Sonsuz Ark'ın Notu:
Diyanet İşleri Başkanlığı'na ya da Başkanı'na yönelik iç ve dış kökenli saldırıların -aslında tamamı dış kökenlidir- ne tür bir bakış açısının ürünü olduğunu, aşağıdaki - benzeri, taraftar bir yerli tarafından henüz yapılmamış olan çok geniş kapsamlı- analizde okuyacaksınız. Analiz, Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Sitesi'ne yönelik iğrenç içerikli soru-cevapla yapılan itibar saldırısı ile birlikte, Diyanet İşleri Başkanı'nın tartışılan makam arabası, HDP tarafından seçim vaatlerinden biri olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılması gibi konuların arka planının Türkiye'deki tüm terör saldırılarından çok da farklı nedenlere dayanmadığını göstermektedir. Değerli konuk yazarımız Ardan Zentürk "Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’in Asıl ‘Suçu’" başlıklı köşe yazısında, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in Mescid-i- Aksa'da Cuma hutbesi irad edip Cuma Namazı kıldırarak İsrail'de ve Dünya'da ürküttüğü kurbağalara değinmişti. Yazı, aşağıdaki analizle birlikte okunduğunda Erdoğan'ın Diyanet İşleri Başkanlığı ile temel insanî haklardan biri olan Din Eğitimi ve ihtiyaçları ile ilgili çalışmalarının nasıl ekseninden kaydırıldığını ve ciddî bir saldırı alanı inşa etmek için çarpıtıldığını göreceksiniz.
Seçkin Deniz, 13.01.2016
Ankara's Religious Directorate Takes Off
Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Nisan ayında Washington’a gerçekleştirmiş olduğu ziyarette, ABD Başkanı Barack Obama’nın bu senenin sonunda Maryland’de açılacak olan 100 milyon $ değerindeki caminin açılış törenine Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte katılacağını duyurdu. Bu haber hak ettiği kadar dikkatleri çekmemişti.
Modern Türkiye’nin 1923’te kurulmasından bir sene sonra Mustafa Kemal Atatürk halifeliği kaldırarak, hükümet yönetimindeki din işleri kurumunu veya Diyanet’i kurdu. Bu yeni yapı, camilerin ve dini eğitimin yönetimi aracılığıyla, cumhuriyetin görünüşte seküler yapısının korunmasında İslam’ın devlete hizmet etmesini sağlayacaktı.
Bugün Diyanet büyük ölçüde kuruluş amacının dışına çıkarılmıştır. Haziran’da yapılacak olan parlamento seçimleri öncesinde Batılı haber kaynakları, Erdoğan’ın ifade özgürlüğünü kısıtlaması ve daha da fazla otoriterliğe kayması nedeniyle endişeliler. Bu arada 2002’den beri iktidarda olan Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), güçlendirdiği Diyanet’i ülkede muhafazakâr bir hayat tarzının yaygınlaştırılması ve bundan daha ziyade yurt dışında Türk İslam’ının yansıtılması amacıyla ustalıkla kullanmaktadır.
2006 senesinden beri Diyanet’in bütçesi dört kat artarak 5.4 milyar liraya (2 milyar $’dan fazla) çıkmıştır. Hükümet harcamalarındaki payı üçte bir oranında artmış ve çalışan sayısı iki katına çıkarak 150.000 kişiye yaklaşmıştır. Diyanet’in bu yılki bütçe tahsisi, İçişleri Bakanlığı bütçesinden %40 daha fazla ve Dışişleri, Enerji ve Kültür ve Turizm Bakanlıklarının bütçeleri toplamına eşittir.
Başkanlık, Türkiye’nin 85.000 camisini denetlemekte, Cuma hutbelerini yazmakta ve gıda üreticilerine helal sertifikası vermektedir. Diyanet’in ayrıca uydu, kablolu tv ve Youtube aracılığıyla 24 saat yayın yapan bir televizyon kanalı, (yaklaşık 230.000 takipçili) bir Facebook sayfası ve (50.000’den fazla takipçisi olan) iki adet Twitter hesabı ve İslami hayat tarzına yönelik bir yardım hattı bulunmaktadır. Yakın zamanda Diyanet tarafından verilen fetvalarda Gregoryen Yeni Yıl kutlamaları, piyango, dövme ve kürtaj haram olarak değerlendirilmiştir.
Diyanet’in tüm bunları AKP’nin isteği üzerine gerçekleştirdiğini söylemek imkânsızdır; ancak uygulamalar, AKP’nin sosyal politikaları ile uyum halindedir. Dahası, AKP Diyanet’i politik amaçları için kullandığına yönelik söylemlerden pek rahatsız görünmemektedir.
Erdoğan’ın emri üzerine başkanlık İstanbul’da Boğaziçi’ne bakan bir tepede devasa bir cami inşa etmektedir. Geçen sene hükümet tarafından Twitter’ın geçici süre kapatılması üzerine, Diyanet’in Cuma hutbesinde Türklere “özgürlüğün sorumluluk gerektirdiği” hatırlatılmış ve bu durum, birçok kişi tarafından yasağın dinen onaylanması olarak değerlendirilmiştir.
Diyanet son zamanlarda dikkatini yurt dışına yöneltmiştir. Başkanlık, on yıllar boyunca alan ve gücünü sınırlayan bir başbakan yardımcısına hesap vermiştir. Geçen Eylül ayında başkanlık Türk dışişlerinin mimarı Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun doğrudan kontrolüne verilmiştir. Bu durum Türk medyası tarafından, Ankara’nın Sünni İslam’ın lideri olarak büyük harcamalar yapan Suudi Arabistan’a karşı bir üstünlük sağlama ve Batı’daki Müslüman azınlıklara yön verme arayışı olarak değerlendirilmiştir.
Davutoğlu geçen hafta yaptığı açıklamada, Türk İslam’ının IŞİD’e karşı bir “panzehir” olabileceğini ve Diyanet’i Orta Doğu’daki mezhepsel çatışmalara karşı savaşma “misyonuyla” görevlendirdiğini ifade etti.
Şüphesiz Diyanet uzun süreden beri yurtdışındaki varlığını sürdürmektedir. Diyanet’in yurtdışı faaliyetleri 1970’lerde Avrupa’da sayıları gittikçe artmakta olan Türk göçmen toplumuna dini hizmet vermesiyle başladı. 1983 senesinde Turgut Özal’ın Başbakanlığı sırasında kurumun altında bir dış ilişkiler departmanı kurularak bir sonraki sene Almanya’da bir büro açıldı. Günümüzde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Almanya’nın en etkin Müslüman organizasyonlarından birisidir.
Diyanet’in 2003 senesinde açılan Fransa kolu, Türk kökenli Müslümanlar Fransa’daki 7 milyon Müslümanın %8-10’unu oluşturmasına rağmen, şu anda ülkenin en önemli Müslüman grupları arasında yer almaktadır. Hollanda’da 140 camiden sorumlu olan Hollanda İslam Kurumu’nun maaşları, Diyanet tarafından ödenmektedir. Ayrıca Belçika’da oldukça büyük bir temsilcilik bulunmaktadır.
Diyanet gittikçe küresel bir oluşum haline gelmektedir. 2011 senesinde Çinli Müslüman Âlimlerin eğitimi ve camilerin yenilenmesi için Çin ile bir anlaşma imzalanmıştır. Müslümanların kutsal Kurban Bayramında Diyanet tarafından kesilen keçi, koyun gibi hayvanlar, helal et olarak dış ülkelere, özellikle fakir Afrika ülkelerine gönderilmektedir.
1994 senesinde Diyanet tarafından oluşturulan Avrasya İslam Konseyi, 50 ülkeden gelen müftü kurulları için zirveler düzenlemekte ve bayramlar, eğitim ve İslam mirasının tanıtılması gibi konularda gerçekleştirilen anlaşmalara aracılık etmektedir. Geçtiğimiz Kasım ayında İstanbul’da ilk kez gerçekleşen zirve için 40 Latin Amerika ülkesinden gelen müftü ve âlimler Diyanet tarafından ağırlandı. Zirvenin kapanış töreninde Erdoğan meşhur Amerika’nın Müslümanlar tarafından keşfedildiği açıklamasını yapacaktı.
Fakat Diyanet’in en büyük etkisi belki de kendi arka bahçesindedir. Eylül 2001’de gerçekleşen saldırıların ardından ABD, Balkan ülkelerini muhafazakâr İslamcı organizasyonlara, özellikle Suudi Arabistan tarafından desteklenenlere karşı sert tedbirler almaya zorlamıştır. Bu sırada oluşan boşluğu doldurmak isteyen Türkiye, İslam’ın daha az tehlikeli ve demokrasi dostu bir formunu sunarak devreye girmiştir.
Oxford’dan Kerem Öktem 2012’de Journal of Muslims in Europe dergisinde yazdığı makalede, Balkan İslam’ının kökenlerinin Osmanlı Türk İslam’ına dayanmasının bu noktada etkili olduğunu söylüyor ve sonuç olarak Türkiye’nin çabalarının “İslami çalışmalar bağlamında politik anlamda devrimci olan Arap ve İran’ın” çabalarına göre kültürel olarak daha az yabancı olduğunu belirtiyor.
Her sene on binlerce Balkan Müslümanın hacca veya yıllık olarak Mekke’ye düzenlenen Müslümanların kutsal yolculuğuna gönderilmesine Diyanet tarafından yardım ediliyor ve Balkan ülkelerinden gelen imam ve din adamlarının Türkiye’de eğitim görmesi için 1000 adet burs veriliyor. (Türkiye’nin yardım kuruluşu TİKA tarafından da her sene 1000 adet burs dağıtılıyor ve bölgedeki ve dünya genelindeki Müslümanlara yardım etmek için her sene milyarlarca dolar harcanıyor.)
Diyanet tarafından İslami birliklere ve STK’lara katkı sağlanıyor ve her sene ücretsiz olarak dağıtılan yüz binlerce Kuran’ın ve dini yayının yerel dillerde basımı yapılıyor. Yine Diyanet’in Avrupa’daki çalışmaları arasında aylık olarak basımı yapılan ve kaliteli bir dergi olan Diyanet Avrupa var. Belki de bu faaliyetlerin içinde en önemlisi, Balkanlarda düzinelerce caminin inşası ve yenilenmesine yapılan yardımlardır. Öktem şöyle diyor: “Şu anda Türkiye, bölgede [Balkanlardaki] en etkin Müslüman ülkedir”.
Bugün Diyanet tarafından planlanmakta olan 20 cami var; bunlardan bir tanesi Maryland’de diğeri İngiltere’de, üç tanesi Filipinlerde ve bir tanesi de Arnavutluk, Tiran’daki 4500 kişilik cami.
Yine de Türkiye’nin artan İslam projeksiyonunun etkisini ne ölçüde genişlettiğini değerlendirmek oldukça zor bir iş. Şüphesiz Batı’daki Müslüman azınlığa sahip toplumlardaki itibarı oldukça güçlü. Nüfusun ağırlıklı olarak Müslüman olduğu ülkelerde ise bu sıcak duygular en üst düzey yetkililere kadar yayılıyor.
Örneğin, Ankara’nın Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya yönelik yoğun yardım faaliyetleri açık bir şekilde etkisini gösteriyor. Somali Başkanı Hasan Şeyh Mahmud, 2013 senesinde Quartz’a yaptığı açıklamada Türkiye’nin yeniden inşa faaliyetlerine işaret ederek: “Mogadişu’nun çehresini değiştiriyorlar” diyor.
Ankara ve Riyad arasında yakın zamanda bir uzlaşmanın-örneğin Suriyeli muhaliflere destek konusunda- işaretleri görülse de iki ülke arasında Müslümanların zihin ve kalplerine girme noktasında yaşanan çatışma kamuoyunda nadiren görülüyor. Erdoğan, Şubat ayında Başkan Raul Castro ile buluşmak üzere Küba’ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında, 19.yy Ortaköy Camisi’ne bakılarak modellendirilen bir caminin Havana’da Diyanet tarafından inşasına yönelik planları sonuçlandırmayı ümit ediyordu. Ama Suudi Arabistan’ın kendinden daha önce davrandığını öğrendi.
Erdoğan mevkidaşına şöyle dedi: “Eğer Havana’da yapılacak cami için başkalarına söz verdiyseniz Ortaköy Camisini başka bir Küba şehrinde inşa edebiliriz.”
Diyanet İşleri başkanı Mehmet Görmez ise Mekke’ye gerçekleştirmiş olduğu ziyaret sırasında, İstanbul’da kurulacak bir İslam üniversitesini duyururken, Kahire’deki el-Ezher ve Suudi Arabistan’daki Medine İslam Üniversitesi gibi son derece saygın enstitülerin, İslam dünyasını üzen çatışma ve şiddet eylemlerini engellemekte başarısız olduğunu savunuyordu. Görmez, bu üniversitelerdeki radikal düşünceleri ima ederek: “Bu üniversitelerden mezun olan âlimler, problemleri çözmek yerine bizzat kendileri sorun haline geliyor” demişti.
Türkçe, Arapça ve İngilizce eğitim verecek olan yeni üniversitenin önümüzdeki sene açılması bekleniyor. Ankara, bu üniversitenin ülkenin iyi niyetini İslami teoloji bağlamında parlatacağını umuyor.
2013 senesinde Diyanet tarafından yedi ciltten oluşan ve günümüze göre yeniden yorumlanmış hadislerin-Peygamber Muhammed tarafından söylenmiş binlerce sözden oluşan bir koleksiyon, İslam’da ikinci derece kutsal metindir ve geniş ölçüde İslam hukukunu belirlemiştir- yer aldığı bir eser yayınlandı.
Gerçekleşmesi altı yıl alan ve birçok gelenekçinin keyfini kaçıran bu proje, kendisi bir hadis âlimi olan ve geçtiğimiz aylarda oldukça gündemi işgal eden Görmez tarafından yönetilmiştir. Yeni çalışmada hadisler 21.yy Türkiye’si perspektifinden açıklanmış; örneğin kadınların eğitimi savunularak, hırsızların elinin kesilmesi gibi sert cezalar “tarihi” uygulamalar anlamında değerlendirme dışında bırakılmıştır.
İslami ideoloji bağlamında Türkiye, Müslüman azınlıkların yer aldığı liberal toplumlara seslenme açısından diğer Orta Doğulu ülkelere göre daha olumlu olan konumunu muhafaza etmiştir. Teokratik İran devleti tarafından uygulanan hayat tarzına yönelik kısıtlamalar, ancak birkaç Batılı devlet tarafından beğeniyle karşılanmaktadır. Suudi Arabistan’ın selefist İslam’ı ise, ekstrem bir ideolojiye sahip el-Kaide ile ve son zamanlarda IŞİD ile bağlantılıdır.
Uzun bir süren beri AB adayı olan Türkiye, hadis projesinde ortaya koyulduğu gibi, genellikle daha liberal bir İslam uygulamasına sahip olarak görülmüşse de; bazı gözlemciler, AKP’nin Türk toplumunu kademeli olarak İslamizasyona tabi tutmasının bu algıya zarar verdiğini savunmaktadır.
Yakın zamana kadar Diyanet’in genişleyen kapsamı ve hırsı Türkiye içerisinde çok az bir şikâyetle karşılanmıştır, bunun temel sebebi; Türk kanunlarının, bir partinin Diyanet’in varlığını sorgulaması halinde feshedilmesini şart koşmasıdır. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Diyanet İşleri Başkanı olduğu 2013 senesinde Diyanet’in bütçesinin çok yüksek olduğundan şikâyet edenlerin “bizzat kurumun varlığına karşı olduklarını” ifade etmiştir.
Üç yıllık geçmişe sahip olan Halkların Demokratik Partisi (HDP), seküler olduğu varsayılan bir devlette hükümet tarafından muhafazakâr, Sünni bir İslam’ın desteklenmesini, belli ki kendisine yönelik yeterince problemli bir durum olarak görüyor.
Parti, Nisan ayında yayınlanan seçim bildirgesinde, kazanması halinde “Diyanet’in kaldırılacağını, devletin ellerini din ve inanç alanlarından çekeceğini” belirtmiştir. Erdoğan birkaç gün sonra sanayicilere yaptığı konuşmasında bir ikazda bulunarak: “Diyanet’i kaldırma taahhüdünde bulunanlara milletimizin nasıl bir ders vereceği açıktır” demiştir.
AKP’nin politik rakiplerinden ziyade, Avrupa’da yükselmekte olan İslam karşıtı duyarlık, Diyanet’e yönelik doğrudan bir tehdide işaret edebilir. 2014 başından itibaren Almanya, Avusturya ve Hollanda’da bulunan Diyanet’e bağlı düzinelerce camiye kundaklama, havai fişek saldırısı gerçekleştirilmiş, camiler tehdit içeren grafitilerle boyanmıştır.
Mart ayında Avusturya’da kabul edilen bir kanunla İslami organizasyonlara yapılan dış yardımlar yasaklanmış ve imamlara Almanca konuşma zorunluluğu getirilmiştir. Ülkede bulunan 300 imamın yaklaşık 60 tanesi Türk’tür ve maaşları Diyanet tarafından ödenmektedir.
Bakan Sebastian Kurz, Guardian’a verdiği demeçte: “Gelecekte Türk hükümeti tarafından görevlendirilmiş imamların olması mümkün olmayacaktır” diyor. Avrupa, bünyesinde bulunan Müslümanların dış etkilerden mümkün olduğu kadar ayrılmasının yollarını ararken, Almanya’da da benzer bir kanun tasarlanıyor ve Fransa tarafından bir İslam kültür konseyi oluşturuluyor.
Müslüman azınlığa sahip toplumlarla ilişkiler, günümüzde Batı toplumlarının en büyük meselesidir. Geçmişte, Almanya’daki DİTİB örneğinde olduğu gibi, dışarıdan gelen destekler hükümetler tarafından onaylanmış hatta cesaretlendirilmiştir. Bu günlerde bu hükümetlerin birçoğu, yabancı kurumların reddedilmesi ve sorumluluğun bizzat kendi omuzlarınca yüklenilmesi konusunda mutabıklar.
Bu konuda daha önceki politikalar, Müslüman göçmenlerin topluma entegre edilmesinde başarısız olurken daha sonrakiler ise daha maliyetli, potansiyel olarak yabancılaştırma riski taşıyor ve dini kurumların devlet tarafından kontrolü noktasında endişelere sebep oluyor.
Tel Aviv’de yer alan Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nde görevli, Türk Dış ilişkileri uzmanı Gallia Lindenstrauss’a göre; önümüzdeki yıllarda Diyanet ve benzeri kurumlar daha fazla dış gözetimi kabullenerek Batı’daki çalışmalarında daha dikkatli davranacaklar.
Lindenstrauss şöyle diyor: “Zaman zaman çatışmalar yaşanabilir. Fakat şu açıktır ki; cami inşasına yine de ihtiyaç duyulacaktır ve tüm bunların yerli kaynaklarca gerçekleştirilebileceğini zannetmiyorum.”
100 milyon $ değerindeki Türk-Amerikan Kültür ve Uygarlık Merkezi bu yaz Langham, Maryland’de açıldığı zaman, Amerika kıtasındaki İslami bileşenlerin en büyüğü ve Osmanlı tarzı mimarinin parlayan bir örneği olacaktır. Teksas’ta Peygamber Muhammed hakkında düzenlenen bir karikatür yarışmasına terörist bağlantılı silahlı adamlarca yapılan saldırının çok öncesinde, Ankara tarafından Amerika başkentine birkaç mil uzaklıkta, kalem inceliğinde dikilen minareleri İslam karşıtı gruplar not aldı.
Clarion Project’te yayınlanan bir makalede, AKP’nin Hamas ve Müslümanlar Kardeşler ile samimiyetine atıf yapılarak, caminin “Erdoğan’ın Amerika’da İslamcı etkinin yayılmasına yönelik tutkusunda bir sonraki adım” olduğu ifade edildi.
Fakat tam tersi bir etki de olabilir. Bertelsmann Stiftung tarafından Ocak ayında gerçekleştirilen bir çalışmada, Almanya’daki Müslümanların üçte birine ve Diyanet tarafından yönetilen birçok camiye ev sahipliği yapmakta olan Kuzey Ren-Vestfalya’daki nüfusun %46’sının İslam’ı bir tehdit olarak gördüğü ortaya çıkmıştır. Müslüman nüfusun çok az olduğu Saksonya’da ise bu oran %70’tir.
David Lepeska / 17 Mayıs 2015
Tamer Güner, 07.01.2016, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri,
Makalenin Orijinali: