“Bu
memleketin kişilerden daha büyük birçok sorunu var; istikrar, terör, ekonomi,
özgürlük. Erdoğan ve Davutoğlu tüm güç ve yetkilerini kullanarak iktidar
üzerinden yürüyen çıkar savaşlarına müdahil olmak zorundalar; severek ya da
sevmeyerek; isteyerek ya da istemeyerek.”
İnsanın
mayasında bir sorun var. Allah, bu mayayı öyle bir yapmış ki; insan her an
sınansın, her an iradesi ve nefsi arasındaki savaşta üretilen gerilimden bir
hayat çıkarsın. Bugün bunu düşünüyorum. Bugün bunu düşünürken yaşadığımız ya da
ilgilenerek yaşadıklarımıza dahil ettiğimiz her şeyin bu mayadaki sorunla
ilgili olduğunu fark ediyorum. Gerçekten zor bir sınanma bu; çok ağır bir yük.
Hem öyle
bir yük ki; aynı gemide yolculuk yapanları birbirine düşürüp gemiyi beraberce
batırmalarına neden olabildiği gibi, aynı gemiye kanat takıp uçurmalarına da el
veriyor. Dünü düşünüyorum; Erdoğan’la Fetullah Gülen’in koordineli çalıştıkları
dönemde darbecileri ve 'Sömürgeci Beyazlar'ı Türkiye’nin karanlık atmosferinden
çektikleri zamanları. Darbeciler tasfiye edildikten ve Gülen’in desteklediği -kim
bilir belki de tasarladığı- ve ölüleri bile oy kullanmaya davet ettiği 2010
referandumundan sonra olanlara bakıyorum.
Mit Müsteşarı
üzerinden Erdoğan’ı tutuklamaya giden yolun kasıtlı niyeti devlete
hükmetmekti; Gezi isyanı teröre
dönüşürken Gülen’in birdenbire ortaya çıkan ‘Diktatörlük’ söylemi ve aynı yılın
sonunda sonra bağıra çağıra gelen 17-25 Aralık 2013 Erdoğan’ı devirme,
bileklerine kelepçe takma-tutuklama girişimi… Bütün bunlar 2010 referandumu
sonrası değişen HSYK’ya hükmedecek kadar güçlenen bir organizasyonun kendisinden
başka güç tanımayacağı anlamına geliyordu.
Zaten
emniyet içinde -bizzat Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik?” siteminden de
anlayacağımız üzere- darbecilere yönelik yargılama sürecinde etkili makamlara
getirilen, aslında ta 80’li yıllardan beri kadrolaşan Gülen’in şakirdleri,
delil üretme, fezleke hazırlama konusunda uzman olduklarından, Erdoğan’ı da ABD
ve İngiltere’nin desteği ile tutuklayacak kadar tecrübeye sahip durumdaydılar.
Nitekim darbecilerin
yargılanma sürecinde şakirdlerin hazırladıkları fezlekeler, ürettikleri veya
ilişkilendirdikleri deliller hukukun sadece formel kısmına hitap ediyordu,
ahlaki kısmına değil; tabi darbecilerin neyi ne kadar yaptıklarını biz sıradan
vatandaşlar bilemediğimiz için adil bir yargılanma yapılıyor sanıyorduk. Ta ki
casusluk davalarındaki içerikler, ilişkilendirmeler mantıksız gelmeye başlayana
kadar.
Nihayet geldiğimiz
noktada anladık ki; maksat darbecilerin yargılanmasına yönelik açlığımızı
kullanarak aslında darbecileri serbest bırakacak bir düzenek kurmakmış ya da
organizasyona itaat etmeyen askerleri cezalandırmakmış…
17-25
Aralık Erdoğan-Gülen koalisyonunun bittiğinin resmî ilanı oldu. Şurası net; Koalisyon
darbecilere karşı kazanılan keskin zaferden sonra dağıldı. Bu arada dağılan bir
şey daha vardı; Ak Parti vekilleri, teşkilatları, bürokratları ve destekçi medya
holdingleri ve gazetecileri. Gülen’in hâkimiyet serüveni Ak Parti’nin ruhuna
sirayet etmiş, birçok devlet memuru insan ve gazeteci geleceğinden korkarak ya
susmuş ya da tarafsız kalmaya karar vermişti. Bu en doğal karşılığıyla Erdoğan’ı
yalnız bırakmaktı.
Zemin
önceden hazırlanmıştı. ABD ve müttefiklerince İran’a uygulanan ambargoyu dolarla
delemeyen Türkiye ve İran yönetimleri altınla delmeyi başarmışlardı ve bu arada
paranın döndüğü yerde çıkarlar da döner mantığı ile potansiyel çıkar alanından
suç da bulunmuştu. Gülen’in şakirdleri fısıltı gazetesi ve cemaat medyasının
dezenformasyonuyla Erdoğan’ı ve ailesini, bazı bakanları ‘suç işlemiş’ olarak
insanların aklına kazımışlardı. Cemaat adildi, Allah’tan korkardı falan.
Yalnızlaştırma
o kadar profesyonelce yapılmıştı ki; vekilleri, bakanları bile Erdoğan’ı
destekleyici açıklamalar yapmamışlardı. Türkiye o dönemde gerçekten adil bir
yargı sistemine muhtaçtı; heyhat belki de tarihin en adaletsiz yargısı teşkil
ettirilmişti 2010 referandumundan sonra… Şimdi her biri yurt dışına kaçan yargı
mensuplarını görünce daha başka düşünüyor insan. Adalet, Allah korkusu hepsi
hikâyeymiş…
Bunu en iyi öğrenen de Erdoğan oldu. Tam bir yıl devleti kontrol
etmeye çalıştı Başbakan Erdoğan; Cumhurbaşkanı seçildiğinde de devlete
hükmedemiyordu. Cumhurbaşkanı Gül de Gülen’e paralel olarak Erdoğan’ı yalnız
bırakan ve çelişkili, özgüvensiz açıklamalarla tarafını belli eden bir tutum
sergileyerek 'Koalisyon'dan ayrıldığını herkese net bir şekilde gösteriyordu.
Bugün
Gül’ün, Arınç’la beraber Ak Parti’nin dışına itilmesinin de tek sebebi buydu.
Gülen’i
gerileten, Erdoğan’ı güçlendiren Mart 2014 yerel seçimleri ile Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarıydı. Halk Erdoğan’ı yalnız bırakmamıştı
ve Gülen’e karşı açıkça tavır almıştı. Kendi seçtikleri Erdoğan’a dokunulmasına
tahammül edememişti seçmen.
Bugün toplum, cemaatin
tasfiye edilmesine de, yargılanmasına da adaletin sağlanmasına yönelik bir
girişim olarak bakıyor. Darbecinin silahlısı da silahsızı da, Din düşmanı da
dindar görüneni de halka aynı görünüyordu. Bence Türkiye’nin en büyük kazancı
da bu oldu; demokrasiyi öğrendi halk, kendi gücünü anladı ve bu anlayış demokratik gücünü Erdoğan’ı bir
yıl sonra 7 Haziran 2015’te uykusuz bırakacak bir şekilde kullandı da. 1 Kasım
2015’te güç tartışmasına son noktayı koymasını da bilen bir halk vardı artık;
herkes ayağını denk alacaktı.
1 Kasım
2015, Türkiye’de başka bir tarihsel dönemin başlangıcı diye düşünüyorum, ama
bunu henüz anlamamış birkaç grup var Ak Parti bünyesinde. Meclisteki vekiller
arasında kısmen onarılsa da, bürokraside ve medyada ya da iş dünyasında
arıza sürüyor.
Arıza,
başlangıçta bahsettiğim ve aslında ilk önce Gülen’e, Gül’e ve Arınç’a
kaybettiren mayadaki sorundan kaynaklanıyor. Bir sinerjiye dönüştüğü gibi büyük
bir yıkıma da dönüşen irade-nefs savaşı her şeyin sorumlusu. Bu savaşa ABD’nin
veya İngiltere’nin İsrail’in, İran’ın dahlinin önemi yok, nihayetinde iddia
edildiği gibi Hilafet gelecekse ve Halife adayı hazırlanmış Gülen ise, tüm her
şey buna göre hazırlanmışsa bu bir kişide düğümleniyor demektir. Nefs istiyorsa, irade buna ‘Hayır’ diyemiyorsa bu savaştan şerden başka bir şey çıkmazdı,
çıkmadı da.
Gülen ve
cemaati, eski mağdur(!)ların hasmâne
tutumları ve itirafları da kullanılarak tasfiye edilirken ve Ak Parti genel
başkan değiştirirken birileri yine boş durmadı. Davutoğlu üzerinden Ak Parti'de bir dağıtma operasyonuna girdiler.
Ak Parti
ele geçirilememişti; bu kez Ak parti zayıflatılacak ve yeni bir parti kurularak
yola devam edilecekti. O güne dek Ak Parti’yi kurumsal olarak Erdoğan’dan
ayıran ve titizlikle partinin kurumsal itibarını koruyan organizasyon, yönetimde
etkili olmak için kürek çekmeye devam etti. 1 Kasım’dan sonra kurulacak
hükümette mason bakan tartışmasına kadar da Ak Parti içinden kimse ciddi bir sonuç
çıkmasına izin vermedi.
1 Kasım
sonrası Yeni Şafak gazetesinin internet sitesi mason bakan ihtimali üzerinden bir ‘tehdit
savurdu’. Muhatap kimdi anlayamadık. Ama Erdoğan hükümet kurma görevi vermek için bir türlü Davutoğlu’na randevu vermiyordu. Çok ciddi hükümet tartışmalarının
sürdüğünü o zaman anladık. Ki; tabandan gelen tepkilerden sonra nihayet sorun
çözüldü ve hükümet geç de olsa kuruldu.
Ortalık süt
liman olmuş görünse de hiçbir şey göründüğü gibi değildi, insanın mayasındaki
sorun çıkarlar üzerinden irade-nefs savaşını yeniden gündeme taşımıştı. Gülen'i tasfiye eden koalisyon da dağılıyordu. Bir yanda hükümette bakan olan Erdoğan’ın
damadının kardeşinin yönettiği Turquvaz Medya diğer yanda Yeni Şafak ve ilginç
çıkışlarla ünlü bazı yazarlarıyla Yeni Şafak’ı da içeren Albayrak Medya.
Anlaşılıyordu ki; Erdoğan’ı yalnız bırakmadığını düşünen iki medya grubu iktidar
üzerinde etkili olmak için anlaşamıyorlardı.
Mesele
Erdoğan’ı yalnızlaştırmak ve devirmekse diğer mesele de bu darbe girişiminde Erdoğan’ı
yalnız bırakmak veya bırakmamaktı. 17-25 Aralık sonrası Erdoğan haklı olarak
kişisel tasarruflara girdi. Damadını hükümete bakan olarak dâhil etti ve
kendisini destekleyenlere ayrıcalıklı davranmaya başladı.
Erdoğan’ın
iktidar döneminde parlayan ve toplumun belli bir kesimi tarafından tanınan
birçok isim zuhur etti 'Yeni Medya' da. 17-25 Aralık testinden de sağlam
geçtiğini düşünen bazı Erdoğan destekçisi isimler diyet istemeye başladılar.
Ben diyet diyorum, zira en küçük bir anlaşmazlıkta “Ben Erdoğan’ı yalnız
bırakmadım” plağını döndürmeye gayret eden bazı isimlerdi bunlar. Bir süre sonra “Yalnız bırakmadın diye devlet ayaklarının önüne mi serilecekti?" demeye başladı insanlar.
Yalnızlık
üzerinden süren-sürdürülen bu mücadelede Erdoğan daha güçlü bir şekilde devlete
hükmetmeye devam ettiği için birçok şeyin üstü örtülüyor görünse de durum hiç
öyle değil. Erdoğan’ın danışman olarak seçtiği isimlerde de en temel kriter ‘zor
zamanlarda kendisini destekleyen olmak’.
Bu
Erdoğan’ın hakkı, bu doğru; danışmanlarını seçmesi kendi bileceği iş, ama işin
bir de liyakat ve ahlak kısmı var. Bu işler tekme atarak ya da belde çift
silahla dolaşarak, altyapısı hazırlanmamış hayali ekonomik modeller
pazarlayarak yürümüyor.
Erdoğan’ın
damadı üzerinden eleştiriliyor olması tuhaf. Zira damadı da herhangi bir Ak Partili gibi aday olabilir, bakanlığa
atanabilir. Siyaset bir deneyim işidir ve Avrupalılar gencecik insanlara
başbakanlık bile verebiliyorlar. Burada sıkıntı Erdoğan’ın damadı olmanın bazı
şeylere yetiyor olacağına inanan bir damat meselesi bence. Ve tabi işin kişilik
kısmı devreye girince sorunlar çıkıyor, eleştiriler ayyuka çıkıyor, medyada
dalgalanmalara neden oluyor. Her iki medya grubunda kılıçlar çekiliyor ve
ekranlardan dedikodular savruluyor piyasaya.
Ben Erdoğan’a,
Davutoğlu’na, ‘Yeni Medya’ sahiplerine ve gazetecilerine şunu hatırlatmayı gerekli
buluyorum. Halk sorun istemiyor, halk egoların egemenliğine tamamen karşı; herkes haddini bilerek ülkeye hizmet edecek, etmek zorunda. Çünkü her gün bu
memleketin çocukları ölüyor, öldürülüyor. Herkes işini yapsın ve herhangi bir huzursuzluğa neden olmasın. 1 Kasım’da halk hepinize son bir fırsat verdi, bunun kıymetini bilin.
‘Yeni
Medya’ya daha çok söz söylemek istiyorum, ama başlangıç için bu kadarı yeter. O
dev gibi 'Cemaat Medyası' bugün darmadağınık durumda Gülen’in kendi davası için. Gülen şimdi Kırmızı Terör Listesi'nde. Siz ondan daha güçlü değilsiniz ve herhangi bir sallantıda önce siz
dağılırsınız. Tasfiyelerin sonu tasfiye olursa, bu en çok irade-nefs arasındaki
savaştan yıkım çıkardığınız için olacaktır, sinerji değil.
Herkes ayağını
denk alacak, haddini bilecek; kimse bundan muaf değil. Bu memleketin kişilerden
daha büyük bir sorunu var; istikrar, terör, ekonomi, özgürlük. Erdoğan ve Davutoğlu tüm güç ve yetkilerini
kullanarak iktidar üzerinden yürüyen
çıkar savaşlarına müdahil olmak zorundalar; severek ya da sevmeyerek; isteyerek
ya da istemeyerek. Cemaat medyası ve tasfiye edilmiş darbeciler kıs kıs gülüp
el oğuşturuyorlar; dışarıdaki ortakları da meydanda.
Halk
herkesi haddini aştığı anda tasfiye etti. Ak Parti de büyük bir uyarı aldı 7 Haziran’da.
Bu şaka
değildi. Bu yüzden 'İrade'yi 'Nefs'e boğdurmanın anlamı yok...
Arif Şahin, 13.12.2015, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 69