27 Aralık 2015 Pazar

SA2254/KY1-CÇ177: Pazar Yazıları 5

"Sevgili karîlerimin (okuyucularımın) inanılmaz baskıları karşısında yelkenleri indirip yazmam isteklerine boyun eğdiğimi itirafla:)"


PAZAR YAZILARI -5-

Not 1- Okumayı ödünç kavramlarla yapmayalım, unutmayalım ki ödünç alınan her nen iadesi zorunlu bir nendir bu da okuma ediminde yarı yolda kalmamıza neden olur ve biz şöyle derken haksız sayılmayız; ödünç kavramlarla yapılan hiçbir okuma gerçek bir okuma değildir.
Not 2- Başlığın uzunluğu burada da karşımıza çıktı, evet çıktı ama artık şunu biliyoruz ki tüpün üstündeki çaydanlığın ıstırabının dahi resmedilebilir oluş gerçeğine ulaşmış bulunanlar için uzun başlık ürküsü yersizdir.
Not 3- Bu makalede boy aynasının ebatlarına ilişkin her hangi bir kritik yapılmamıştır. Bunu belirtmemizin nedeni “niçin boy aynasının ebatlarına ilişkin bir açınlama yok?” sorusunun usumuza gelme olasılığının hiç de küçümsenemeyecek denli yüksek oluşudur.
Not 4 – Bu önemli notu buraya dercetmeyeyim, bilahare yazayım.

İKİRCİKLİĞİN KURAMSAL TEMELLERİNİN KARŞIT OLUMLAMASI ÜZERİNE BİR KRİTİK
- ya da toyluğun kaçınılmaz akibeti hakkında bir kaç söz-

Biliyoruz ki kişi ne bir bir sesin aksülamelini sağlayan hoparlör ne de bir görüntüyü yansıtan bir ekrandır. Ve fakat kişinin böyle bir varlık haline gelmesi de olasıdır. Bu sapmayı yaşayan salt günümüz kişisi de değildir. Belki bu durumda olan günümüz kişisinin nicelik olarak fazlalığından söz edebiliriz. Kendini kendisi olarak gerçekleştirememiş ve hatta bundan kaçınmış kişi bir hoparlör veya ekran olacaktır. 

Var olmakla yola çıkan kişi dediğimiz varlık eğer bundan bizar değilse kanaatimizce yorulmaktan ürktüğü içindir. Zira yaşamak insanı yorar. Bu böyledir. Kendisi olarak kendi varlığını temellendirme gayreti belki yorgunlukların en fazlasını yaşatandır. Ve fakat tatlı bir yorgunluk olduğunu vurgularsak bunun yersiz bir edim olduğunu söyleyen çıkabilir mi? bilmiyoruz. 

Bilmediklerimiz arasında bu bilisizlik bizim düşünsel yordamlarımıza ket vurmaya en çok iştahlı olsa da bunun önünü kesebiliriz. Şöyle ki, bir çek yatın alt tarafındaki kontrplağın çatal çivilerinden kurtulmuş olması bizi o altlığı yeniden sağlamlaştırmaya yönelteceği yadsınamaz. Bu sağlamlaştırma edimine kalkıştığımızda kontrplağın çatal çiviyle tutturulmuş olması bize aynı şeyin yinelenmemesi için düz ve ince cam çivi ile tamir etmemizi buyurur. 

Bu buyruk elimizde çatal çivi olup ince cam çivi olmamasına karşın bile verilebilir ve yerine getirmesi zorunlu gibidir. Elbet çek yatın altı yüklük gibi kullanılır ve belirlenen istiap haddi aşılırsa o kontrplağın ayrışması olayı gerçekleşmiştir ve çatal çivinin yetersizliği değildir söz konusu olan. Ve fakat hem madem böyle bir durum olmuştur öyle ise çatal çivi yerine ince cam çivisi kullanılarak bu duruma bir daha düşülmesinin önüne geçilmiş olur, çıkarımıyla bize sağlamlaştırma ediminin cam çivi ile yapılması buyruğu verilmiştir. 

Önemli olan burada buyruğun sorgulanması değil, çek yatın altındaki kontrplağın ayrışmasına neden olan edimdir. Ve fakat bize ilk görünen çatal çividir. Ve çatal çivi hakkındaki ön yargımız bize ilk görüşümüzle kazandırılmıştır. İlk görüşün kazandırdığı bu yargıdan sıyrılmanın yolu apriori bilgilere müracaattan ziyade -ki nedense kişi ilk önce belleğindeki bilgilere yönelmeyi seçmiştir ve seçer- ampirik verilere başvurmayı gerektiriyor olduğunu ayrımsayabiliriz. Burada hemen belirtelim ki, ampirik verilerin kendisinin dahi sorgulandığı, sorgulanan olduğunu unutmuş yahut ıskalamış değiliz. Kendisinin öyle olduğu bilgisini usumuzun bir köşesinde tutarak bu eylemi gerçekleştiriyoruz.

Burada ikircikli tutumun olumsuzlanması bizden öncekilerin dikkatimizi çektiği şeyin ya da şeylerin dolayımsal olanağına ilişkin olgulara yönelik bir karşıt durum olmadığını belirtmekte yarar görüyoruz. 

Elbette şeylerin dolayımsal olanağı keşfinin düşünsel dünyaya kazandırdığı varsıllığın ayrımındayız. Bu varsıllığın tıkanmasına yönelik bir eylem içinde olmayacağımızı belirtmeye gerek duymuyoruz. Primitif algıların bir başka söyleyişle insanlığın çocuksu evresine ait algılarla böyle bir yargıya varacak olan düşünce sahipleri için söylenecek fazla bir şey de yoktur. 

Biz ancak o düşünce sahiplerine içinde yaşadığımız zaman diliminin onların argümanları için elverişli olmadığını söylemekle yetineceğiz. İnsanlığın hali hazırda yaşadığı dünya ile kendi yaşadığı dünya arasındaki ayrım minare ile bostan kuyusu denli ayrımlıdır. Bu aşamada Sartre'ın " öznellik düzleminde bu imgenin bir algı olmadığı" yargısına vurgu yapabiliriz ki bu vurgu her zaman üzerinde titizlikle durduğumuz sağın bilginin pekinliği için önemli bir yer tutar. En azından bize böyle bir görüngü verdiğini itiraf ediyoruz. 

Hangi dünyada yaşadığının sorgusunu dahi kendinde yapmamış biri ya da birileri için bunların bir anlam taşımadığının bilincinde olarak diyebiliriz ki, anlama ilişkin dünyasında kriterleri olmayan düşüncenin gelip duracağı yer tam da burasıdır. Kuyruklu yıldızların kuyruğuna takılacak tenekelerin ebatları üzerine tartıştığının dahi ayrımında olmayan bir düşünceye karşı ileri sürülecek hiçbir sav yoktur. O kendi kuyusunda, gözlerinin alıştığı karanlığı aydınlık bilerek soluk alacak ve bu soluk alışını da biricik bilecektir. Yapılacak şey kuyudan çıkması için bir ip uzatmak gerekirken anın seviyesine inmenin gerekliliğine yönelik önerilerin yersizliği ortadadır. Anın seviyesine inildiğinde ana yapacağınız yardım salt soluk alışına ortak olmaktır. Ve fakat amaç bu değildir. Kuyudan çıkarıp gerçek aydınlığı göstermektir amaç. Amaç bu olduğunda ip uzatmaktan naşi bir şey yapmaya kalkışmak salt bir fazlalıktır.

Her fazlalık gibi bu da bizleri varmayı hedeflediğimiz yere götürmeye engel bir durumdur. Bir kedinin kuyruğuna takılmış teneke ile bir kuyruklu yıldızın kuyruğuna takılmış tenekeden beklenen ya da umulan işlevin aynılığı nasıl beklenebilir? Bu fazlalık değil de nedir?



Cemal Çalık, 27.11.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Pazar Yazıları

Pazar Yazıları
Cemal Çalık Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı