13 Aralık 2015 Pazar

SA2186/KY5-PT88: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ Tasavvuf Dünyası'ndan Hezeyan Örnekleri 8

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***


71. Şerefli vücudun mucizevi hallerde yalanı (S.105–106) 


Halk, bu adî vücudunun kuvvetiyle uykuda iken bulduğu şeyi, Seyyar uyku ile yakaza arasında bulunurken bu maddî ve adî vücudunun zayıf oluşu diğer manevî ve şerefli vücudunun kuvveti ile bu gücü kendinde bulabilir.

Sonra bu şerefli vücut kuvvetlenir, (artık âlem-i gaybta olduğu gibi) âlem-i şehadette de (bu tip) fiil (ve hareketler) vaki olur. Netice olarak havaya uçar, su üzerinde yürür, ateşe girdiği halde zarar görmez, yanmaz. Görür, işitir, alır, çıkar, iner, himmet eliyle tasarrufta bulunur! Onunla beraber bulunan bir şahıs kesif vücutla örtülü olduğu için bunu bulamaz ve göremez.

İyi bil ki müşahede önce suret, şekil ve hayallerle olur, renkler zuhur edince de zatlarla olur. Daha sonra zatlar da bir zatta fenâ bulur.

72. “Doğan güneşin önüne kadar geldim“ Hezeyanı (S.112- 113) 

Birgün halvette iken gaybet hâline girdim. Sonra yükseltildim, doğan bir güneşin önüne kadar getirildim. Onun şiddetli ve büyük kuvvetine göğüs gerdikten, .sonra güneşe sokuldum Sonra bunu şeyhim Ammar Yasir'e (öl. 582/1186) sordum. «Allah'a hamdolsun» dedi. «Ben de bu gece ikimiz birlikte Mekke'ye gittiğimizi gördüm. Güneş göğün tam ortasında olduğu bir sırada Mekke'de Harem-i şerifte bana şöyle dedin:

'Ey Şeyh ben kimim?', 'Beni tanıyor musun?'
'Sen kimsin', dedim. Bunun üzerine sen:
 'Ben gökteki şu güneşim' diye karşılık verdin».

Bu iki olayın birbirine uygun düşmesine şeyhim Ammar memnun oldu. Sevindi ve bana şu hâlini anlattı: «Kalb âlemine sokuldum, geceleri Allah için mücâhede ettim. Gökyüzü jçime girinceye kadar devamlı olarak ona bakıyordum hatta kendimi zevken gökyüzü olarak hissediyordum. Başka geceler de onu şu anda yukarıda gördüğüm gibi kendi altımda görünceye kadar ona bakardım. Başka gecelerde de arza bakar, -acaba o nedir, diyerek onu açıkla¬maya çalışırdım. Nurdan bir dâirede fâni oluncaya kadar bu halim sürüp giderdi».

Bu vakıat (daimî olan hatır, ilham, müşahede, keramet...) tan ilmin alacağı hisse şudur. Kudsî ruh latiftir, semavîdir. .Himmet kuvveti ile dolup taştığı zaman, semâya bitişir ve semâ onda garkolur. Aslında ruh ile semâ aynı şeydir. Bu ruh, sürekli olarak  uçar, yükselir, beslenir ve gelişir, semânın şerefinden daha üstün bir şeref kazanmak için bu hal devam eder. Nihayet semânın üstüne çıkar.

Veya şöyle diyebiliriz: «Her bir maden sahibi, kendi cinsinden olan cevheri arar. İrâdesi ve talebi samimi ve ciddi olursa aslı bu-lur ve ona kavuşur. Semâyı, altında ve dahilinde, ancak şu hallerden sonra gördüm: «Ben hangi şey için semâda veya semâdan daha büyük olan şeyde veya semânın üstünde —ki bu benim üstüm¬de var olan şeye göre değişir— değilim?», diye dahilimde bir bir talep ve itab hali kâim oldu. Bunun üzerine, madenlerine karşı özlem duyan garip cevherler, samimi olarak âh û enin haline girdiler ve ben de oraya ulaştım. Arzın, kendisinde fânî olduğu daire ise kudret dairesidir.  

73. Ebubekir Vasati “Allah’ın cemal ve celal sıfatları çarpıştı. Bu çarpışmadan ruh doğdu” iftirası (S.115) 

Ebu Bekir Vasıtî (öl. 320/932 den önce): «Allah'ın cemâl ve ce¬lâl sıfatlan çarpıştı. Bu çarpışmadan ruh doğdu. Oğul, parçaya an-ne-baba ise asla ve bütüne işaret eder», demiştir.

Yüz dairesi saf ve temiz hâle gelince — su kaynağının parlak¬lığı ve berraklığı gibi — nur saçar. İki kaş ve iki göz arasında olan bu^ nur. kaynağı sebebiyle Seyyar nur kaynağını kendi yüzünde hisseder. Daha sonra yüz tamamen nura gark olur, önünden yüzünün hizasına kadar olan kısmı böylece nurdan bir yüz olur.

Nurlar fışkırır. O zaman ince bir örtünün ardından salıncak gi¬bi gelip giden güneş görülür. Gerçekte bu yüz senin yüzün, bu güneş ise bedende gidip gelen ruh güneşidir. Daha Sonra bu saflık ve safiyet bütün bedeni kaplar ve önünde kendisinden nurlar çıkan bir şahıs müşahede edersin. Seyyar bu anda, vücudunun her yerin¬den bu şekilde nurlar fışkırdığını hisseder. Nice kereler olur ki bütün benlik perdeleri ortadan kalkar, İşte o zaman bütün bedeninle bütünü ve küllü görürsün. 

 74. “Basiretin açılışı gözden başlar. Daha sonra bütün vücutta ortaya çıkar.” Yalanı 
        ”Gayb’tan bir şahıs çıkar. Simsiyah bir renkle seni karşılar.”  İddiası (S.115–116)

Basiret in açılışı gözden başlar. Sonra sırayla yüz, göğüs, da-ha sonra ise bütün vücutta ortaya çıkar. Önündeki bu nurani şahıs sûfilerce «mukaddem», «şeyhu'1-gayb», ya da « m i -zanu'1-gayb» diye isimlendirilir.

Seyr-u sülûkun ilk dönemlerinde bu adam senin karşına çıkar. Fakat zenci gibi simsiyah bir renkle seni karşılar. Sonra o senden kayb olur. Bu şahıs aslında senden kayb olmuş değildir. Tam tersine sen osun. O senin içine girer ve seninle birleşir, tek varlık haline gelir. 

O, sırf beden ve vücut elbisesinden dolayı siyahtır. Sen ondan vücudu fani kıldırın, şevk ve zikir ateşi onu elbisesini yakıp tükettiği zaman elbisenin içindeki cevher çıplak olarak ortaya çıkar da böylece gördüğün gibi nuranî bir hale gelir.  


75. “Zavallı kuş Semnun Muhib’e muhhabetinden dolayı gagasından kan aktı ve öldü.” (S.118) 

Rivayet edilir ki Semmm Muhib (?), mahabbetten bahsettiği zaman Şunuziyye Camiinin kandilleri sağa sola gidip gelmeye başlarlardı . O'na, «Mahabbetten söz et», dendiğinde şöyle demişti: 

«Yeryüzünde bu konuda (dinlemeye) yetkifi bir şahıs olabileceğini' düşünemiyorum». O anda önüne bir kuş geldi. Semnun: «Şimdi oldu, mahabbet buna anlatılabilir», dedi. Muhabbetten bahsetmeye başladı. Kuş gagasını yere vurmaya başladı. Nihayet gagasından kan aktı ve öldü. 

76. Hakk’ın seyyarın kendi yanına yükselteceği iftirası (S.119) 

Bazan Seyyar gaybet hâline girer, o zaman Hakk O'nu kendisine yükseltir. O'da kendinde rubûbiyeti tadar. Bu zevk bir anda olur. Allah'ın (azze ismuhu) bu zevki kuluna taddırması makamların ve kerametlerin en yükseğidir.

77. Hallac’ın Allah’ı sorgulaması ve küfrü (S.120) 

Hallaç şöyle diyor: «Sana şaşıyorum beni benden (alıp) sende fani kıldın. Beni kendine o derece yaklaştırdın ki seni ben zannettim» .

78. Veliye ismi azamın (en büyük ismin ) verilmesi yalanı (S.154- 155) 

Bir başka alâmeti kendisine İsm-i. azam'ın  (en büyük isim) verilmiş olmasıdır. Velilerden her birine   Allah'ın isimlerinden biri İsm-i azim (büyük isim) verilir. Veli de onunla O'na dua eder. O da kulunun duasına icabet eder.

Bir şahıs Bayezid Bistamî'ye gelerek O'na îsm-î azam'm ne olduğunu sordu. Bistamî: «Bana bir ism-i asğar (en küçük isim) göster ben de sana İsm-i azam'ı göstereyim» dedi. Adam bu söz karşısında şaşakaldı. Ve «Evet O'nun bütün isimleri büyüktür», dedi.

Bağdat Şunuziyye mescidinde halvette iken üzerinde «ifteh bi hanin» kelimesinin yazılı olduğu bir kâğıt gördüm. Hemen bu keli meyi bir kağıda yazarak tekkenin hizmetçisine götürdüm ve  «İşte Allah'ın en büyük ismi», dedim.   

Başını önüne eğdi ve içinden bir şeyler fısıldamaya başladı. Bir müddet sonra evinin kapısını bir adam çaldı, izin verdik, girdi. Adamın nereden geldiğini anlayamadık. Yanımıza bir kâğıt bıraktı ve gitti. Elimizle yokladığımızda bir de ne görelim, 10 dinar. 

Hizmetçi düştü bayıldı. Bir saat sonra hayrette ve şaşkın bir şekilde ayıldı «Ne oldu sana», dedim.  «Az önce bu Allah'ın en büyük ismidir, dediğin zaman şüphe etmiştim. Ve kendi kendime şöyle demiştim: Ya Rabbi gerçekten bu İsm-i azam'sa şu anda bana on dinar gönder, dervişlere dağıtayım. Gerisi malum.»

Tekke hizmetçisi bir müddet sonra bana şöyle bir şey anlatmıştı: 

Uykudaki adamın gördüğü gibi şahıslan görmüşüm. Onların melekler olduklarını zannetmişim. «Biz filan kimseye İsm-i azam'ı verdik», demişler ve benim ismimi vermişler. Hizmetçi daha sonra şöyle dedi: «Seni kıskanarak onlara şöyle dedim: İyi ama onu bana değil ona verdiniz. Şöyle karşılık verdiler: «O pek çok müşahede ve riyazet yapmaktadır. Sen ise böyle bir şey yapmadın. Sen de Allah için mücâhede yoluna girersen ona verdiğimizi sana da veririz».

Veliye İsm-i azam verildiği gibi gayb alemindeki isim ve künyesi ile melek, cin gibi ruhani varlıkların isimleri de tarif edilir.

79. “Bil ki Seyyar (yol olan mürit) kendine ‘kün’ (ol) emri verildiği zaman velayetle vasıflanır” yalanı (S.155–156) 

Bil ki Seyyar ancak kendisine ‘kün’ (ol) emri verildiği zaman v e l â y e t le vasıflanır. Bu ise şu ayette ki Allah'ın emridir: «Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sadece 'ol' deriz ve oluve¬rir» (Yasin, 16/40). 

Veli iradesini Hakk'ın iradesinde yok ettiği zaman kendisine “kün” emri verilir. Seyyar iradesini Hakk'ın iradesinde yok edince iradesi Hakk'ın iradesi olur. Artık Hakk'ın her istediği, kulun da is¬tediği şey, kulun her istediği de Hakk'ın irade ettiği şey haline gelir. Şu ayet de buna, işaret ediyor: «Âlemlerin Rabb'ı olan Allah istemedikçe, siz hiç bir şey isteyemezsiniz» (Kuvviret, 76/30).    

80. Ricalu’l Gayb ‘manevi teşkilatı ve velilerin hükümeti’ iftirası ve sapıklığı (S.187–188)  

Ricalu'1-gayb (ricalullah Merdan-ı Huda, Merdan-ı gayb, gayb erenleri, hükümet-i sûfiyye): Batıni ve manevi hükümet, evliya, ermiş insanlar âlemi manen veya hakikaten idare ettiklerine inanılan manevî teşkilat ve velilerin hükümeti.

Gavs ve Kutub, gavs-ı azam, kut-bu'1-aktâb. ,Bu hükümetin başında bulunan en büyük veli. İmâ-mân: Kutbun iki yardımcısı, biri sağında, diğeri solunda otu¬rur, sağdaki melekût âlemini soldaki mülk âlemini idare eder, kutub vefat edince yerine iki imam. 

«Evtâd»: (direkler) dörtler: Biri şarkı, biri garbı, biri kuzeyi, biri güneyi idare eder dört büyük veli. «Abdal», «büdelâ», «ahyar»; yediler, her birisi yedi iklimden birini idare eden veliler heyeti. «Nücebâ»; kırklar halka yardım eden ve onların yükünü taşıyan veliler topluluğu. 
«Nükebâ»: Üçyüzler, insanları. Denetleyen ve gözetleyen veliler zümresi, murakabe heyeti. 
«Efrâd»: müstakil çalışan veliler, kutbun kontrolunda olmayan gayb erenler.  



<<Önceki                Sonraki>>

Puran Tilmiz, 13.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü

Seçkin Deniz Twitter Akışı