11 Aralık 2015 Cuma

SA2177/TG167: Rusya’nın Suriye’ye Yönelik 19.YY Yaklaşımı

"Ve şimdi Fransa ile ABD, IŞİD’e karşı Putin’le ittifak yapmayı düşünüp taşınıyorlar. Nasıl da 19 yy.’a benziyor değil mi?"



Russia’s 19th-Century Approach in Syria

Obama Yönetimi, Rus Başkan Vladimir Putin’in dış politika maceralarında 19.yy politikalarını izlemekte olduğunu savunurken, Putin’in kaybeden tarafı oynamakta olduğunu ima ediyor. 

Obama Yönetimi, Putin’in 19.yy’a ait olduğunu söylemekte haklı ancak bu, küresel ölçekte daha fazla güç edimi için girmiş olduğu yarışta kaybetmeye mahkûm olduğu anlamına gelmiyor. Onu yenebilmek için Batının 19.yy, özellikle de bu devre ait Rus anlayışının nasıl olduğunu değerlendirmesi gerekmektedir.  

Her şeyden önce Putin’in saltanatı, 1825-1855 arasında başarıyla hüküm süren Çar I. Nicholas’ı anımsatmaktadır. Tarihin kaybeden tarafında otuz yıl oldukça uzun bir süredir. Putin’e benzer şekilde, Nicholas çok daha katı ve güçlü bir gizli polis teşkilatı aracılığıyla ülkeye hükmetmiştir. 

Çar’ın ideolojik dayanakları ünlü; “Ortodoksluk, Otokrasi ve Ulusçuluk” üçlemesine dayanmaktaydı ve bu formül aynı zamanda Putin’in günümüz Rusya’sında kullanmakta olduğu sistem ile aynıdır. 19.yy da olduğu gibi bu yaklaşımın yerel zeminde ve dış politikayı kapsayan önemli yansımaları bulunmaktadır.      
    
Profesör Richard Pipes tarafından da ifade edildiği gibi; Patrimonyal Rusya’da her şeyin sahibi Çar’dı ve her ne isterse arkadaşlarına dağıtabiliyordu-aynen Putin’in yapmakta olduğu gibi. Karen Dawisha, Putin rejimini bir kleptokrasi olarak tanımlamaktadır ki bu tanım oldukça akla yatkındır; fakat Putin, oldukça zengin bir hanedanlığın hüküm sürdüğü Rusya’yı, çarcılık sisteminin olağan, çağdaş bir formu olarak adlandırmayı tercih edebilir.  

Putin, bazı tarihi dersleri sahipleniyor. 1904 senesi başlarında, feci Rus-Japon Savaşı’ndan önce Çar yanlısı iç işleri bakanı Vyacheslav von Plehve şu ünlü sözünü söylüyordu: “Zaferle sonuçlanacak küçük bir savaşa ihtiyacımız var.”  

Şüphesiz bu savaş ne küçüktü ne de zaferle sonuçlanmıştı, ancak Putin başarılı kariyerini Plevhe’nin sahip olduğu kavrayışın başarılı bir şekilde uygulanması üzerine inşa etmiştir. Bu kavrayış şuydu: "Dış politikadaki cesaretini merkezde politik güç elde etmek için kullan.”  

Nitekim 1999 senesinde bazı evlerin bombalanmasına yanıt olarak Çeçenleri öldürme sözü veren Putin, popülerliğini yükseltiyordu; Çeçenlerin ise bu bombalamalarla bir ilgisi yoktu. Putin’in ikinci başarılı savaşı ise 2003-2004’te, Rusya’nın en büyük özel şirketi Yukos’un mallarını herhangi meşru bir zemine dayanmadan kamulaştırdığı sırada oligarklara karşı vermiş olduğu sembolik savaştı. 

2008 senesinde ise Putin, Gürcistan’a karşı beş günlük kısa, ideal savaşını başlatacaktı.   

2011-12 kış aylarında, Putin başkanlığı resmen yeniden devraldığı dönemde, yeni orta sınıf tarafından gerçekleştirilen büyük sokak gösterileri Putin’i oldukça zorlayarak yeni bir dizi problemin ortaya çıkmasına neden oldu. Bazı gözlemciler tarafından ifade edildiği gibi, Putin’in dış politikası o zamandan beri yüz yüze olduğu yerel meselelere odaklanmış durumdadır. 

Periyodik bir savaş ihtimalini yok sayan Putin, AB’nin diplomatik bönlüğü ve ABD’nin pasif tutumunun bir kombinasyonu aracılığıyla kendisine altın tabakta sunulan bir mesele üzerinden yeniden, hızlı bir şekilde Ukrayna’ya karşı agresif bir politika izlemeye başladı.    

Bu politika, 2014 Şubat-Mart döneminde zafere götüren küçük bir savaşa yol açarak Kırım’ın %88 gibi yüksek bir oyla Mart 2014’te Rusya’ya katılımıyla sonuçlandı. Putin, Rusya’ya katılıma yönelik bu kadar yüksek bir oranla muhtemelen politik başarılarının zirvesine ulaşmış bulunmaktaydı.  

Fakat daha sonra kahramanımız bir hata yaparak Doğu Ukrayna’da daha büyük bir savaş başlatmaya niyetlendi. Çatışmalar ülkenin doğusunda kanlı bir savaşa dönüştü; bu savaş da ne küçüktü ne de zaferle sonuçlanacaktı. Ukraynalılar ciddi bir ulus olarak birleştiler ve ülkelerini etkileyici bir şekilde savundular. Yerelde ancak bazı güçler ve Ruslar, Donbas bölgesinin Rusya tarafından ilhak edilmesini desteklemekteydi ve Batı, küresel ölçekte petrol fiyatları dalgalanırken Rusya’ya karşı ciddi ekonomik yapıtırımlar uygulamaya başlamıştı. 

Aşikâr bir şekilde Putin ne yapacağını bilmiyordu. Hatta bazılarının endişelenmesine bazılarının ise ümide kapılmasına neden olacak şekilde birkaç gün ortadan kaybolmuştu. Sonra tüm enerjisiyle geri dönerek 1980’lerden kalma eski Sovyet hilelerini yeniden denemeye başladı. 

Her neresi olursa, yapabildiği yerde hava sahalarını ihlal etti ve eski klasik hamlelerden birini gerçekleştirerek İsveç karasularına gemilerini gönderdi. Bazı yenilikçi icraatları da vardı: Estonyalı bir istihbarat yetkilisini Obama’nın ülkeyi ziyaretinden iki gün sonra Estonya topraklarından kaçırarak doğrudan kendi güvenliğini garanti altına almıştı.    

Birkaç aylık deneme yanılmadan sonra Putin seçimini yaptı: Suriye. Devamlı Libya diktatörü Kaddafi’nin ölümünün yasını tutan Putin, olaya oldukça orijinal bir yorum getirerek bu ölümden Amerikan özel birliklerini sorumlu tutmaktaydı. Şimdi ise aynı zihniyete sahip başka bir diktatör olan Beşşar Esad’ı kurtarmaya karar vermişti. Ve dış gelişmeler, bir kez daha zamanlamanın uygun olmasını sağlamıştı. 

Putin, Suriye’de İran’ın işbirliği olmaksızın etkin bir şekilde hareket edemezdi, ancak İran’ın yeni bir maceraya güvenli bir şekilde atılması için önce P5+1 ile gerçekleşecek nükleer anlaşmanın imzalanması gerekmekteydi. 

Böylece Suriye hamlesi öncesinde Putin,  ilk önce İran’la birlikte Bağdat içinde bir istihbarat merkezi kurarak Irak’ı Amerika’nın pençesinden kurtarma hazırlıklarına başladı. Bu, böylesine kıt kaynaklarla beslenen bir taarruz için fena bir hamle değildi.          

Birkaç hafta içerisinde Rusya, planlı bir şekilde ve olanca şeffaflığıyla büyük miktardaki askeri ekipmanı ve birliği Suriye’ye gönderirken tüm bunları gazetelerden okuduk. Besbelli Rusya’nın bu hamlesine karşı Batılı güçlerin herhangi bir müdahalesi olmayacaktı. 

Putin, Obama tarafından takınılan tavrı yeteri kadar açık bir şekilde algılamıştı: ABD yönetimi (Rusya’ya karşı) parmağını bile kıpırdatmayacaktı.  

Putin, iki gün sonra ABD’nin destek ve donanım sağladığı Özgür Suriye Ordusu’nu bombalamaya başladı. Gazetelerdeki raporlara göre yoğun Rus bombardımanının yaklaşık %90’ı, Batılı güçlerin çoğunun halkı güven altına almak için uçuşa yasak bölgeye dönüştürmek istediği, Suriye’nin Batı kesimindeki barışçıl kesimleri hedef almaktaydı. Şu anda bu barışçıl Suriyelilerin birçoğu büyük bir hızla Avrupa’ya kaçmaktadır.   

Avrupalıların bu olaylara strateji, koordinasyon, savunma veya dış politika olmaksızın etkin bir şekilde yanıt vermesinin mümkün olmadığını söylemek gereksizdir ki belli bir süre daha Avrupa bu şekilde tepkisiz kalmaya devam edeceğe benziyor. Belli ki (Avrupalıların) en iyi bildikleri şey budur. Sonunda müzakereler için yüzlerini Rusya’ya dönebilirler ve Putin’in de çok iyi bildiği gibi bu durumda her şey olabilir.   

Putin için bundan daha da iyisi; siyasi mültecilerin Avrupa’ya devasa akını, AB’nin en etkileyici özelliklerinden birisi olan Schengen Bölgesini ortadan kaldırabilir. İsveç ve Fransa hâlihazırda geçici anlamda bölge kontrolü uygulamaya başladı ve geçici olanların yanında uzun süreli kısıtlamalar da söz konusu. Adam Ulam’ın söylediği gibi; uluslararası politikalarda “Hiçbir şey geçici olanlar kadar kalıcı değildir.”    

Putin için ilave bir bonus da şudur: Orta Doğu’da devam eden savaşlar ve bunların sonucunda gerçekleşen mülteci akınları karşısında Avrupa’daki geleneksel merkez partiler ne yapacaklarını bilemezken, seçimlerde ancak % 10-20 alabilen Putin yanlısı ve göçmen karşıtı partiler ani bir yükselişe geçmiştir. 

Seçmenler, politikacıların ne hakkında konuştuklarını veya en azından nasıl hareket edeceklerini bilmelerini isterler. Bu değerlendirme 13 Kasım’da gerçekleşen Paris saldırılarından önce de geçerliydi ve bu olaydan sonra çok daha fazlasıyla gerçeklik kazandı. 

Okuyucu, Putin’in Suriye politikası nedeniyle kendi evinde terörizm tehlikesi riski ile karşı karşıya gelebileceğini düşünebilir; fakat Putin’in gözünde böyle bir risk yoktur. 19.yy’daki Rusya’yı gözünüzün önüne getirin: Katı reaksiyoner çarlar olan I.Nicholas ve III.Alexander kendi yataklarında huzurla ölürken katledilen tek Çar zavallı, liberal II. Alexander’dı. 

Putin için ülke içinde terörizm, daha fazla baskı uygulamaya yönelik güzel bir mazeret olacaktır. Her şeye rağmen Vahhabi bağlantılı terörizmin güçlendiği Kuzey Kafkaslar’da Putin seçimleri sürekli olarak %100 oranlarında kazanmaktadır. 

Ve şimdi Fransa ile ABD IŞİD’e karşı Putin’le ittifak yapmayı düşünüp taşınıyorlar. Nasıl da 19 yy.’a benziyor değil mi?...    

ANDERS ÅSLUND / 10 Aralık 2015



Tamer Güner, 09.12.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri, 






Orijinal Metin:
http://www.the-american-interest.com/2015/12/10/russias-19th-century-approach-in-syria/

Seçkin Deniz Twitter Akışı