11 Aralık 2015 Cuma

SA2174/KY13-AO38: Boşanmaların Neo-Kapitalist Sistemle İlişkisi ve Ahlak

"Özgürlük; evet, ama ondan önce piyasayı da düzenleyen ahlaki değerlerimiz olmalı.."


Televizyonumuzda yayınlanan bir programla ilgili savcılık tebligatı nedeniyle yolum yine muhtarlığa düştü. Muhtarın önünde düzinelerce tebligat zarfı birikmişti. Dediğine göre bunların çoğu boşanma davalarıyla ilgiliymiş. Bunu garip üslupla söyleyen muhtar ardından da bu durumu yorumlamaya başladı..

"Bu insanların çoğunun ekonomik sıkıntısı yok. Eskiden eşler ekonomik nedenlerle boşanıyor derlerdi, şimdilerdeyse daha çok durumları iyi olanlar boşanıyor. Artık en ufak bir şeyde eşler ayrılıyor ve çoluk, çocuğunun, kendinin geleceğini düşünmüyor. Eğer, her yaşanan sorun için eşlerin boşanmak için mahkemelere koşması doğru olsaydı, anne, babalarımız onlarca kez boşanmış olurdu."

Muhtarlıktan ayrıldıktan sonra ben de kendi kendime sormaya başladım;

Bu gidişatın sonu neye varacak, gemi hızla karaya mı oturuyor? Bir zamanlar aile kurumumuzun sağlamlığıyla övünen toplumumuz neden bu hale geldi?"

Bu tablo bir felaket göstergesi mi, yoksa gitgide oturacak olan yeni toplumsal yapının öncü sarsıntıları mı?

(Yapılan çeşitli yorumları da dikkate alarak bu konuda genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.)

Aslında insanların ihtiyaçları sınırlıdır. Yaşayabilmesi için elde etmesi gerekli şeyler vardır. Eğer siz onların bu genel ihtiyaçlarını karşılarsanız ortaya bir başka talep çıkmaz. Zira talebi oluşturan aktör piyasadır. Piyasa üzerinde yapılacak bir hareketlendirmeyle insanların ihtiyaç duyduğu şeylerin sayısı arttırılabilir. 

Bunun yapılması ise tek nedene bağlıdır; daha çok para kazanmak.

Daha çok para kazanmak için üretilen malların daha çok çeşitlendirilmesi ve bu malların toplumlar üzerinde albeni yaratması gereklidir ki pazara/piyasaya sürülen o mallara olan talepler yükselsin ve böylece kazanç artsın. 

Eğer bir mal ne kadar çok sayıda insan üzerinde albeni yaratırsa o kadar para kazandırmaya uygun bir mal olur. Sürekli uygun mallar araştırılır ve tükettirmenin kamçılanmasıyla insan ihtiyaçları sınırsız hale gelir. Böylece toplum sınırsız tüketime ayarlı bir yığın haline dönüşür.

Sınırsız tüketimi esas alan üretimler yalnızca pazarları etkisi altına almaz, o pazarlarla iletişim kurarak var olan, kendini bu yolla var eden kitleleri de etkiler. Bunun doğal bir iletişim haline dönüşmesiyle de pazarlar insanı denetim altına alır.

İşte bu durum sonucu da pazara uyumlu bir insan modeli oluşur. Ana belirleyici etken pazar olunca her şey onun etrafında döner. Tüm ideolojiler, inançlar bu pazara göre yeniden dizayn olur ve insan pazara eklemlenir.

Ali Şeriati'nin "Sosyoloji Üzerine" adlı eserinde anlattığı bir hikaye var. Hatırladığım kadarıyla orada şöyle diyordu Şeriati; "Fransa'da yüksek lisans yaparken başvurduğum bir araba firması bana şöyle bir görev vermişti. Bana dediler ki 'bizim araçlarımız A şehrinde B şehri kadar satmıyor. Sen A şehrine gidecek ve bunun nedenini araştırıp bize bildireceksin. Eğer o insanlar bizim araçlarımızın renklerini beğenmiyorlarsa biz o araçların renklerini değiştiririz Ancak bunlar bizatihi araç edinmeye karşı iseler onları araç almaya nasıl hazır hale getiririz onları bize rapor edeceksin."

Şeriati'nin bu örneğinde olduğu gibi zihinler pazara uygun yani sürekli tüketmeye uygun hale getirilmezse pazardaki ürünler satılmaz ve para, parayı kazanmaz. O nedenle tüketim ekonomisinde insanlar çeşitli yollarla ikna edilerek, eğitilerek iyi bir tüketici haline getirilirler.

Kişinin pazarla bütünleşmesiyle oluşan insan modeli bireycidir. Tercihlerini ortak algı oluşturur ancak buradan kendine ait seçeneklerde bulunduğu için toplumsal değil bireysel yönleriyle öne çıkar. Sistemin pazarla buluşan birey sayısını artıran bir sistematiğe dönüşmesi sermaye için ana hedeftir. Bunun için toplum yapısı öncelikle bireyselleştirilmiş üst düzey tüketicilerle oluşturulur. Pazara bireysel eklemlenme için ise kadın/erkek her bir bireyin bir kazanç sahibi olması ve bir birey olma özgürlüğünü elde etmesi hedeflenir..Böylece bireyler kazançlarını özgürce tüketebilecekleri bir imkana kavuşurlar.

İşte neo-kapitalizm veya (son haliyle) küreselizm böylesi insan modelleri oluşturmuş bulunmakta ve bunları fabrikasyon şekilde hızla çoğaltmakta. Artık aile ve toplum içerisinde çok sayıda insan ayrı bir birey kimliğine sahiptir ve seçimini özgürce yapmaktadır. 

Bu durumda her bir birey tüketim endeksli zihin konforuna sahip olur. Böylece kendini bir başkasının yargısının dışına çıkarır. En yakınında olan dahi ona tercih belirleme esnasında dokunamaz.

Eğer bireyler bir ideal uğruna zihinlerine pranga vurarak, kendilerine belirgin bir sınır çizmezlerse bireysel tercih ve isteklerinin bir diğeriyle çatışması kaçınılmazdır. 

Bu çatışmayı ya sıkı kurallar önler veya kişinin tercihlerini sınırlaması.. 

Eğer elde edebileceğimiz kadar şeyi tüketmeyi kendimize hak görürsek tüketip kenara attıklarımız elbet çoğalacaktır.

Kısaca; duygu ve düşüncelerimiz bizlere piyasa ahlakının dışında bir ahlak kazandırmadıkça bencilleşmiş bireyselliğin önüne geçemeyiz. Eğer en doğru şey tercihlerimizi kabul edersek "Herkes kendi yoluna" dememiz kolaylaşır.

Buna şimdilerde moda deyimle "bireysel özgürlük" diyorlar.

Özgürlük; evet, ama ondan önce piyasayı da düzenleyen ahlaki değerlerimiz olmalı..




Adnan ONAY, 11.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar


Seçkin Deniz Twitter Akışı