“Bütün yazılarına sinmiş olan o muhteşem ironi, kat kat, iç içe giydirilmiş birikmişliklere şahit olmanızı sağlıyor yazılarını okuduğunuzda. Ve o derin öfkeyi görüyorsunuz, riyakârlığa, ilkesizliğe yönelen ve yöneldikçe irileşen o derin öfkeyi…”
Cemal Çalık
Tarih
milyarlarca insanın arasından bazılarını seçer, geçmişten geleceğe doğru taşır;
bütün okullarda aynı isimler, öğretileri ya da keşifleri ile birlikte her yeni
nesle anlatılırlar ve bu anlatılardan sorular sorarak bu bitmeyen PR
çalışmasıyla seçilmiş bu isimlerin tarihin derinliklerinde kaybolup gitmesini
engellerler. Misal; Sokrates, İskender, Sezar, tahrif edilmiş İsa ve Musa, Galileo, Newton,
Rousseau, Kant, Marx, Engels, Freud, Tolstoy, Dostoyevski, Einstein, Namık Kemal
ve daha niceleri. Ama bazılarını da bizzat unutturmak için olabildiğince
görmezden gelirler. Misal; Allah’ın elçisi Muhammed ve onun inananları
arasından bilim, düşünce adamlarının neredeyse tümü. Tarih böyledir.
Tarih niye
böyledir? Çünkü egemenlerin dilediği neyse o olur. Seçilmiş isimler insanların
zihinlerinde egemenlerin zaferlerine öldükleri yerden hizmet ederler.
Karşılıklı bir çıkar ilişkisi vardır ölüler ile diriler arasında.
Bugün Batı,
Eski ve Yeni Ahit olarak tekleştirilen bir putperest zihinsel yapıya sahip ve
hiç kuşkusuz bu yapının sürmesi onlar için önemli. O yüzden şu anda dünyada
artık insanlar tek tip zevklere, giyimlere ve ilişkilere doğru benzeşiyorlar. Yerel
değerler aşağılanıyor ve Evrensel pozda en aşağılık olgular, olaylar öne
çıkarılarak değer diye pazarlanıyor. Bu iyiyle kötünün savaşı; maalesef iyi
zaferden zafere değil sefaletten sefalete, mağlubiyetten mağlubiyete
sürükleniyor yaşadığımız yirmi birinci yüzyılda. Egemenlerin arzuladığı yerde
zavallı insan, aşağılık bir yerde ideal diye tutunduğu çirkefle iç içe yaşıyor.
Tarih neden
iyileri öne çıkarmaz ya da öne çıkarılanlar iyi değiller mi? Çıkarmaz, çünkü
iyiliği hedefleyen bir egemenler sınıfı yok imparatorluklar hanedanlıklardan
alınıp şirketlere devredildiğinden beri. Hanedan imparatorluklarının haklarına
iyilik borcu vardır uğruna savaşılacak; ama şirket imparatorluklarının böyle
bir derdi yoktur ve öne çıkarılanlar da bu yüzden iyi olamazlar.
Cemal
Çalık iyi bir insan; öne çıkarılmamasının tek sebebi de bu. Ki; birçok kişinin
henüz tanınmadığı zamanlarda “Aşk Üzerine Değildir” adlı bir kitabı yayınlanmış.
“Bir kitabım bile yok” diye ağlaşanların öne çıkarıldığı bu cevval dönemlerin
standardı ya kitap, bu yüzden böyle sıkıştırdım buraya Cemal Ağa’nın
yayınlanmış kitabını.
Elinde
bir nüshasını bile tutmamış kitabının; öylesine vurdumduymaz bir
beklentisizlik, öylesine ‘istediğiniz buysa ben bunu tekmeleyerek
uzaklaştırıyorum kendimden’ deme şekli. Ve aslında Cemal Ağa’nın bu uzun
uğraşların-sorgulamaların eseri olan derin öfkesidir bizi birbirimize dost
kılan.
Sahaflık
yaptığı dönemlerde sattığı kitapların peşinden koşup geri alma isteğinden
bahsetmişti bir zamanlar. Kitapların içine gömülmüş bir hayatın içinden fışkırıp
çıkabilmek ve yaşayabilmek için bir gerekçe bulmaya çalışan bir adam görmüştüm
o zamanlar. Kitapların o özgür dünyalarında yaşamaya alışmış birinin hayatla
ilişkisinin asla sıradan bir denge ile süremeyeceğinin simgesi olarak yaşıyor
Cemal Çalık.
Herkesin
göremediğini görüyor, duyamadığını duyuyor, dokunamadığına dokunuyor,
sorgulamadığını sorguluyor, çünkü herkes başka yere bakarken o kitaplara bakmış,
herkes kitapları hakikatin kaynağı görürken o kitaplardaki yanılgıları ve büyük
kötülükleri görmüş. Bugün aralıksız yazması ondan, büyük bir derdinin olması
ondan. Yazamadığı anda ölecek olan bir adam Cemal Ağa.
Felsefe’den
Edebiyat’a, Psikoloji’den asıl alanı Sosyoloji’ye, Mesnevî’yi orijinalinden
okuyabilmek için Farsça’ya, oradan da emekliliğinin serin günlerinde İngilizce’ye
sürüklenen bir şâir, bir filozof, bir denemeci, bir hikâyeci, bir romancı ve
katışıksız bir tasavvuf deşifrecisi…(Bakınız: Sonsuz Ark)
Kendi hâlindeki
fotoğrafı şu; siyasetle ilişkisini proaktif bir tutarlılıkla zirveye çıkaran ve
aynı hız ve iradeyle sıfıra indiren bir doğruluk arayıcısı, gurbete gönderdiği
kızına yazdığı inanılmaz duygusal mektuplarında gördüğümüz ince ruh ve
aşçılığının onu getirip bıraktığı derin tiryakilik. Kendi hâlinde sürüklenen
mırıldanışlarına sığmış ve Facebook’ta usul usul akan bir eski zaman bilgesi…
Ve kendisinden beklenebilecek tek şeyi yapıyor; dalga geçiyor.
Bütün
yazılarına sinmiş olan o muhteşem ironi, kat kat, iç içe giydirilmiş
birikmişliklere şahit olmanızı sağlıyor yazılarını okuduğunuzda. Ve o derin
öfkeyi görüyorsunuz, riyakârlığa, ilkesizliğe yönelen ve yöneldikçe irileşen o
derin öfkeyi…
Bir çay
alıp gelecek ve balkona çıkacak. Balkon, Antalya’nın fırtınalı kış günlerinde
nefes alınamaz olan bir yerdir onun için ve bu yüzden de stres üreten bir
tıkanıklık.
Sonsuz
Ark’ın tek başıma çıktığım yolculuğunda hiç tereddütsüz gelip yanımda duran ve hiç soru sormayan yol
arkadaşlığına müteşekkir olmadığımı çok iyi biliyor Cemal Ağa. Minnetsiziz
kaleme karşı, kalemden gelen çıkara karşı. Zamansız yazıyor, zamansız
düşünüyoruz; bu sebeple ona teşekkür etmemi bekleyeceğini sanmıyorum. Ama
biliyorum ki Cemal Ağa’nın o usta kalemi olmasaydı Sonsuz Ark’ın yolculuğu başlangıçta-
şu anda bizimle birlikte olan dostlar hariç- benle sınırlı kalacak ve üstüme
kocaman bir yük aldığım için ağır aksak ilerleyecektim.
Günleri,
haftaları doldurdu onun yazıları; bazen mırıldandıklarını yazıya dönüştür diye talimat
(!) verdim, hiç tereddütsüz derledi mailime gönderdi. Nesi var nesi yoksa
eskiden kalan, hepsini sırayla, arayla dilediği renkte, dilediği pakette
gönderdi Sonsuz Ark’ın bir türlü doymayan sıcak kucağına. Dünya’ya geldik ve
Sonsuz Ark’ı yaptık-gittik diyebileceğimiz için ona teşekkür edebilirim
sanırım. Koca ihtiyar, herkesin kolayca bulamayacağı bir dost.
Gözleri
olan ve o gözlerle gören, duyan, konuşan ve ağlayan nadir adamlardan biri
olması ona karşı merhametsiz olmamı gerektiriyor aslında. Bu kadar zayıf
olunmaz, bu kadar ‘gel de vur’ diye tahrik edilmez vahşi insan. Gözlerini az
köreltir, sağırlaştırır, susturur ve kurutur hiç değilse.
Sonsuz
Ark adına, Sonsuz Ark okuyucuları ve araştırmacıları adına yazıp buraya
bıraktığım bu yazıyı, ona göndermeden yayınlayacağım. Muhtemelen gençlik
günlerinin o derin yalnızlığına bir şey yapamam -çünkü aynı duyarlı yalnızlığı
ben de yaşamıştım- aramızdaki 10 yıllık zaman uzaklığında, ama ihtiyarlık zamanlarımızda,
bilirim ki hiç karşılıklı oturup bir bardak çay ya da kahve içmesek de on
yıldır birbirini okuyan iki dostuz koca ihtiyar.
İşte sırf
bu yüzden iyilerle işi olmayan tarih Cemal Çalık gibileri öne çıkarmaz; benim
aksi yanım da işin bu kısmından tutarak size göstermeye meraklı. Nankör bir
insanlığın nankörlerden müteşekkil olmadığını en azından göstermek gerek diye
düşündüm. Bilin istedim; aydın bozuntularının ayyuka çıktığı bu demde Cemal
Çalık diye bir entelektüel var.
Sözün
bitmeyen yerinde sözü kesip sonsuza bırakıyorum dostlar. Allah ondan,
ailesinden ve sizlerden merhametini esirgemesin.
Selam ve
Sevgiyle
Seçkin
Deniz, 26.01.2016, Sonsuz Ark, Eleştiri
Takip et: @Seckin_Deniz