"Türkiye demokrasisi, Suriye'de sıkıştırılmışlığının sancısını yaşıyor."
Güvenlik birimleri halkı koruma adına varedilmiş olan, aslında ise devletin müesses varlığını koruyan birimlerdir. Devlet ise egemen güçlerin yarattığı ve süreç içerisinde ezilen sınıflar özgürleştikçe yok olacak olan bir yapıdır. O nedenle ezilen sınıflardan yana olmak demek devletle mücadeleden yana olmak demek. Bunun en kestirmesi ise ise devleti ayakta tutan müesseseleri düşman bellemek, onlarla her şartta mücadele etmek demek..
Marksizm böylesi feci bir zihinsel macera. O nedenle asker, polis, güvenlikçi ölümleri değersizdir. Bu mantığa göre asıl önemli olan devletle, onun yerleşik kurumlarıyla mücadele edenlerin ölümüdür. O nedenle onlardan polis, asker, güvenlikçi vs. ile onlara destek verenlerin ölümleriyle ilgili değil bir bildiri, bir taziye bile duyamazsınız.
Eğer o akademisyenler bildirilerinde sadece devleti suçlu göstermeyip PKK'ya da bir çift söz etseydi hiçbir değerleri kalmazdı.
Bunları sistem içinde değerli kılan şey, hiçbir kimsenin olamayacağı kadar keskin bir şekilde devlet karşısında olmaktır. Böylece savundukları o ters cephede savaşamamış olmanın ezikliğini bu yolla üzerlerinden attıklarını düşünür, ruhen tatmin olurlar.
Teorik olarak devlet karşıtlığı bir solculuk şartıdır ve bu cephedeki aydın, sorunları ele alıp bir değerlendirmede bulunduğunda öncelikli olarak devletin suçlu olduğuna şartlanmıştır. O nedenle bu yapılanı iktidar karşıtlığının ötesinde, devlet karşıtlığı mantığı içerisinde aramak gerekir.
Bizlerin anladığı manada, yani sorunları çözmede toplumların önünü açan bir öncü kitle değildir bu cins aydınlar. Bunlar, halkın uzağında, halkın el uzatmaktan beri olduğu rijit rafine düşünceler üzerinden varlıklarını belirginleştirirler.
Bunlara gökten zenbille indirilmiş, tüm kurulu otoritenin ötesinde bir aykırı role sahip bir konum biçilmezse varlıklarının bir anlamı kalmaz. Bunları dikkate almayalım diyemeyiz, zira devletin varlığına kasteden bütün güçler bunların ürettikleri düşüncelerden beslenirler.
Bu haliyle dahi devlete karşı en haklı ve masum isteklerin hamisi pozisyonu hep bunların elinde olur. "Aydın, solcu olmak zorundadır" sözü bu genel yaklaşım içerisinde anlam bulur..
Halk, en kötü şartta bile devletsizliğin ne demek olduğunu bildiği için bu kitleden uzak durur, ancak onların devlete karşı konumlanmış olmalarından yarar temin ettikleri için de bu elitist kitlenin kutsiyeti sürer..
Kısaca bu sorun hep devam edecek ve demokrasi geliştikçe bunların kendince menkul değerleri giderek azalacak... Değerleri azaldıkça da tüm çevresel güçlerini bir merkezde toplayarak söylemlerini daha da keskinleştirecekler..
Bu tablo maalesef genelde bir müstemleke ülke tablosudur ve kültür emperyalizmi denilen şey bu kitlelerin toplum üzerindeki etkisi üzerinden ölçülür.
Eğer bir ülke bu çevrelerin söylediklerine dikkat kesilmekten ne kadar uzaklaşırsa, uluslararası etkilerden de o kadar uzaklaşmış olur..
***
Türkiye demokrasisi, Suriye'de sıkıştırılmışlığının sancısını yaşıyor.
Suriye'de Esed'in iş başında kalmayı sürdürmesi halinde Türkiye bölgede cereyan eden hadiselerin tehditi altında içeride gitgide merkeziyetçiliğe yönelen çareler arayacaktır...
Bölgemizde bitmeyen bir savaş hali var ve bu ateş ülkemize de taşınmak isteniyor. Bu endişe büyüdükçe devletin olağan şartlardan uzaklaşması kaçınılmazdır.
Savaş hali dayatmasının karşısında "daha çok demokrasi" diye ortaya çıkmak yerine öncelikli olarak kapımıza dayanan bu belayı uzaklaştırmanın yollarını bulmalı, ortak çareler üretmeliyiz.
Biliyoruz ki; eğer bir yerde savaş varsa ve bütün uluslararası güçler orada toplanıp silahla büyük bir pazarlığı sonuçlandırmaya çalışıyorsa, orada konuşlanmış olan ana aktörlerle anlaşmak veya savaşmanın dışında üçüncü bir yol yoktur...
Öncelikle bu iki duruma karşı yeterince hazırlıklı olmalıyız. Hazırlık denince ilk akla gelecek şey ise ülke bütününde düşünce birliğinin sağlanması olmalı. O nedenle öncelikli olarak çözüm merkezinde bulunan iktidar erkinin öngörüleri üzerinden çeşitlilik üretilmeli.
Savaşmayı veya barışmayı devlet adına iktidarlar kararlaştırdığına göre, kiminle niçin savaşacağımızı, kiminle niçin barışmamız gerektiğini de bizler iktidar algısına yakın noktalardan açıkça tartışmalı, ortak bir akıl üretmeliyiz. Bundan ülke kazanır...
Bu tür tartışmalar iktidarların olağanüstü hallerde bile demokrasiye sahip çıkmasının yolunu açık tutar..
Adnan ONAY, 16.01.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar