“Toplumda düşünce anlamında söylersek kutuplaşmak iyi bir şey. Ama düşünsel kutuplaşmanın sonunda, insanlar birbirinden nefret eder hale geliyor, hakaretler ve nefret söylemleri havada uçuşuyorsa, o zaman bunu tartışmalıyız."
KEMAL SAYAR
Takdim:
"Siz doktor, yazabilir misiniz bir gülü yeniden alıştırabilir misiniz baharı çürüyen toprağa kabaran yağmuru yeraltına ve bir aşkı ayrılığa yakıştırabilir misiniz doktor kanatlarında hüzün ve manolya taşıyan kuşlarla konuşabilir ve trampetimi geri verebilir misiniz bana"
Bu dizelerin sahibiyle, aşkı, ayrılığı, hüznü, manolyayı ve hatta ilkokul yıllarımda çaldığım, fotoğraflarını dahi yaktığım trampetimi konuşabilirdik. Konuşmalıydık belki de. Ne ki, ağız tadıyla edebiyat konuşmak için, ağzımızın tadını bulmaya geldik. Ruhumuzu sahte hastalıklardan arındırmak için, gerçek şifayı aramaya koyulduk. Yolumuz Psikiyatr Kemal Sayar’ın muayenehanesine düştü.
Düştü dediysem, randevu aldık ve bir akşamüstü misafir rolüne büründük. “Doktor,” dedik, "Hasta mıyız biz neyiz? Var mı bir tanımı literatürde? Şifamızı nasıl buluruz? Bize yardımcı olur musunuz? Kutuplaşıyor muşuz mesela, gerçek mi bu? Neden olduk böyle, var mı bir çözüm yolu?"
Tüm bilgeliğiyle cevap veriyor Doktor Bey: “Zararı yok, cılkını çıkarmayın yeter!”
Tam olarak böyle demese de, benim anladığım bu. Gerisini okumadan nereden bileceksiniz…
Sevda Dursun: “Kutuplaşma” kavramını çok fazla duyar olduk Doktor Bey. İçi boş bir kavram mı, yoksa gerçekten kutuplaştık mı?
İnsanların arasında, acılarda, sevinçlerde, tasalarda bir ayrışma olduğunu gözlemliyorum, evet. Ama bunun, birbirlerinin gırtlaklarına basacak, bir iç savaş çıkartacak kertede bir yoğunlukta yaşanmadığını düşünüyorum.
Sevda Dursun: Hangi kertede yaşanıyor mesela?
Bazı insanlar, geçmişte sahip oldukları ayrıcalıklardan feragat etmek zorunda kaldılar. Bu da belli toplumsal kesimlerde bir öfke doğurmuş olabilir. Geçmişin horlananları, bugün daha imtiyazlı statüler elde ettiler. Bu da onların geçmişe kıyasla daha nobran davranmalarına yol açıyor olabilir. Sürtüşmeler olacaktır. Bunu doğal bir süreç olarak ele almamız gerektiğini düşünüyorum. “Eskiden tek kutuplu bir Türkiye vardı. Şimdi yeni bir kutup ortaya çıktı. O yüzden bu çatışma oluyor” tezini de çok inandırıcı bulmuyorum. Sosyal kutuplaşma, insanların ruhen birbirinin çok uzağına düşmesini anlatıyor. İnsanların birbirlerinin ölümüne “oh” olsun diyebildiği Türkiye’de, birbirlerinin acısına sevinerek bakabildikleri bir Türkiye’de, ciddi bir ötekileştirme faaliyeti var demektir. Bu özellikle bizim dikkatimize sosyal medyada daha çok geliyor. Çünkü orada insanlar fikirlerini daha uç biçimde ifade ediyor.
Sevda Dursun: Sosyal Medya kutuplaşmayı tetikliyor diyebilir miyiz?
Sosyal medya, insanların öfkelerini, heyecanlarını, katmerlendirerek aktardıkları bir mecra. Çünkü sosyal medyada yazdığımız her şey bir performanstır. Başkalarının önünde ve başkalarının bizi seyrettiği bilinciyle bunu yapıyoruz. Dolayısıyla da daha sakin ifade edebileceğimiz pek çok düşünceyi, daha ateşi harlanmış bir şekilde ifade edebiliyoruz. Türkiye toplumunda bizim genel toplumsal barışımızı bozacak ölçüde bir kutuplaşma olduğuna inanmıyorum. Fakat insanların birbirinin dünyasına giderek sağırlaştıkları, kimsenin ötekini dinlemek yönünde bir çabasının olmadığını görüyorum.
Sevda Dursun: Bunun bir ilacı var mı?
Bunun ilacı, artık bu gettolardan çıkmak ve herkesin, ötekinin mahallesine uğraması, ötekinin hikayesini, derdini, sesini, rengini içine alacak cesareti gösterebilmesi. Bazen çok nazenin bir insan, günlük hayatta oturup sohbet edebileceğiniz bir insan, bir bakıyorsunuz, sosyal medyada aslan kesilmiş, kılıcıyla herkesi doğruyor. Bir partiye oy veren insanlara hakaret ediyor. İnsanları yaptıkları tercihinden dolayı çeşitli aşağılayıcı kategorilere mahkum ediyor. Bütün bunların, insan hikayelerine daha fazla sokulmakla, birbirimizi dinlemekle, birbirimizi anlamaya gayret etmekle çözümlenebilecek, geçici sorunlar olduğunu düşünüyorum. Gelin tanış olalım diyor ya Yunus, tanış olmak önyargıların panzehiridir. Ama hiç kimsenin bu ülkede kendini sesi kısılmış, kendisini yeterince ifade ve hikaye edememiş hissetmemesi gerekiyor.
Sevda Dursun: Bunu nasıl sağlayacağız peki?
Bunu sağlayacak olan, adil bir hakem olarak devlettir. Yani şu veya bu görüşe mensup olduğu için, insanlar kendilerini sessizleştirilmiş, susturulmuş hissediyorlarsa, devlet adil bir hakem olarak onların da kendilerini ifade etmelerine imkan tanımalı. Sivil toplum güçlenmeli, sivil toplumda her türlü ses, her türlü renk ve hikaye hakkaniyetli bir şekilde temsil edilebilmeli.
Sevda Dursun: “Kendimizi ifade edemiyoruz, özgür değiliz vs.” serzenişleri gerçek bir durum mu, yoksa bazılarının dediği gibi şımarıkça bir tutum mu? Devlet ne yapmalı burada?
Ben devletin her türlü serzenişi dikkate alması gerektiğini düşünüyorum. Size göre şımarıklık olan şey, ötekine göre hak talebi olabilir. Bizim genel olarak toplumsal siyasi atmosferimizde, “haklı olan sadece benim, karşı taraf bütünüyle haksız” düşüncesi hakim. Bu, tekçi bir düşünce. Bu, hakikati mülk edinen bir tarz. Bense hakikatin parçalı olabileceğini söylüyorum. Benim hakikatim de tam manasıyla gerçekliği temsil etmiyor olabilir, onun hakikati de gerçekliği tam manasıyla temsil etmiyor olabilir. Biraz o haklıdır, biraz ben haklıyımdır. “Puslu mantık” dedikleri şey budur.
Sevda Dursun: “Puslu Mantık”ı biraz açabilir misiniz?
Hayatta hiçbir şey, aklar ve karalar üzerine kurulu olamaz. Dolayısıyla, şikayet eden, serzenişte bulunan her türlü toplumsal odağın, her türlü kimlik adacığının talebini duymak zorundayız. Duyarlı insanlar olarak, merhametli insanlar olarak duymak zorundayız. Adil bir devlet olarak duymak zorundasınız. Günümüzün çok kültürlü, giderek kültürlerin birbirleriyle tanıştığı, yer yer sürtüştüğü, ahlaki çatışma noktalarının çıktığı dünyasında, insanların en temel talebi, haysiyet talebidir. Tanınma, insanlıklarının geçerlenmesi talebidir.
Sevda Dursun: İnsan olarak geçerlenmediklerini düşünen insanlar mı var?
Bu insanlara siz, “Geçmişte sahip olduğunuz bazı hakları kaybettiniz, o yüzden şımarıklık yapıp tatava çıkarıyorsunuz” dediğiniz anda, o insanların insan olarak meşruiyetini azaltmış olursunuz. Ve geçmişteki otokratik tavırların aynısını yapmış oluyorsunuz. Daha adil, daha demokratik bir devlet olunacaksa, artık geçmişin Türkiye’sinin bildik ezberlerinin dışına çıkılması lazım. Bunun için de sohbet kültürünü, konuşma kültürünü, başka insanların feryatlarını içine alma ve onu kendi içinde sindirip oradan bir çözüm üretme kültürünü getirmesi lazım devletin. Sivil toplumun da daha görünür hale gelmesi, her mahalleden sivil toplum kuruluşunun kol kola ülkenin esenliği için çalışması gerek. Birlikte bir işe niyetlenen, bir işi birlikte eyleyen insanlar arasında önyargılar erir gider.
Sevda Dursun: “Hangi hakkınız elinizden alındı? Neyi yapamıyorsunuz?” diye sorduğumuzda, bir cevap alamıyoruz. “Belli ayrıcalıkları elinden alındı” demekle neyi kastettiniz?
Türkiye, geçmişin taassup ve istibdat dönemlerini aşarak normalleşiyor. Normalleşmenin göstergelerinden bir tanesi de, insan sermayemizi daha adaletli ve hakkaniyetli kullanabilmektir. Türkiye’yi yüzde elli ile yöneten bir parti, devleti yönetirken, Türkiye’nin kalan yüzde ellisinden de insan alabilmeli içine. Onların taleplerini de, kendisine oy veren yüzde ellinin taleplerini duyduğu canlılıkta duyabilmeli. Onların “Benim mahalle mektebimi İmam Hatip yapmayın” diye bir feryadı varsa, bunu dikkate almalı. Veya “Ben sizden farklı düşünüyorum, ama ülkesini seven bir yurttaşım, dürüstüm, namusluyum, beni de bürokraside istihdam edebilirsiniz” talebini dikkate almalı. Bunlar çok basit problemler, iyi niyetle, çatışmacı ortamı terk etmekle halledilebilecek şeyler.
Sevda Dursun: Çatışmacı ortam derken…
Bugünkü siyasal iktidara oy vermiş insanların, artık savaş psikolojilerinden çıkmaları lazım. Bir grup insanda hep ‘siz öyle olduğunuz için biz de böyle davranıyoruz’ tarzı bir tepkisellik görüyorum. Siz oyun kurucu olmalısınız. Öz güven, sizin dünyaya bakışınızdan kaynaklanacak özgün bir silkiniş, bir diriliş, ufuk veya hamle getirebilmeniz demektir. Yani oyunun kurallarını sizin daha adil bir biçimde kurarak, yeniden bir hikayeyi başlatabilmeniz demektir.
Sevda Dursun: AK Parti iktidarından önce belli kesimler bir kutup bile değildi. Tek kutuplu, sorunsuz yaşıyormuşuz gibi bir izlenim vardı. Şimdi bu kutupların da sesleri çıkmaya başladı. Bu anlamda kutuplaşma kötü bir şey mi?
Toplumda düşünce mihrakı anlamında söylersek çok kutbun olması iyi bir şey, ama düşünsel kutuplaşmanın sonunda, insanlar birbirinden nefret eder hale geliyor, hakaretler ve nefret söylemleri havada uçuşuyorsa, o zaman bunu tartışmalıyız. Gergin toplumsal tartışmaların içinden geçtik ve bence her birimiz oturup daha adaletli ve güzel bir Türkiye’yi nasıl kuracağız bunu düşünmeliyiz. Bugün mesele köprüler kurmaktır. Bugünkü siyasal iktidarın, bastırılmış kimliklerin canlanması ve kendini ifade eder hale gelmesinden övünç duyması gerekir.
Geçmişteki istibdat dönemi insanların davranış ve tutumlarına zemin teşkil edecek bir örnek olamaz. Daha büyük hedefler belirlenmeli bu yeni dönemde. Biz o savaş psikolojisinde kaldığımız zaman, Türkiye’nin bir ve bütün olarak, ortak hedefler etrafında kenetlenmesi mümkün olmuyor.
Sevda Dursun: Ortak hedeflere kenetlenmek mi? O nasıl olacak?
İnsanlar bir şeyleri beraber yaparken birbirlerini tanıyabilirler. Biz, gerçek niyetlerimizi, ne olduğumuzu, bir hikayemiz olduğunu, aynı dertlere sevinip üzüldüğümüzü, birbirimizi tanıyarak öğreniriz. İşte bu geçişliliğin artması lazım. İnsanların birbirini daha çok tanıması ve birbiriyle daha çok hemhal olması lazım. Ben bugün bakıyorum basına, herkes birbirinin köşe yazısını eleştiriyor. Kimse bir tane kitap okuyup, özgün bir kitaptan ilham alarak bir şey söylemiyor. Sürekli birbirini negatif besleyen bir gazetecilik söz konusu. Bunun bir değeri yok ki. Onun haksız olduğunu gösterdiğin zaman, senin davanın haklı olduğu ortaya çıkmış olmaz ki. Başkasının kusurları bizi aziz kılmaz.
***
Geçenlerde bir şey okudum. Diyor ki yazar: ‘İntikam duygusu, insan çaresizken hissettiği bir şeydir. İnsan güçlüyken intikam almak istemez.’ Çünkü o arzu artık sönmüştür. Bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam ve benzeri sıfatlarla hakir görülen insanlar, bana göre bir araya geldikleri zaman çok büyük bir bilgelik gösteriyor.”
***
Sevda Dursun: Gazeteciler de daha çok okunmak için kendi kitlesini konsolide etmek istiyor, yanlış mı?
Yani maalesef, basında da bir sığlaşma var, fikir hayatımızda da bir sığlaşma var ve biz teorik kavramlar üzerinden, ortak bir toplum kurma üzerinden bir konuşma geliştiremiyoruz. Bir itişip kakışma yaşıyoruz. Ben bunu kişisel olarak çok verimsiz buluyorum. Farklı gördüğüm insanları hep dinleme eğiliminde olmuşumdur. Mevcut siyasal iktidarı beğenmeyen insan benim ilgimi daha çok çekiyor. Neden beğenmiyor? Hoşnutsuzluğunun rasyonel bir temeli var mı? Bazen çünkü insanlar çok yanlış algılarla da husumet duyabiliyorlar. Bir danışanım anlatmıştı; “İki hanım sahilde plaj kıyafetlerimizle güneşleniyoruz. Karşımda o gün tanıştığım, yaşça benden büyük olan kişi bana, mevcut siyasi dönemde, hepimizin kapanmak zorunda olacağı, zorla kapatılacağımızdan şikayet ediyor. İkimiz de plaj kıyafetleriyleyiz o sırada. Bana çok garip gelmişti o şikayet” demişti. Bu hanımefendi niçin böyle bir baskıya uğrayacağını düşünüyor? Yersiz ve saçma bile olsa, o algıları anlamak ve ona cevap vermek zorunda olan, o insanların endişelerini yatıştırması gereken yine iktidarda olan siyasi partidir.
Sevda Dursun: 13 senedir yatışsınlar artık bir zahmet...
İnsanları algılar, kaygı ve korkular idare eder. ‘İnsan birkaç damla kan ve binlerce endişe’ diyor Sadi. İnsan değer ve anlam üreten, o anlam ve değer etrafında bir iç dünya inşa edebilen bir varlık. Bazen insanlar bu korkuları çoğaltırlar. Bazen, bazı odaklar bu korkuları çoğaltır. Bu korkular üzerinden kitleleri yönetmek isteyebilirler. Ama devletin atacağı adımlarla, siyasi ortamın göstereceği hamlelerle bu algıları kırabilecek bir esnekliğin de olması gerektiğini söylüyorum. Bu algılar doğrudur, yanlıştır o ayrı. Ama bu algılar sadece insanların mücadele edebileceği şeyler değildir. Türkiye siyasetindeki temel meselenin, güdüleyici unsurun artık bu korkular olmadığını düşünüyorum. Kimse gerçekte totaliter bir düzenin yaklaşmakta olduğunu düşünmüyor, zira gündelik hayatta ciddi bir kırılma yok. Herkes işinde gücünde.
Sevda Dursun: Temel mesele ne peki?
Temel mesele memleket meselesidir. İnsanımız Kasım ayında vatanın ne kadar aziz olduğunu ve memleketin en esaslı mesele olduğunu, vatansız kalmak istemediğini büyük bir bilgelikle gösterdi. Bazı insanlar, haydi diyelim endişeli modernler, hak ve özgürlükler ekseninde bir eleştiri getiriyor. Adaletin bir ayağı haklar meselesidir, diğer ayağı sorumluluktur. Merhametsiz adalet olmaz. Bu eleştirinin haksız tarafları çok bile olsa, dikkate alınması ve bu yönde fikir yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum ben.
Sevda Dursun: “Politik insanın yükselişi” Bu kutuplaşmanın bireye yansıması nasıl oluyor peki?
İnsanlar siyaset konuşmak istiyor. Çünkü siyaset onları birinci derecede etkileyen bir problem haline geliyor. Ben buna “homo politikusun yükselişi” diyorum. Yani politik insanın yükselişi. Herkes politikanın kenarından köşesinden ilgilenmeye başlıyor ve politikayı yaşamsal önemde bir şey olarak algılamaya başlıyor. Şu liderin gitmesi veya bu liderin gelmesi, onun için hayat memat meselesi haline geliyor. Kimse daha derin, felsefi düzlemde politikayla ilgilenmiyor. Basit bir taraftarlık psikolojisi içinde kendine varoluş alanı tanıyor. Ve bu da bizim hayatımızı çok fakirleştiriyor. Politikanın hayatımızdaki ağırlığının ve varoluşumuzun hepsini kaplayan o genişliğinin seyreltilmesi lazım. Bizler hayatlarımızda politik tutumlarımızdan ayrı da var olabilmeliyiz. Yani A partisini destekleyen bir insanla B partisini destekleyen bir insan, bazı hassasiyetlerde bir araya gelebilmeli. Suriyeli dram içindeki bir mülteciye bakarken, ikimizin de yürekleri dağlanabilmeli. Onun için ikimiz de bir şeyler yapmak istemeliyiz.
Sevda Dursun: İnsanlar kendilerini nasıl hissediyor? Hastalarınızda bir artış var mı mesela?
İnsanlar huzursuz, gergin, patlamaya hazır. Geçtiğimiz günlerde bir tane danışanım “İnsan nasıl kendini iyi hissedebilir ki bu ülkede?” diye söze başladı. Halbuki demokrasi, yenilgiyi hazmedebilmektir. Bu bizim demokrasi kültürümüzün de eksik olduğunu gösteriyor. Demokrasi, yenilgi duygusunu kabullenebilmek, ama oradan asla bir vazgeçmişlik üretmemektir. Çalışmaya, canlılığa devam etmektir. Çünkü demokrasi, sadece bir görüşün baskın olması değildir. Onu denetleyen, ona çeki düzen veren başka seslerin de olduğu bir düzendir. O sesler olmazsa, bu görüşün tek başına bir anlamı yok. İnsanlar maalesef kendi içlerinde küçük diktatörlere dönüşüyorlar. Çok kolay asıp kesiyorlar. Bunun çok sakat bir politik düşünce olduğunu düşünüyorum. Politika daha derin olmalı.
Sevda Dursun: Politika nasıl olmalı sizce?
Politika rasyonel bir edim olmalı ve ardında bir düşünsel derinlik barındırmalı. Sadece duygusal ihtiyaçlara karşılık geldiği zaman, oradan sadece öfke doğuyor. “Muhalefet partisi bir öneri getirdi, ben onu desteklemiyorum, ama bu öneri iyi” diyebilmeli. “Benim tuttuğum iktidar partisi şu konuda çok yanlış yaptı. İstanbul’da çok fazla gökdelen yaptı. İstanbul’un silueti bozuluyor” gibi bir dizi eleştiri dile getirebilmeli. Bütün bunlar açılıkla gazetelerde yazılabilmeli. Fikir hayatındaki cansızlık, medyada da kendini bir fikir cansızlığı şeklinde gösteriyor. İtişip kakışma ortaya çıkıyor. Biz, adalet neyi gösteriyorsa, onun tarafında olmalıyız. Genel olarak adalete, hakkaniyete, merhamete, empatiye yaslanmayan siyasi tavırları eleştirebilmeli ve mahrecine bakmaksızın bu yöndeki olumlu tavırları da alkışlayabilmeliyiz. Benim siyasetten anladığım bu.
Sevda Dursun: Şöyle de bir şey var, Cumhuriyet tarihinden beri ötekileştirilen, bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam diyerek hakarete uğrayan kesim, “Yeter artık, hep biz kucak açtık. Biraz da siz kucak açın” demeye başladı. Kendilerini makbul vatandaş görenlerin kucaklama kültürü yok mu hiç? Nasıl kucaklaşacağız?
Kucaklaşma bence doğal bir sosyal süreçtir. Burada niyet beyanı önemli. Ben seninle lüzumsuz bir çatışma içine girmek istemiyorum. Seni bu toplumun zenginliği, teklifi olarak algılıyorum. Seni dinlemeye hazırım. Seninle çalışmaya hazırım dediğiniz anda zaten kucak açmış olursunuz. Geçenlerde bir şey okudum. Diyor ki yazar, “İntikam duygusu, insan çaresizken hissettiği bir şeydir. İnsan güçlüyken intikam almak istemez.” Çünkü o arzu artık sönmüştür. Bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam ve benzeri sıfatlarla hakir görülen insanlar, bana göre bir araya geldikleri zaman çok büyük bir bilgelik gösteriyorlar. Türkiye’nin genel seçimleri, bu kalabalığın gösterdiği bilgeliğin sayısız örnekleriyle dolu. Kaç tane siyasi parti tarihe gömülmüştür. Beğenilmeyen şeyler kulak çekmeyle gösterilmiştir.
Sevda Dursun: ‘Bizim bilge insanımız, bilgeliğini gösterdi’ 1 Kasım seçimleri de bu bilgeliğin bir göstergesi olabilir mi?
Kesinlikle… Son seçimlerde de bence, bizim bilge insanımız, elde kalan son vatanı korumak için büyük bir refleks göstermiştir. Bu, parti programlarını, söylemlerini aşan çok büyük bir duygusal dalgadır. Benim okumam böyle. Hiç kimse böyle olacağını beklemiyordu. Burada insanlar, bir kitle olarak, “Burası bizim vatanımız. Bunu kaybetmek istemiyoruz. Aşımızı, işimizi, güvenliğimizi kaybetmek istemiyoruz” diyerek, büyük bir refleksle siyaseti baştan aşağı tanzim etmiştir. Yarın eğer vaatler tutulmaz, demokratik kurumlar iyi işletilmez, hallerinden memnun olmaz ve buranın vatanlığı ile ilgili yeniden bir şüpheye kapılırlarsa, o dalga başka şekillerde de gösterebilir kendini. Türkiye bence bu seçimlerden sonra, hiç olmadığı kadar uzlaşmaya yakındır. Hepimizin, yozlaşmadan uzlaşmak üzerine daha fazla fikir üretmesi lazım.
Sevda Dursun: Uzlaşmadan olmaz mı diyorsunuz?
Hayır, uzlaşmak zorunda değiliz. Ama birbirimizi dinlemek zorundayız. Birbirimizi anlamaya çalışmak zorundayız. Bu, karşılıklı olarak birbirimizle dalga geçerek, karikatürize ederek olamayacak bir şey. Daha fazla çaba isteyen bir şey. Tribünlere oynamayı bırakmayı gerektiren bir şey. Ben, Türkiye’nin önümüzdeki dört senedeki en büyük meselelerinden bir tanesinin, konuşma ahlakını tahkim etmek olduğunu düşünüyorum.
Sevda Dursun: Bununla ilgili önerileriniz var mı?
Bence siyasi aktörler şu anda çok mütevazi davranıyor. Asıl hareketlilik ve tezahürat medyada. “Vur vur!” sesleri daha çok medyadan geliyor. Dövüşten medet uman bir medyanın Türkiye’ye hayırlı olacağını düşünmüyorum. Hepimizin Mekke’nin fethine giderken Peygamber Efendimizin söylediklerini aklımızda tutması gerekir. İntikam çığlıkları atan pek çok insan vardı orduda, Mekke’nin alınacağı belliydi. Ordu bir yerden geçerken, Peygamber Efendimiz bir köpek ve üç yavrusunu gördü. O üç yavrunun doyurulup emniyet altına alınmasını emretti. Bir sahabeyi ordu geçene kadar onunla ilgili görevlendirdi. Biraz ilerledikten sonra insanlara onunla ilgili; “Yerdekilere merhamet etmezseniz, gökteki size merhamet etmez” dedi. Bu mesajı alan sahabe, Mekke’ye hiç kan dökmeden, gönülleri de fethederek girmişti. Bizim bütün meselemiz artık “gönüllerin fethi” olmalı. İnsanların birbiriyle konuşarak, birbirlerine sokularak, birbirlerinin hikayelerinde ısınarak da var olabileceğini fark etmeli.
Sevda Dursun: Bizi konuşmak mı kurtarır diyorsunuz?
Karşılıklı birbirimizi dinleyelim. Tanış olalım. Türkiye’nin normalleşmesi, toplumsal sınıfların birbirinin içine girmesiyle olacak. Ön yargı dediğimiz şey, ruhsal temasla azalan bir şeydir. Ne kadar birbirimize sokulursak, o kadar insan olduğumuzu fark ederiz. O yüzden konuşalım. Konuşmaktan zarar gelmez. Konuşmak bizi kurtarmasa bile, kurtulacağımız bir formülü yine konuşarak buluruz.
Sevda Dursun, 19.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları
Takip et: @sevdadur
Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015
İlk yayınlandığı yer: Diriliş Postası
1- http://dirilispostasi.com/n-1868-kutuplasmak-iyi-bir-sey.htmlİlk yayınlandığı yer: Diriliş Postası
2- http://dirilispostasi.com/n-1920-psikiyatr-yazar-sair-kemal-sayarla-mulkat-2.html