22 Aralık 2015 Salı

SA2231/KY20-MEK33: Avlaktaki Bariyeri Aşmak Gerek!

"Avlaktaki bariyeri aşmış adamlarımız da çok az maalesef, kendi halkımızın, Türk ya da Kürt, köylümüzün bile gerisindeyiz bu konularda."


Mardin Artuklu Üniversitesi'nde önceki gün düzenlenen "Kürt Sorunu ve İslamcılar" konu başlıklı sempozyumda kanaat önderleri sorunu tartıştı. Sempozyumun katılımcıları arasında bulunan Sonsuz Ark yazarı Mustafa Ekici, Kürt sorununun sosyolojik temelleri, Türkiye siyasetinin 100 yıllık serüveninde sorunun hangi merhalelerden geçtiğini, emparyalizmin çizdiği sınırların sanallığını ve bugün yapılması gerekenlere dair bir konuşma yaptı. İşte Ekici'nin yaptığı o konuşma...
***
Selamun Aleyküm

Hepiniz hoş geldiniz

Hûn xer hatine

Kürt meselesi çetrefilli bir konu ve aslında üzerinde konuşulacak çok birşey de kalmadı bu süreçte. ben bir hikayeyle başlamak istiyorum.

Vedat Türkali’den bir hikaye aktarayım önce:

Eskiden beylerin, ağaların avlakları, av sahaları varmış. Bu av sahaları, henüz av mevsimi gelmeden önce avlağın üzeri komple kapatılıyor. Kuşlar yumurtadan çıkar çıkmaz uçmayı öğreniyorlar ve uçunca da ağaçlara gerilen ağlara takılıyorlar. Bu uçma deneyimi iki ay kadar sürüyor. Bir süre sonra kuşlar ağ kaldırdıktan sonra da ağın boyunu geçmiyorlar, yani ağaçların üstüne çıkmıyorlar, yine o seviyede uçuyorlar. Av zamanı gelince de ağa, paşa, bey her neyse geliyor, okunu kuruyor ve çok büyük bir avcıymış gibi tıkır tıkır indiriyor onları.

Türkiye’de siyaset ile uğraşanlar, toplumun önüne vizyon koymaya girişenlerin durumu da biraz böyle. Yani Kemalist rejimin 80 yıldır uygulaya geldiği  kısırlaştırıcı eğitim programı hepimizin zihinlerinde gerçekten bir seviye/sınır oluşturmuştur.

Dramatik bir örnek vermek istiyorum. 90’larda Türkiye’nin önemli bir siyasi partisinin genel idare kurulu toplantısında, hem de oylarının büyük bir bölümünü de Kürtlerden alan muhafazakar bir partinin toplantısında, genel başkan Kürt adının kullanılması caiz midir diye ‘fıkhi’ bir soru soruyor. kullanmak istiyorum ama caiz midir diye bunu fıkıh konusu yapıyor. Salonda bulunan hoca efendi de düşünüyor uzunca ve ‘fıkhen caizdir ama maslahat gereği caiz değildir’ diyor, uzunca bir zaman o siyasi partimizin lideri Kürt adını kullanmıyor. Fıkha, maslahat fıkhına binaen kullanmıyor.

Bunu, şunun için anlattım, yani öyle ya da böyle bu eğitim sistemi Kürtlere yada Türklere düşünce oluşturmada, siyaset ve vizyon koymada bir seviye oluşturdu, bir çıta dayattı. Bu çıtayı aşmamamız üzerine, bu seviyenin içinde ve altında kalarak düşünmemiz, siyaset üretmemiz konusunda yazılı olmayan, oto kontrol içeren bir çıtadır. Bu çıtanın içinde korkular da var, maslahatlar ve tedirginlikler var. İslami bir endişe ile siyaset ve vizyon üreten cemaat ve hareketlerin çoğunda bu çıtanın hala iş gördüğü müşahede ediliyor.

Bir ulusu, bir etnik yapıyı kurucu bir siyasa olarak tanımlama sapkınlığı iki yüz yıllık bir hikâyedir. Tarih içinde biraz öteye gidin, insanlık tarihi iki bin yıllık yazılı tarih var elimizde, devasa imparatorluklar, devasa siyasal organizasyonlar; bunların hepsinin temelinde başka kurucu siyasalar var. Din var mesela öncelikle,  geniş sosyolojik ve coğrafi bütünlerin oluşturduğu jeopolitikler var, derinden derine ilişkili kültürler var, fakat etnik bir yapıyı; yani ırkı bir kurucu siyasa olarak alma düşüncesi hakikaten son iki yüzyıldır insanlığın gündeminde. 

İnsanlık son iki yüzyılda bu konuda oldukça sert şeyler yaşadı, Saygıdeğer arkadaşlar biz yeni bir şey yaşamıyoruz, 1930’larda Avrupa bu işlere bulaştığında; 45-50 arası 66 milyon ölü verdi. Yani Alman, Macar, Polonya, Fransızların birbirlerine tasladığı üstünlüklerden kaynaklı bir şeyden bahsediyorum, biz de ise çok da yenidir bu etnik siyasa konusu ve yüzyılın başında ki emperyalist saldırı ve işgal ile çok ilgilidir. Çünkü Türkiye’de Türkçülük akımları 1906’dan itibaren dillendirilmeye başlanıyor, İsmail Gaspıralı’nın gelişiyle başlıyor. Kürtler arasında çok daha yenidir. 

İnsanın en ilkel tarafına, duygu dünyasına ve kontrolü güç, taşkın hallerine hitap eden bir siyasa olarak Kürtçülük şu ara Kürt gençlerinin kanını coşturuyor, içinde var olageldikleri bütün kültür dünyalarından kopararak, seküler bir ontolojik özellik katıyor ve siyasal olarak savruk bir kitle ortaya çıkarıyor. Tıpkı diğer etnik siyasa ‘proje’lerinin yaptığı gibi.

 Artuklu Üniversitemizin düzenlemiş olduğu programın başında ‘İslam(cı)’ tabirini kullanmış. Hocam da çok güzel bir şey yapmış, o –cı’yı parantez içine almış, teşekkür ederim gerçekten de öyle. Ebul Feyz Elçibey’e diyorlar ki: sen Türkçü müsün?  ‘yav ben nasıl Türkçü olabilerem ben müsteşrik miyem? müsteşrik bir Türkçü olabiler, Türkleri araştırmak için Türkçü olabiler. ben Türk’üm’ diyor. Bizim de öyle, biz Müslümanız arkadaşalar. Sonuna –ci eklemek gerçekten aşağılayıcı. Bunu terk etmeliyiz.

Buraya önemli bulduğum bir not olarak şu kaydı da düşmek istiyorum: En Marksist partiden en ebleh faşist  bir partiye, marjinal sola kadar oralarda yer bulabilen bir etikettir İslamcılık. İslamcı etiketi, kartviziti, bugün artık siyasette, bürokraside, her anlamda kariyerist bir  kartvizittir. 

Gündemden düşmüş, devletin karanlık koridorlarında kotarılmış, karşıtlarının bir antitezi olarak var edilmiş bir ‘proje olarak ‘İslamcılık’ hemen bütün tezleri, Sol’a öykünen gizli örgütçü yapıları, halktan kopuk ve tepeden inmeci uyduruk entelektüelliği ile, yazık ki Müslüman aydının ve Müslüman kitlenin sırtındaki kamburdur, Müslümanlar daha iş odaklı, ehliyet ve adalet odaklı asli cephelerindeki bu kariyerist kartviziti terk etmelidir.

Müslüman aydınların Kürt meselesi olarak kavramsallaşan olgu ile ilgili fikirleri, emekleri yadsınamaz. Gelirken bir kitabı bulup okudum. (Kürt soruşturması/Sor yayıncılık 1992) Bu kitapta, bazıları şu anda aramızda olan birçoklarının makaleleri var. 92’de yazılmış. Emin olun şu an Türkiye’de Kürt meselesi üzerine beyan edilen fikirlerin birçoğunun çok ötesinde fikirler söylemişler, dile getirmişler. Bunlar o dönemde ne kadar bir siyasaya dönüştü, ne kadar bir siyasal mücadeleye dönüştü, o tartışılabilir, ama bu gün iktidarın üzerinde temellendiği düşünce dünyası, geliştirdiği bağımsız ve halka dayalı çözümler, Müslüman aklından neşet etmiş çözümlerdir.

Kürt meselesi noktasında faaliyet gösteren iki temel siyasal hat oldu. İkisi de enternasyonal, ikisi de ulusu/etnik’i aşan; birincisi Marksistlerin Enternasyonalizm hayaliydi, ikincisi Müslümanların ümmet hayaliydi, hedefiydi.

Rusya’da ete kemiğe bürünen enternasyonalizminin, Rus imparatorluğunun insanlara neler getirdiğini ve insanlardan neler götürdüğünü gördük, yaşayarak gördük. Karşı tezi olarak ortaya çıktığı Faşizm ve Kapitalizmden beter derecede kitle kıyımlarına, insan izzetine, özgürlüğüne büyük darbeler vurduğunu gördük, yaşıtım olanlar ile birlikte yaşayarak müşahede ettik.  Nitekim bütün büyük iddialarına rağmen uygulanabilir olmadığını gördük.

İkinci olarak ümmet fikri bir siyasa olarak bir siyasal fikir olarak, o yüzden ‘İslamcı’ deniliyor, siyasal tezi itibari ile tyeni bir şey olduğu varsayımı ile, Marksizm’le eşdeğer görüldüğü için böyle ifade ediliyor, ümmet fikri arkadaşlar capcanlı bir fikirdir. Siz bakmayın Fransızların, emperyalistlerin etrafımıza sardığı çitlerle sarılarak vatan kutsaldır, toprak kutsaldır diye esip gürleyenlere,  Kutsal olan tek şey insanın izzet ve hürriyetidir.

Yüz yıl önce bugün  Kobani dediğiniz yer sadece küçük bir köyümüz idi;  Halep, Antep’ten çok daha büyük ve siyasal/ekonomik olarak etkin bir yerdi. Bütün etrafı ile o topraklar ve orada yaşayan insanlar, kendilerinin izzet ve onuru, iman ve namusları için çok büyük kıyımlara uğradıkları mücadeleler, savaşlar verdiler. 

Şundan emin olun: Bugün siz burada oturabiliyorsanız, yiyecek bir ekmeğiniz varsa, sırtınızda emperyalizmin sopası inlemiyorsa, bu şehirlerin, kasabaların, adamların, halkların ödediği bedeller, yürüttükleri amansız savaşları sayesindendir. Yani o adamlar; Kobanililler, Halepliler, Erbilliler, Zaxolular, Kerküklüler sizden daha az savaşmış değiller. 

Kaybedip çıktıktan sonra ki aslında kayıp bile etmedik, emperyalistler bir çit çizip çıkıp gittikleri için oralar yabancı bir ülke oldu, oralar Arap oldu, Kürt oldu; buralar da mübarek Türk vatanı oldu. Böyle bir şey yok, saçma sapan bir bakıştır bu. Dolayısıyla içinde Müslümanların yaşamış olduğu devasa bir vatan vardı. Bu gün de var,  burada kimse kimsenin ne ırkına, ne ulusuna, ne dinine karışıldı. Kürt medreseleri bin küsur yıldır ayaktadır, hala ayakta, geziyorum, görüyorum capcanlı, Kürt dilini, Kürt edebiyatını, Kürt tasavvufunu, şiirini inanılmaz şahika örneklerle ortaya koydular ve ortaya koymaya devam edecekler, yine edecekler. 

Yani bu aradaki emperyalist çitlerin oluşturduğu küçük devletsi yapılarla, ortaya çıkan bu konjonktürel gelişmelere çok fazla aldırmayın. Biz Müslümanlar olaya böyle bakmalıyız, bu çitlere, zihnimize, etrafımıza, toprağımıza çekilen bu emperyalist çitlere çok fazla aldırmayın. bunlar ilk fırsatta sökülüp atılacak beyhude şamatalardır.

Ama bir konuyu da dile getirmek istiyorum, içimizi yakan bir şeydir, onu söylemek istiyorum. 1988 yılının Mart’ında Halepçe katliamı olmadan bir süre önce, Batman’da miting oldu, Bulgar Türkeri’ne Bulgaristan’ın yapmış olduğu zulmü tel ‘in eden mitinglerdi, iyi de kalabalık toplandı, çünkü risksizdi, çünkü devlet bunu destekliyordu, katılımcıların hepsi Kürt’tü, konuşmacıların tamamı Kürt’tü ve orada Bulgarların Türklere yapmış olduğu zulmü, kendi isimlerini kullanamama, yer isimlerinin değiştirilmesi zulmü, dini hayata dair kıstırmalar ve bunun gibi insan hakları zulümlerini tel’ in eden muazzam mitingler oldu. 

Benzer bir çabayı Kemalizm’in dayattığı benzer zulümler için Türkiye’nin batısından bir feveran, o çok aydın sağcı ve İslamcılardan bir isyan sesi yükselmedi yazık ki. Yine bu çok kayda değer mitinglerden kısa bir süre sonra, yani mart ayının sonlarına doğru Halepçe’de bir katliam oldu. Katliamdan bir hafta sonra da Kuveyt’te 44 İslam ülkesinin katıldığı İslam Konferansı Zirvesi yapıldı. 

Orada bütün İslam ülkeleri vardı, Türkiye de dahil olmak üzere, Bulgar Türkleri hakkında kararlar alındı, bunlar okundu. Keşmir hakkında kararlar alındı okundu. Filistinliler hakkında kararlar alındı, okundu. ama hiçbirinde Halepçe hakkında bir tek kelime edilmedi arkadaşlar. Bu da bizim ayıbımız.

İslam bütün bu emperyalist çitlerin ötesinde, içinde  veya dışında yaşayan Müslümanların bir arada yaşayabileceği, güvenle yaşayabileceği bir tez sunuyor ve bu tez denenmiş, yaşanmış ve capcanlı bir tezdir arkadaşlar. Hakikaten insanları birbirine bağlayan temel şeydir İslam. Bu kurucu siyasanın ilke ve değer olması gerektiğine dair kadim doğrunun yüzümüze çarptığı bir gerçektir. Avrupa da bunu gördü, yaşadı. 

Bakınız 40’tan 60’a kadar inanılmaz savaşlar yaşadılar, ama sonuçta yeniden ulusçuluğu terk edip daha ilke ve değer düzeyinde, ilkeler ve değerler üzerinden bir siyasa inşa etmeye girişiyorlar. Her ne kadar sadece kendilerine çalışan değer ve ilkeler de olsa değer odaklı siyasa, insanın en ilkel durumuna dayalı projelerden çok daha makul. Biz de öyle olacak, Allah muhafaza içimizdeki sapkınların taşkınlıkları yüzünden belki epey kırılıp dökülecek, çok can acıyacak, çok zulümler göreceğiz, ama sonuçta aklıselim galebe gelecek ve içinde izzet ve hürriyet ile yaşayacağımız büyük vatan gerçek olacaktır.

Bir iki kelam da medya üzerine; ilk Kürt gazetesi 1898’de yayınlandı, Kürdistan gazetesi. Sanmayın ki ilk Türkçe gazete 300 yıl önce yayınlandı. hayır, o da 1834’te yayınlandı. ilk farsça gazete de aynı dönemde. Aşağı yukarı 100 yılın içinde oldu. O süreçte 20’yi aşkın gazete ve dergi yayınlandı Kürtçe. Bunların çoğu dini tandanslıydı, bunu unutmayın. Müslümanlar çıkardı bunları. Şeyh Said Müslümandı, Bedirhanlar Müslümanlardı. Dertleri de İslam ve ümmetti. Yani ümmetin içinde Kürtlüğün ve Türklüğün bir anlamı ve değeri vardır, bunun bilincinde idiler, fakat bilahare olan oldu. O hikâyeyi uzun uzun anlatmaya gerek yok, Kemalizm’in yâ da o zamanlar faşizm dalgasının Türkiye’de estirdiği zulümleri tekrar etmeye gerek yok.

Devletler tabi ki domine ederler, tabi ki güçleri vardır. İşte bugün bir eğitim sorunumuz var, okullara Kürtçe eğitim, şu anda seçmeli olarak var, ama anadilde eğitim konusu hal edilmeli; bu olduğunda medyanın, yazdığınız kitabın, yazdığınız şiirin bir okuru, bir alıcısı, bir anlamı olacaktır. Şu anda yok ne yazık ki toplumumuz okuryazar değil, devlet bu konularda bir takım tedbirler planlıyordur. 

İşte çatısı altında olduğumuz Artuklu Üniversitesi bu anlamda çok değerli bir görev ifa ediyor. Ama bu kadar islami hassasiyeti yüksek bir kitle bulunca da şunu ifade etmek bir görev benim için; bu kadar medyamız var, bu kadar gazetelerimiz, televizyonlarımız var, fakat hiçbirinin -bir iki güzel örnek dışında- ne yazık ki bir sayfa Kürtçe eki bile yok. 

Bunu düşünecek bahsettiğim avlaktaki bariyeri aşmış adamlarımız da çok az maalesef, kendi halkımızın, Türk ya da Kürt, köylümüzün bile gerisindeyiz bu konularda. İş yapmalıyız arkadaşlar. Gazeteler çıkarmalıyız, dergiler çıkarmalıyız, yazılar yazmalıyız, Kürtçe öğretmeliyiz kendi içimizde, kurslar açmalıyız. Devlet yapar yapmaz bu ayrı bir konudur. Ama bunu yapmalıyız, doğrusu budur, iş yaparsak ortaya iş çıkar, ürün çıkar, sonuç çıkar. Dolayısıyla bir an önce işe dönelim ve iş yapalım.

Teşekkür ediyorum.



Mustafa Ekici, 22.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar 

Seçkin Deniz Twitter Akışı