimler yumağını çözerken kendisine peygamberlerden ‘İşaya’dan,
‘Amos’tan,’ Yeremya’dan söz eden C.Juliet’e eksik bıraktığı bir başka peygamberi hatırlatmak istercesine ‘Eyyub’ peygamberi
ekleyerek cevap veren Beckett’in o
yalnızlıktan sayrılanmış kahramanları da bu sefil birkaç milimetrede yaratılmış
gibidirler.
Murphy’den Watt’a,Molloy’dan
Malone’a, Mercier’den Camier’e ve hatta
‘Adlandırılamayan’ yaratısına kadar bazen kötürüm,bazen hasta bazende unutacak
kadar uzun bir yaşamın aktörleri olarak karşımıza çıkan bu kahramanları başka bir anlamda da;
doğumundan önce katledilerek içinde bırakılmış bir varlığın tasarıları olarak yaratmıştır Beckett.
Bu nedenle olsa gerek bütün yapıtı
da içinde katledilmiş halde bulduğu çelişkili bir varlık üzerinden yola çıkarak
bir yandan görünmeyeni var etme, bir yandan da o içteki katledilmişe can vermeye
yönelmiş, yüzeyi delmeye yazgılı bir derinlik sürgününün kendinden başlayan ve
kendisine dönen şiddetiyle örülmüş gibidir.
Gördüğü her şeye görünmeyen
bir şeylere bakar gibi bakmıştır Beckett. Ve gözüne görünen şey karşısında
duyumsadığı çekingenlikle de dikkatin derinlerine dalarak yoğunlaşan bir
sessizlik içerisinde susup, kulaklarından gözlerine gözlerinden de yapıtına akan
bir yaratma çabasına girişmiştir.
Böylesi bir yaratıcı şiddetin
salt kendine vuran ve değdiği yerde çıkardığı acıyı kağıda döken biçimselliği
ise hem yapıtına hemde yaşamına egemen haldeki şüpheli enerjiyi bir açıklamaya
kavuşturmuş ve sonuç olarak ta kağıda dökülen her şey büyük bir sessizlik içinde irileşen bir
suskunluğa bağlanarak kimsenin gör(e)mediği bir şey(ler)e bakan bir adamın
bütün varlığıyla yöneldiği halde, ancak gizli bir doğrulamayla açık edebileceği
o gizemli şeyin kendisine kazandırdığı yabancılık,yabansılık ve gizemin
yansımasına dönüşmüştür.
İmkansız olanı, sonsuzca uzun bir
anlatıyı, ne başlangıcı ne de bitişi olmayanı, benzersiz olanı yada her şeye
benzeyebileni içeren, tesellisiz bir anlatıcının öyküsüdür Beckett’in
yapıtları.
Bir zihinsel ayrışmanın ve uzlaşılamayan bir yaşamın ben ve toplum
arasındaki bağlantısız aktörleri olarak konuşan Beckett, kahramanlarının reel rasyonel aklın alabileceği bir
gerçeklikleri yoktur.
Zaten bir bütün olarak Beckett’in yapıtı da bu reel rasyonel mantığı daha baştan yadsımış
durumdadır. Böylesi bir gizemle hemhal olan Beckett’in teselli
edilemeyen, yetinemeyen ruhu öylesine kusursuz bir varlık arayışındadır ki, o
sevimsiz ve zayıf kahramanlar da bütün doğallıklarıyla aslında bu kusursuzluk arayıcısını rahatsız eden
şeylerin bir açılımı gibidir.
Bu nedenle de anlatısının
bütünü, iyilikle kötülük, zevk ve acı arasında gidip gelirken gerçekle anlatıyı
birbirlerine dönüştüren ve yaşamla ölüm arasındaki tüm engelleri ortadan
kaldırmaya yönelen bir karşıtlık üzerine kurulmuştur.
Düşsel bir cehennem
yaratılmıştır Beckett’in anlatısında ve bu cehennem içerisinde ‘ne zaman
öleceğini bilmeyen’ kahramanların kendilerini sükunete ulaştırmak için kendi
kendilerine anlattıkları öyküler üretilmiş ve bu öyküsel bütünlük içerisinde de, bir Beckett
kahramanı olan Moran’ın söylediği gibi Murphy, Watt,Yerk, Mercier ve diğerlerinin
de yer aldığı bir ‘Zayıflar Galerisi’ kurgulanmıştır.
Bu zayıflar galerisinin özet kişiliği
gibi duran ‘Adlandırılamayan-Adsız’ oldukça açık sözlüdür:
‘Burada durmam için
bir bahane bulmalıyım, anlatının bir kolaylığı olmalı, madem cehennem
sonsuzdur, Lucifer'ın isyanıyla yaşıttır, işte ben de bu eski yaşıtlığın
aydınlığındaki geleceğe inanıyorum, ama gelecekten sonrasına değil... İşte benim
açıklamam böylece en kolay biçimine ulaşıyor.’
Bu paradoksal açıklamanın dile
düşmüş bir gizemle birlikte bir teselli (bahane) bulma çabasını yansıttığı açıktır. Öyle
ki; tıpkı ‘Adlandırılamayan’ gibi Molloy, Moran, Malone ve diğerlerinin de
çoğunlukla trajikomik bir halde ağlanacak hallerine gülerek, yaşadıkları
cehennemi cennete çevirmeye çalıştıkları görülür. ’Cehennemin kötülüğü
ısıtılmamış olmasında ve içinde insan bulunmamasındandır.’ der Adlandırılamayan
ve ekler ‘Sanki cennetin ışığı, canlılar, ölüler için şefaat eden
mutluların, meleklerin sesi sanki çevremizdeki.’
Tıpkı Cennetle Cehennemin birbirine dönüştüğü –karıştığı
gibi, gerçekle kurgunun, acıyla hazzın ve kötüyle iyinin de aynı planda yer alıp
karıştığı bu dünyadaki bir diğer Beckett izleği de, dudaklarında dökülen 'Êyyub’
ismiyle açığa çıkan ‘sabır’ izleğidir.
Hem Beckett’in, hem de yapıtının
teselli edilemez karmaşasıyla paradoksal bir ilişki, içerisinde ele alındığı
görülen bu sabır ise büyük ölçüde, insanoğlunun son 500 yıl boyunca vargücüyle
sarıldığı kendine güven veren ve ödüllendiren bir imaj yaratma uğraşına karşı
sergilediği bozucu/kırıcı bir içerikle anlatılmıştır.
Diğer izleklerin yanında en önemli
izlek olarak incelenmesi gereken bu Beckettvari sabrın onun yapıtına sinmiş
haliyle hem kurulmuş ve dizayn edilmiş haldeki insan bir yapısökümüne
uğratılmakta hemde bu yapı sökümünden devşirilen yeni ve yabanıl bir enerjiyle gerçek
anlamda ‘Eyyub’a özgü anlamlı sabırla bunun tam tersine dönüşen ve gülünesi bir
anlamsızlıkla buluşan Modern beklenti alışkanlığı karşılaştırılmış gibidir.
Gerçek dünyaya çokça benzeyen
bir başka dünya keşfeden Beckett
kahramanları, dizayn edilmiş, kurgulanmış ve yönlendirilmiş insanlar karşısında
omuzlarına yüklenen bütün izleklerle derinliklerine indikleri bu dünyada,
bütün insani edim ve heyecanlarla dalga geçip, her şeyi karşıtına benzeterek, büyük ölçüde de yaşanan yalanlar toplamına kapkara bir mizah
yüklerler.
Öldükleri halde
konuşturulan,mutsuzluk içinde kıvranırken mutlu kılınan ve hareketsiz bir
enerjiyle canlandırılan tanımı güç varlıkların ortaya koyduğu bu kara mizah
aynı zamanda ilerleme düşüncesinin ayrılmazları olan hareket ve hız’a karşı yönlendirilmiş
biçimiyle de herhangi bir teselliyle yetinmesi mümkün olmayan insanların
yaşanan zamana verdiği absürd birer cevap gibidir...
Beckett’in bütün kahramanları
bu halleriyle, insanlığa dayatılan kesintisiz ilerleme güdüsünün aksine
durgunluğu ararlar. Onlar için varlıkta varoluşta felçli bir dinginlik ve
kimsesiz bir gömülmüşlükle anlam kazanır.
İronik bir biçimde mutsuzluğun ve
acının kaynağı olarak da görülen hareket ve hız Beckett’in adamları için mecbur
kalındığı sürece katlanılan ve sonuçta ortaya çıkardığı acıyla da lanetlenen
birer olgudur.
Kurgulanmış bütünlüklerinin sözlü
ve zihinsel bataklığında, cansız ve amaçsız bir haldeyken her zorunlu hareket
sonunda büyük bir acıyla yüzleşen bu adamlar yürümeyi, sürünmeyi ve konuşmayı
unutup bir çukurda uzanarak sessizliğe daldıklarında bulurlar mutluluğu.
Öyle ki; bu hareket ve hız karşıtlığını
‘Evet, ilerleyişim zaman zaman beni durmaya zorluyordu, ilerlemenin tek aracı
da zaten böyle sağlanabilirdi...’ diyen Molloy’dan gırtlağına kadar toprağa gömülen ve ‘Harekete lanet...’ diye
haykıran Winnie’ye kadar hemen bütün Beckett kahramanlarında görmek mümkündür.
Hareketin, ilerlemenin ve hızın
sadece mecbur kalındığı sürece katlanılan ve sürekli olarak lanetlenen bir kurgu içerisinde bütün
duygulanımları, tüm fiziksel ve ruhsal duyumları ortak bir dizge ile aynı çukura
indiren Beckett kahramanları tam da
mutsuzluğunun kaynağını açıklayamayan birer tesellisiz prototipi
canlandırırlar.
Sürekli absürdle kolkola
giden birer insan karikatürü halindeki
bu yapıntı akrobatların gerçek hayatın acılarından kaçınmak için takındıkları
bu doğaaltı durum bu yönüyle hiçte anlamsız değildir. Bu hal ise Murphy’nin
söylediği gibi onlardan ziyade toplumu eksene alan ve hepimizi bağlayan bir
genel yapının ‘Büyük Başarısızlığı’ndan başka bir şey değildir.
İster yaşamdan yapıta,isterse
yapıttan yaşama yansıtılmış bir durumu göstersin esasla ilgili kesintisiz bir
sorgulamanın derinliklerinde en alt düzeyde bir yerde duran bu talihsiz
kahramanların o en derin yerden yüzeye
çıktıkları an karşılarına çıkan büyük başarısızlık onlarda öyle büyük bir
şaşkınlığa yol açmış ve öyle geniş bir kaybetmişler alanı açmıştır ki; bir
köstebek gibi çekildikleri iç dünyalarında bu şaşkınlığı yaşayan kahramanlar
olarak kendileri bile çoğunlukla bir anlamdan uzak oluşlarının farkına
varamamış yada bu anlamsızlık karşısında öyle davranmayı seçmişlerdir.
Her biri birer kurgusal kişilik
olmakla beraber, bütün delilikleri, bütün yalnızlıkları, bütün kırıklıkları ve
bütün çürümüşlükleriyle Beckett’in kahramanları başka bir deyişle içine
düştükleri anlamsızlığı, bile isteye absürd bir hale getirmiş, yaşanılabilir
olmaktan hızla uzaklaştırılan bir yaşam karşısında ancak bu şekilde
durabilmişlerdir.
Delilikte, tembellikte, yoksunlukta, acıda ve yalnızlıkta alışılmış
varlığın aksine kendi kendilerine özel bir varlık uydurarak yaşamla alay eden
bu kahramanlar aslında takındıkları tavırların hepsinde kendi kendileriyle
uğraşıyor gibi görünseler de, insanlıkla uğraşmakta ve karşılarına çıkan
saçmalığı bütün insanlık adına uğraşılacak bir ağırlığa taşımaktadırlar...
Bütün gücüyle ilerlemeye
kurgulanmış bir yaşam karşısındaki o şaşkın ve acemi duruşları da bu ağırlık
nedeniyledir...
Şahin Torun, 05.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Şahin Torun Yazıları
Şahin Torun Yazıları
OKUMA
LİSTESİ
1- C.Juliet, Beckett’le Görüşmeler, Çev:
S.Rifat. Om.2000
2- S.Beckett, Mercier ve Camier, Çev: U.Ün., Ayrıntı.Yayınları, 1997
3- S.Beckett, Murphy Çev: U.Ün., Ayrıntı.Yayınları, 1994
4- S.Beckett, Üçleme, Çev: U.Ün, Ayrıntı.Yayınları, 1993
5- S.Beckett, Eşlik, Çev: S.Akar, Düzlem Yayınları, 1990
6- S.Beckett, Uzun Öyküler, Çev: N.Mete, U.Ün. Dönemli
Yayınları, 1988
7- S.Beckett, Aşksız Birleşmeler, Çev: N.Mete,U.Ün. Dönemli Yayınları, 1988
8- S.Beckett, Proust, Çev:
O.Koçak. Metis Yayınları, 2001
9- S.Beckett, Dünya ve Pantolon, Çev: C.İleri, Sel Yayınları, 2000
10- S.Beckett, Godot’yu Beklerken, Çev: U.Ün, T.Günersel. Kabalcı Yayınları, 2000