17 Ocak 2016 Pazar

SA2355/KY35-YTK52: Kapandıkça Çatışan Coğrafya

"Niye düşünüyorsam… ne gerek varsa."


Kurtuba'daki herhangi bir evde bulunan kitap sayısının Paris'in en büyük kütüphanesinden fazla olduğunu söylemeyi, yazmayı, hatırlamayı severiz. Avrupa başkentlerinin çamur ve hastalıkla dolu sokaklarının aksine Endülüs pırıl pırıl, ışıklı, temiz ve sağlıklıdır. İleride Papa olacak biri bile buralara kadar gelir eğitim almaya ta İngiltere'den.

Katolikler nihayet bütün Endülüs'ü tarihten silip attığında geride kalan basit havuzları, su depolarını bile bilgileri yetmediği için çalıştıramadıklarını kendileri de itiraf ederler.

Etrafı tamamen İslamlaşmış, ama kendi Hıristiyan bir adacık gibi direnen Bizans nihayet 1453'te düşerken karşılığı İber yarımadasında tam tersi durumdaki Granada'nın 1492'de düşmesi olacaktır.
İslam'ın en parlak medeniyetlerinden biri yok olurken yerine yükselen yıldızı İstanbul başkentli Osmanlı'dır artık.

Endülüs'ün de Osmanlı'nın da ayırıcı niteliği ne diye sorsak herhalde ortak cevapların birincisi farklı olana “öteki” muamelesi yapmamak diye çıkar.

İkisi de farklı olmanın mesele olmadığını, vatandaşın yurttaşın tebaanın ne ürettiğini, ne katkıda bulunduğunu; bulunmuyorsa da devlet olarak ona sahip çıkmak zorunda olduğu bilinciyle davrandı, yaşadı ve nihayet öldü.

Devletler doğar, büyür ve ölürdü; bunu da Endülüs'ü iyi bilen, orada da yaşamış çalışmış İbn Haldun'dan beri bilmiyor muyduk zaten?

Moğol işgali altındaki toprakların mütefekkiri Nasreddin Hoca bu işgale karşı çıkanlardan biri olarak sadece fırka anlatmıyordu “Doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne neden inanmıyorsun?” derken.

Sonra modern hatta modern sonrası zamanlarda yaşamak düştü payımıza; Charlie Hebdo baskını sonrası sanki sorumlusu benmişim gibi şimdi selamı sabahı kesen İspanyol edebiyatı uzmanı arkadaşımın bir zamanlarki şaşkınlığı aklıma geliyor; “Aaaa… Averroes İbn Rüşd müymüş?..”

Evet, Averroes İbn Rüşd ya…

Avrupa'nın baş tacı ettiği bir başka Endülüslü, hâlâ kitaplarını okuttuğu kişi.

Onun ve onun gibilerinin yerine hızla başkalarını ikâme etmenin faturasını ödüyoruz şimdi.

Herhangi bir aklî, mantıkî, kıyasa, analize, araştırmaya, bilime, bilmeye dayanması gerekmeyen anlayışların temsilcilerini yücelterek çöktük bir güzel.

Üniversite mevhumunun oluşmasından felsefeye haritacılıktan hemen bütün fen bilimlerine matematiğe kadar insanoğlunun eski birikimini yeniden düzenleyip geliştirip batıya transfer edip bu birikimi terk ettik. Bütün doğu olarak terk ettik. Küçük harfle başlayan doğu ve büyük harfle başlayan Doğu olarak.

Fuat Sezgin'e bir çalışma sırasında “Endülüs daha büyük bir medeniyet değil mi?” dediğimde itiraz etmiş “Osmanlı daha büyük” demişti. Uzman o, itiraz edemem. Büyümesiyle gerileyip yok olması neredeyse aynı hız ve zamana yayılan, altı yüz yıllık bir kaleden bahsediyoruz.

Günümüzde başımızı feci ağrıtan ve daha da ağrıtacak onca sorunu varlığı ve çözümleriyle ya kaldıran ya erteleyen bir kale.

Osmanlıcılık yapmıyorum; tecrübeli ve başarılı gazeteci Sedat Aral'ın reportare.com'daki söyleşisinde dikkat çektiği bir noktayı işaret ediyorum; “Sünni-Şii gerilimi Kasr-ı Şirin'de bitmiştir diye değerlendirilir” diyor. Sonradan icad edilme bir çatışma diyor. “2004'te 9 İngiliz ajanı Sünni kılığında Şii Camii'ne saldırırken yakalanmıştı” diyor.

Ne önemi var ki artık bu bilgilerin.

Biz keyfini sürmeliyiz bu kanlı Sünni-Şii çatışmasının daha uzun yıllar boyunca. Neler vaad ediyor acaba bu neşeli katliamlar?…

İbn Meymun bir Yahudi din aramı olarak kalsın hafızalarımızda.

Museviliğin büyük felsefecilerinden biri deyip geçelim ya da sadece.

Katolikler Endülüs'ten Müslümanlarla beraber onları da kovarken nihayet Ortadoğu'ya geldiğinde aynı zamanda önemli bir hekim ve bilim adamı olduğunu hatırlamayalım.

Haçlılar kendilerine doktor olmasını istediğinde onun reddedip Müslüman olan bir beyin özel hekimi olduğunu hatırlamayalım.

Hatırlarsak bile sebebi hakkında düşünmeyelim.

Endülüs nere, Osmanlı nere, “Kız çocuklarını okutmaya, kadınların çalışmasına şiddetle ve nefretle itiraz edip” üniversiteli çocuklarca alkışlanan “şimdiki zaman mütefekkirleri” nere?

Düşünüyorum, acaba bu ve benzerleri her geçen gün artan konuşmaları dinleyenler, alkışlayanlar arasında genç kızlar da var mı?

Niye düşünüyorsam… ne gerek varsa.


Yaşar Taşkın Koç, 17.01.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Yaşar Taşkın Koç Yazıları








Sonsuz Ark'ın Notu: Yaşar Taşkın Koç Beyefendi'nin yazılarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 16.07.2015


İlk yayınladığı yer: Yeni Şafak

http://www.yenisafak.com/yazarlar/yasartaskinkoc/kapandikca-catisan-cografya-2026156

Seçkin Deniz Twitter Akışı