"Trump’ın bazı beyanatları, Le Pen’in ılımlı birisi olarak değerlendirilmesine sebep olabilecek kadar açık bir şekilde ırkçı nitelikte."
We deride chances of Marine Le Pen and Donald Trump at our peril
Birçok kâbus gibi bu da muhtemelen gerçekleşmeyecek. Fakat Donald Trump ve Le Pen’in Amerika ve Fransa için güçlü başkan adayları olduğu gerçeği göz önüne alınırsa bu durum, Batı’daki liberal demokrasinin sağlığı açısından bize rahatsız edici bir şeyler söylemektedir. Kafa karışıklığı ve korkunun olduğu zamanlarda seçmenler, “güçlü” -Rus Vladimir Putin’in batı versiyonu- milliyetçi liderlere yönelme eğilimi sergilemektedir.
Kısa süre önce Washington’da birçok ana akım politik uzmanın, Donald Trump’ın bırakın başkanlığını, Cumhuriyetçilerin adayı olması fikrini bile ciddiye almadıklarını fark ettim. Eğer Trump normal bir aday olsaydı adaylık için favori bir isim olarak değerlendirilecekti. Yine de Trump’ın Meksikalılar, Müslümanlar ve engelli insanlar hakkında verdiği çirkin beyanatlar popülaritesini azaltmamıştır.
Demokratların birçoğu, Cumhuriyetçiler eğer Trump’ı aday gösterecek kadar çılgınsa başkanlık seçimlerinde Hillary Clinton tarafından kesin bir bozguna uğratılacağını söyleyip dalga geçiyor. Yine de bu hükme varmak doğru değil. En son yapılan ulusal anketlerde Trump Clinton’un beş puan önünde gözüküyor.
Trump’ın bazı beyanatları, Le Pen’in ılımlı birisi olarak değerlendirilmesine sebep olabilecek kadar açık bir şekilde ırkçı nitelikte. Fransa’nın aşırı sağ lideri, 2017’de gerçekleşecek başkanlık seçimleri öncesinde dikkatli bir şekilde imajını yumuşatıyor. Paris’te gerçekleşen terör saldırıları öncesinde bile neredeyse tüm anketler onun seçimlerin finallerine kalacağını göstermekteydi.
Le Pen’in Ulusal Cephesi, bu ay gerçekleşecek bölgesel seçimleri kazanarak önemli bir atılım gerçekleştirebilir. Bu durumda parti, hükümetin bir parçası görünümünü kazanacaktır.
Politik aşırılıkçı kesimlerin yükselişi sadece ABD ve Fransa’ya özgü değil. Her ikisi de AB üyesi olan Macaristan ve Polonya’da Ultra-milliyetçi partiler iktidarda bulunmaktadır. İskoçya ve Katalonya’da yükselmekte olan milliyetçi partiler, İngiltere ve İspanya’nın ulus devletler olarak varlıklarını sürdürmelerine karşı bir tehdit oluşturmaktadır.
Bu yıl gelmesi beklenen 1 milyon mülteci nedeniyle Almanya’da büyüyen bir kriz ortamı oluşurken, Angela Merkel hükümetine karşı siyasi tepkiler artıyor. Avrupa’nın güneyinde görülen ekonomik durgunluk ve borç krizleri nedeniyle ikincil partiler Yunanistan ve Portekiz’deki hükümetlere taşındı.
Peki, Batı siyasetinde neler oluyor? Gerçekleşen önemli gelişme, geleneksel siyasi elit arasında inancın yitirilmesi ve daha radikal alternatiflere yönelik arayıştır. Bana göre bu duruma neden olan dört temel faktör vardır: Ekonomik anlamda güvensizlikteki artış, göç olayına karşı siyasal tepki, terörizm korkusu ve geleneksel medyada görülen bozulma.
ABD’deki reel ücretlerde, Amerikalıların çoğunu kapsamakta olan ve son birkaç on yıldır devam eden bir düşüş ya da durgunluk görülmektedir. Fransa’nın da içinde bulunduğu birçok Avrupa ülkesinde çift haneli işsizlik oranları standart hale gelmiştir. 2008 senesinde yaşanan mali kriz, elitlerin iktidarına ve batılı ekonomik sistemlerin adalet ve istikrarına yönelik sürekli bir güven kaybı oluşturmuştur.
Ekonomik güvensizliğe, artan göç meselesi ile bağlantılı bir tür sosyal istikrarsızlık eklendi. Hispaniklerin Amerika’ya ve Müslümanların Batı Avrupa’ya akışı, Trump ve Le Pen gibilerin beceriksiz elitlerin normal vatandaşları göz önünde bulundurmadan temel sosyal değişimlere izin verdiği argümanını ileri sürmelerine neden oldu. Trump, 11 milyon illegal göçmenin sınır dışı edilmesi çağrısında bulunurken; Le Pen, Fransa sokaklarında ibadet eden Müslümanları Nazi işgalcilerle karşılaştırıyordu.
Fransa’nın eski cumhurbaşkanı olan ve 2017 seçimlerinde Le Pen’e rakip olacak gibi görünen Nicolas Sarkozy, “çok kültürlülüğe” karşı gerçekleştirilen saldırılara dâhil oldu. Müslüman göçmenlere karşı geliştirilen bu tür retorik ve elitler tarafından sergilenen ihanet şu an Almanya’da da oldukça yaygın.
Paris saldırılarının ardından terörizm korkusu göçmenlere duyulan nefretle birleşti. Fransa’nın başkentinden yayılan şok dalgası, Cumhuriyetçilerin çoğu gibi Trump’ın da alelacele ileri sürdüğü, göçmenlerin terörist saldırıları artıracağı iddiasının yer aldığı tüm Atlantik boyunca hissedildi.
Batı dünyasındaki popülistler, nasyonalistler ve ekstremistler arasında yaygın kanaate göre, güvenilmez elitler tarafından kontrol edilmekte olan ana akım medya meseleyi örtbas etmektedir.
Cumhuriyetçiler, gazetecileri cezalandırmanın alkış almanın kolay yolu olduğunu öğrendiler.
Medyanın ‘politik anlamda doğru’ bir şekilde yalanlanmasının, göçmenlerle alakalı meseleyi baskı altına aldığı görüşü, Almanya ve Fransa’da oldukça yaygın bir düşünce.
Bu arada sosyal medyanın yükselişi alternatif hikâyelerin yayılmasının önünü açmaktadır. Başkan Barack Obama’nın bir Müslüman olduğuna inanmayı isteyenler, internet üzerinden ya da sohbet radyolarındaki yankı odalarında kendilerine benzer kişiler bulabiliyor. Avrupa’daki sosyal medya üzerinden komplo teorileri üreten insanların sayısı gittikçe artıyor.
Rahmetli senatör Daniel Moynihan şöyle demişti: “Herkes kendi sahip olduğu düşünce ile anılır, kendi gerçeklikleri ile değil.”
Sosyal medya çağında bu görüş artık geçerliliğini kaybetmiştir. Trump, Le Pen ve Putin gibileri için herhangi bir şey “gerçek” olarak etiketlendirilebilir. Bu ortamda ekonomik, sosyal ve fiziki güvensizlik zeminine karşı aşırılıkçı görüşler gelişecektir.
Gideon Rachman, 30 Kasım 2015, Financial Times
Tamer Güner, 09.12.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri,
http://www.ft.com/intl/cms/s/0/e7b61eae-974d-11e5-9228-87e603d47bdc.html#axzz3tjJ5UruV