Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
“Bugün bu soğuk gemide, soğuk gökyüzünde, soğuk gecede ölüme karşı âdil olmayı seçtim.”
Soğuk kış günlerinde denizlerin, okyanusların
ve o muhteşem göğün benzersiz coşkusuna aciz gemim ve bedenim tahammül
edemeyeceği için sığındığım koya bu kış uğramaktan vazgeçtim… Kim bilir, belki
de dünyaya ait olanın ait olduğu zaman bitmiştir belki. Çok daha gençken de
dursuz duraksız gezdiğim çağlar olmuştu, savrulmayı istiyordum belki dalgalarla…
ya da fırtınaların, kasırgaların o eşsiz gücüne karşı durmaktan ve doğanın denge
savaşına kendimi teslim etmemekten kaynaklanan bir direniş bilincim vardı. Ama
şimdi öyle değil.
“Niye öyle değil, ne değişti?” diye
sorabilirsiniz dostlarım. Ben değiştim. Aslında başından beri doğanın denge
savaşında taraf olmak ya da olmamak, kasırgalara, fırtınalara direnmek ya da
direnmemek benim seçimimmiş gibi duruyordu, şimdi benim seçimim olmadığını
anladım, sanıyorum.
Hayır değil; Kader denen, İslâm’a sokuşturulmuş bir uyuşturucu maddeyi kastetmiyorum. Sadece taraf olmak ya da olmamak, direnmek ya da direnmemek gibi iki kısır seçeneğe mahkûm edildiğimizi fark ettim. Bizi mahkûm edenler de devletler, sistemler; yani insanlar. Oysa bir seçenek daha vardı, olabilecek diğer birçok seçenek gibi… Onu fark ettiğimi düşünüyorum. Direndik ya da boyun eğdik, taraf olduk ya da bertaraf olduk değil asıl mesele; âdil olmak, işte bu olagelen her şeyin temelinde bizden eksiltilen, saklanılan, hayatımızdan çekilen en temel seçenek.
Şimdi âdil olmak adına koya çekilmiyor, kışın
hâşin sessizliğinden fırlayıp gelecek olan kasırgalara, fırtınalara doğru
sessizce ilerliyorum. Fırtınalar için, kasırgalar için ve dev dalgalar için âdil
olmaya gidiyorum. Gücüm mü? Gemimin dayanıklılığı mı? Bunlarla âdil
olamayacaksam, başka neyle âdil olabilirim ki? Ben buyum, bu benim olan… Binlerce
tonluk bir Destroyerle giderken nasıl âdil olanı umar ve sağlayabilir biri
olabilirim ki?
Bu gece, sakin bir gece. Fenerim sallanmıyor
güvertede, sapsarı ve düz bir ışık salıyor soğuktan üşümüş parmaklarımın sırtına.
Soğuk, derimin çatlamış yüzünden içeri girmeye çalışıyor; amacı beni öldürmek
değil, canımı yakmak hiç değil; âdil oluyorum, aslında ben soğuğun umursadığı
bir şey değilim. O kendi doğası gereği böyle; benim onu tanımlamam, ona karşı
duygu geliştirmem anlamsız. Tıpkı ölüm gibi.
Ölüm… ona karşı âdil değiliz, tıpkı soğuğa,
kasırgalara, fırtınalara, dalgalara karşı âdil olmadığımız gibi. Hep
şartlandırılmışlıklarımızla bakmışız her şeye olduğu gibi, ölüme de. Ölüme karşı
duygu geliştirmek zorunda olduğumuzu öğrettiler bize. Ve tabi bize ölümü veren
Allah’a karşı âdil olmadığımız gibi. Sanki herhangi bir şey Allah yaratmadan
mümkün olabilirmiş gibi, soğuktan, kasırgadan, fırtınadan, dalgadan nefret
ettiğimiz gibi ölümden de nefret ediyoruz.
Saklamışlar bizi gerçeğin bizzat kendisinden,
onunla karşılaşmamamız, etrafında dolanıp onun yaratıklarından nefret etmemiz
için doldurmuşlar seçeneklerimizi… onlardan birini seçerek özgür olduğumuzu
zannetmişiz. Ben de zannettim sizin gibi; ama artık biliyorum, yarattıklarına
karşı âdil olmadığımız Allah’a karşı da âdil değiliz; onun yarattıklarından
nefret ederken aslında ondan nefrete yöneltildiğimizi fark etmemişiz.
Doğrudan Allah’tan nefret edin deselerdi bize,
elbette nefret etmezdik, diyenleri de tanır, ona göre bildiğimizi bilirdik;
bize oyun oynadılar, bizi aldattılar, biz de aldandık. Bugün sırf bu yüzden
koyda değilim; kışı koyda, korunaklı bir limanda geçirmek bizi aldatmalarına izin
vermem demek olurdu. Buna artık izin veremezdim.
Ölüm diyorum… Bugün güvertede o sonsuz okyanus
göğüne bakarken, annem, babam ve nenem geliyor gözlerimin önüne. Yaşarken gördüklerimdi
onlar, bir de artık yaşamazken bildiklerim.
Sayısını bilmediğimiz kadar çok ölümle karşılaşmış insanoğlu. Her bir ölüm geride, üzülen, hasretle ağlayan insanoğlu bırakmış… Tüm geride kalanlar bu ayrılığı tahammül edilemez bulmuşlar önce, sonra, her geçen sonra yavaş yavaş unutmuşlar bir dahaki hatırlama ânına dek ölümü, öleni, ayrılığı.
Bu hep böyle olmuş, hiç değişmemiş; değişmez çünkü kasırgalar gibi, fırtınalar gibi, dalgalar gibi ve soğuk gibi. Çünkü; âdil olan bu, âdil olan bu olması gerektiği için bu böyle. Çünkü; herhangi bir ayrılık zamanının bir önceki ya da sonraki zamanda insana denk gelmesi, ayrılığın duygusunu değiştirmiyor.
Sayısını bilmediğimiz kadar çok ölümle karşılaşmış insanoğlu. Her bir ölüm geride, üzülen, hasretle ağlayan insanoğlu bırakmış… Tüm geride kalanlar bu ayrılığı tahammül edilemez bulmuşlar önce, sonra, her geçen sonra yavaş yavaş unutmuşlar bir dahaki hatırlama ânına dek ölümü, öleni, ayrılığı.
Bu hep böyle olmuş, hiç değişmemiş; değişmez çünkü kasırgalar gibi, fırtınalar gibi, dalgalar gibi ve soğuk gibi. Çünkü; âdil olan bu, âdil olan bu olması gerektiği için bu böyle. Çünkü; herhangi bir ayrılık zamanının bir önceki ya da sonraki zamanda insana denk gelmesi, ayrılığın duygusunu değiştirmiyor.
Annemin yüzü, yüzleri geziniyor okyanusun
göklerinde… sonra babamın, sonra nenemin… Herhangi bir tanıdığım zamandaki
farklı farklı yüzleri, yüz çizgileri… hangisini hangi zamanda kaybetmek
isterdim ki? Onların yüzlerinden eksilmiş bir yüz istemezdim, siz de
istemezdiniz. Çünkü okyanusun göklerinde ardı ardına her birinin ayrı ayrı sıralanan
yüzlerinin her bir çağında hâtıralarım var, ben hangi hâtırâmdan
vazgeçebilirim?
Bugün bu soğuk gemide, soğuk gökyüzünde, soğuk
gecede ölüme karşı âdil olmayı seçtim.
Parmaklarım, ellerim, yüzüm bu adalet arayışımın yüküyle sınanıyor. Ben asla sıcak olamayacak olan tüm ölülerin soğuk bedenlerindeki adalete bakıyorum. Soğuk, benim ölünün bedeninden algıladığım bir şey, oysa ölünün bundan haberi yok. Çünkü ölü, doğanın bir parçası artık gittikçe çürüyecek olan… Onda sevdiğim insan yok, annem yok, babam yok, nenem yok. O sıfatsız, isimsiz, cinsiyetsiz cansız bir nesne: ölü.
Parmaklarım, ellerim, yüzüm bu adalet arayışımın yüküyle sınanıyor. Ben asla sıcak olamayacak olan tüm ölülerin soğuk bedenlerindeki adalete bakıyorum. Soğuk, benim ölünün bedeninden algıladığım bir şey, oysa ölünün bundan haberi yok. Çünkü ölü, doğanın bir parçası artık gittikçe çürüyecek olan… Onda sevdiğim insan yok, annem yok, babam yok, nenem yok. O sıfatsız, isimsiz, cinsiyetsiz cansız bir nesne: ölü.
Ölüler ağlamaz, üşümez, ısınmaz, düş görmez, başkaldırmaz,
boyun eğmez, seçim yapmaz, âdil olmaz, adaletsiz olmaz, yemez, içmez, bakmaz,
duymaz, anlamaz. Ölüler için âdil olan budur, diriler için de bunlar arasından
doğru olanı yapmak âdil olandır.
Ölüme karşı sabırlı olmak, diriler için en
âdil olandır mesela. Benim gibi gemisiyle denizlere, okyanuslara açılmış
birinin, dev gibi dalgaları yola koymuş, üstüme sürmüş kasırgalara karşı âdil
olması gibi. Ölüm dostlarım, ölüm bizi âdil olmaya zorlamıyorsa, bize başka
hiçbir güç güç yetiremez. İşte ben bunun için soğuklarlayım bu kış.
Kahve istemiyor canım, sıcak istemiyorum. Yeterince
acı görmüş gözlerimin gittikçe eksilen feri fenerimin sarı ışığından akan
sonsuz geleceğe doğru bakıyor. "Ben âdil oldum mu?"diyorum hayatım boyunca. "Âdil olmak
nedir?" diyorum sonra…
Bu sessiz gece, sessiz kış gecesi kim bilir
ansızın gelen ölüm gibi ansızın gelen kasırgalarla kaç milyon kez yüzleşmiştir?
Şimdi nasıl da dingin o sonsuz su. Tıpkı ölümün geldiği anda sevdiklerimden
ayrıldığımda yaşadığım kasırgalar gibi, duruşu şimdi unutulmuş ölüm gibi sessiz.
Soruyorum size dostlarım, "Allah’ın gününü ve saatini
değiştirmeyeceği ölüm, gelip bizi alana kadar âdil olabilecek miyiz?" diye
soruyorum. Ölüme ya da başka şeye başkaldıracak kadar değil, direnecek kadar
değil, âdil olacak kadar cesur muyuz? Ölüm bizi alıp gidene kadar ölüme, doğaya
ve hayata karşı âdil olacak mıyız?
Lütfen dostlarım kendinize karşı da âdil
olunuz.
Yaşlı Bilge, 04.01.2016, 23:53, Sonsuz Ark, Peynir Gemisi'nden, Sınanmış Renkler 35
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.