20 Aralık 2015 Pazar

SA2220/KY35-YTK44: Ölümden Bir Nayde Geçti

"O yüzden “Elbet ölünür.” Geride anaların 'ne insanca ne hayvanca bile olmayan çığlıkları' kalarak…"


Ölünür elbet, dünya kuruldu kurulalı en kesin, en tartışmasız şey ölümün kaçınılmazlığı. Hele “Başın sağolsun” diyenler yaşını sorduğunda cevabın “58” olunca muhtemelen daha az acı geliyordur duyana.

Ama öyle olmuyor. “Nahide Abla” yani bizim çağırışımızla “Nayde” önceki gece bir özel hastanenin üst katlardaki odasında son nefesini verdiğinde benim için hep saçları iki taraftan kurdeleli, canlı mı canlı yemyeşil gözleriyle hayata gürültü katmaya, pes etmemeye her daim hazır bir genç kızdı nihayetinde.

Yenidoğan'ın kentsel dönüşümün o kaba tıraşına henüz uğramamış gecekondusunda her sabah yaz kış camların sonuna kadar açılıp evin yeniden temizlendiği yılların ayrılmaz parçasıydı.

Saklambaç ekinde tam sayfa verilen kuponlardan özenle sabırla kesilmiş kuponların bir ay bittiğinde Ulus'ta Sümerbank binası civarında tıklım tıklım insanlar arasında aslında basit, ama hepimiz için o sıra hele çok değerli meselâ bir küçük avizeyi almak için çırpınan el; avizeyi almayı başarıp eve dönerkenki neşeydi.

Henüz hayatımızı işgal etmemiş televizyonların bir öncesindeki yarenimiz radyodan sesini sonuna kadar açıp gümbür gümbür bağıra çağıra “Kan ve Gül”ü dinlemekti İskender Doğan'dan.

Yazları sinekleri üç dört kişinin hep birlikte salladığı havluyla odadan çıkarıp uyuyan çocukların rahat etmesini bir nebze sağlamak; omzuna astığı ilkel dondurucudaki iki göz içinde bulunan ve belki yanmış sütle yapıldığından o kadar lezzetli dondurmaların yolunu gözlemekti beraberce.

Ya da su içinde beklettiği kenger sakızlarını satmak için mahallenin yuvarlana yuvarlana giden köşesiz sokaklarında beklemekti.

58 değil 16-17 yaşında bir akraba, bir ablaydı göçüp giden özetle.

Vefatından iki saat önce solmuş yüzünü, parlaklığını canlılığını velhasıl neredeyse rengini kaybetmiş gözlerini, kemoterapiden dökülmüş saçlarını, annemin yani teyzesinin tıpatıp aynısı parmaklarındaki yaşlanmışlığı değil, Aktaş yokuşunda pazar dönüşü ya da su taşırkenki hali var hep aklımda.

Evet, ölünür elbet, buna hem iman etmiş hem bilinçle kabul etmiş olsak da zor gelmesi de bir başka “elbet”.

Modern tıp Nayde Abla'nın öleceğini 11 ay önce söylemişti zaten fısıldayarak, imayla aslında; ilk teşhis konulduğunda ve artık çok geç kalındığını tuhaf kelimelerle ifade etmişti.

11 ayda bu topraklarda ve çevremizde kaç ölüm yaşandı. O yüzden biliyorum, “elbet ölünür…”

Siz de biliyorsunuz.

Bu civarda yaşayanlar da biliyor en çok.

11 ayda on milyonlarca insan öldü şu dünyada zaten; 'saatte 6 bin kişi' diyor istatistikler.

Şairin, Üç Frenk Havası şiirinde dediği gibi “Ölüm ölüm, gündelik sözlerimiz arasında geçecek kadar kaba…” hakikaten.

O yüzden haberler, istatistikler, rakamlar uçuşur; bombardıman, saldırı, katliamlar çoğalırken illâ senin kendine değmesi gerekiyor anlamına biraz daha yaklaşabilmek için.

Çocukluğum aileden ya da komşudan biri vefat edince evde radyo-televizyonun açılmadığı, gürültülü yaramazlığın yasak olduğu o uzun, sessiz günlerle dolu.

Hep ölüme saygı, kalanlara vefa sanmıştım sebebini.

Asıl sebebinin ölümü anlamak, gideni hatırlamak olduğunu şimdi düşünüyorum.
İyi kötü kolaydı o zaman. Kapa televizyonu, açma radyoyu dinlen biraz. Hayata bak. Ölümü anla. Gideni yad et…

Ya şimdi?

Onar yüzer biner ölürken insanlar ya şimdi?

Sadece bu memlekette son bir yılda doğal olmayan yollardan kaç bin kişi öldü, saymaya var mısın okuyucu?

Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Belaruslu Svetlana Aleksiyeviç ne diyordu ödül konuşmasında; “Minsk'in güneyindeki bir köyde eve getirilen çinko tabutu hatırladım, bir annenin çığlıkları. Bu ne insanca bir haykırıştı ne havyanca… Kabil'deki mezarlıkta duyduğuma benziyordu sadece.”

O yüzden “Elbet ölünür.” Geride anaların 'ne insanca ne hayvanca bile olmayan çığlıkları' kalarak…

İnsanoğlu belki de asıl ölümden çok nasıl ölündüğüne ve daha önemlisi öncesinde nasıl yaşandığına bakıyor gidenin ardından.

Her seferinde tersine dönüyor sansanız da bu topraklarda yaşamak zor, ölmek kolay.

Nayde Abla babaanne ve babasıyla aynı mezara, Cebeci Asri Mezarlığı'na çocuklarının haykırışları, kalanların hıçkırık ya da duaları arasında defnedilirken ilerideki bir başka mezar taşına yazılmış tek kelime özetliyordu gidenlerin çoğunun bu zor, bu sancılı, bu niye olduğunu bile anlayamadığımız hiç hak edilmemiş hayatlarına dair hissini; “Küskünüm…”


Yaşar Taşkın Koç, 20.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Yaşar Taşkın Koç Yazıları








Sonsuz Ark'ın Notu: Yaşar Taşkın Koç Beyefendi'nin yazılarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 16.07.2015


İlk yayınladığı yer: Yeni Şafak

http://www.yenisafak.com/yazarlar/yasartaskinkoc/olumden-bir-nayde-gecti-2023609

Seçkin Deniz Twitter Akışı