Sonsuz Ark'ın Notu:
22 yaşında Azerî kökenli İran vatandaşı bir Üniversite öğrencisi olan Hüsameddin Ferzîzâde Şiâ'ya yönelik sistematik eleştirisi yüzünden İran İslam Cumhuriyeti adı ile anılan Faşist Velayet- Ruhbanlık Sistemi tarafından idama mahkum edilmiştir. Aşağıda bu tertemiz delikanlının aziz hâtırâsına ve eserine dair tercümeyi bulacaksınız. (Güncel Not: Hüsameddin Ferzîzâde kardeşimiz, 14.09.2020 günü yayınladığımız aşağıdaki çalışmasını paylaştığım Twitter hesabıma şu mesajı bırakmıştır: "Selam, Hayatımın zor günlerinde beni desteklediğiniz için teşekkür ederim. Husamuddin farzizade" Çalışmasını yayınladığımız zamandan bu yana 5 yıl geçmiş, bu zaman içinde, 1993 doğumlu olan bu genç kardeşimiz İdam'dan kurtulmuş, ancak üniversiteden atılmış, hayatı cehenneme çevrilmiş bir durumda. Umuyorum dost ellerimiz ona uzanabilir Türkiye olarak. Seçkin Deniz)
Seçkin Deniz, 30.01.2016
Bismillahirrahmanirrahim
Resulullah’ın BeşeriliğiTarihi verilerden de anlaşıldığı üzere Peygamber olmadan önce Hz. Muhammed, Arapların dikkatini çekip onları şaşırtacak hiçbir farklı davranışta bulunmamıştı. Bu yüzden Kur’ânda O, insan olarak nitelenmektedir. Bunun dışında ve ötesinde Hz. Muhammedin hayatına dair olağanüstü ne rivayet ediliyorsa hiçbirisinin tarihi bir dayanağı yoktur. “Meleklerin Muhammed’in kalbini karla yıkadıkları”(50) daha sonra uydurulan bir rivayettir.
Hristiyanlık etkisi
İbn Esir bu rivayetin kaynağını Şeddad ibn Evs olarak gösterir. Güya Muhammed (a) bu sözleri Beni Amir kabilesinin sorusuna cevap olarak söylemiştir! Ancak diğerleri bu rivayetin kaynağını Abdulvahab ibn Ata olarak göstermişlerdir. O da Sevr ibn Yezid’den ve o da Halid ibn Me’dan’dan işitmiştir! Kısa bir inceleme ile bütün bunların yalan ve iftira olduğu rahatlıkla anlaşılabilir.
Veya Hz. Muhammed’in gerçekten de psikolojik anlamda hasta olduğuna inanmamız gerekecek! Günümüzde bu tür rüyalar gören birisini doktora götürseler, doktor onun kesinlikle şizofren olduğu teşhisini koyacaktır. Bu tür rivayetler Müslümanların Hıristiyanlarla ilişkiye girmelerinden sonra Hıristiyanlıktan onlara geçmiştir.
Daha önce Zerdüşti, Hristiyan, Yahudi ve başka dinlere mensup olanlar bu tür efsaneleri Müslüman olunca İslâm’a sokmuşlardır. Oysa bunlar onların İslâm öncesi hayal güçlerinin ürünüydü. İslâm’da böyle bir şey yoktur.
İsa hakkında pek çok mucize rivayet eden Hristiyanlara karşı Müslümanlar da kendi Peygamberlerine fantastik dilek ve hayallerini yüklemişlerdir. Sadece bu konularda değil, namaz, humus, ezan ve zekat gibi pek çok meselede Şiiler İslâm Peygamberinin sünnetine aykırı davranmaktadırlar.
Resul’ün son günleri ve sonrasındaki gelişmeler
Batıni ve sahtekârların dışında tarihçilerin çoğu Resullullah’ın Vedâ Haccı’nda “Görevimi bitirdim. Aranızda onlara sarıldığınızda yoldan çıkmayacağınız iki miras bıraktım: Allahın kitabı ve Sünnetim” (51) dediğini rivayet etmişlerdir.
Yine tarihçilerin çoğunun tesbitine göre Muhammed (a) hastalandıktan sonra bütün eşlerinden izin alarak Hz. Âişe’nin yanında kalmasını istedi. Ne kızı Fâtıma’nın ne de başkasının ona bakmasını onunla ilgilenmesine râzı oldu. Hastalığı boyunca sadece Âişe’nin ona bakmasını istedi. Peygamber’in hastalık durumu ağırlaştıkça Ehl-i Beyt anlayışının ne olduğu da açıkça ortaya çıkmış olmaktadır.
Ehl-i Beyt ifadesi başta Hz. Peygamber’in eşleri olmak üzere, kayınpederlerini, damatlarını, kızlarını ve torunlarını içermektedir. Peygamber’in “Beni yakınlarım defin etsinler” dileği de gerçekleşmiş ve onu Ali, Abbas ve iki oğlu, Usame bin Zeyd ve Ebû Bekir defnetmiştir. İbn Haldun Ebû Bekir’i defin heyeti içerisinde saymasa da Taberi, Ebû Bekir’i de defin heyeti içerisinde saymaktadır.
Bazı tarihi rivayetlere göre Hz. Muhammed son anlarında “Bana kağıt kalem getirin. Yoldan çıkmamanız için size bir şeyler yazacağım, demiş ancak bazı sahabiler Peygamberin hastalığının ağırlığını dikkate alarak onun bu zahmete katlanmasını istememişlerdir. “Konuşmakta bile zorlanıyorken, nasıl yazı yazabilecek” diye düşünmüşlerdir. Diğer bazı kaynaklarda ise; “Kağıt kalem getirilmiş ancak Peygamber “Beni rahat bırakın, böyle rahatım” dediği, aktarılmaktadır.
Üstelik hastalık zamanlarında Hz. Peygamber, “Ebû Bekir’in kapısı dışında mescide açılan bütün kapıları kapatın” demiştir. Ayrıca bütün tarihçilerin ikrarına göre Peygamber (a) “Allah’tan başka dost edinecek olsaydım o muhakkak Ebû Bekir olurdu. Ebû Bekir ile aramda ortak imana ek olarak dostluk ve kardeşlik bağları da vardır. Umarım Allah onunla birlikte beni de kendi yanına alır” demiştir.
Yine tarihçilerin ortak verilerine göre Hz. Muhammed (a) Âişe’nin kucağında vefat etmiştir. Ancak bunu kabullenmekte zorlanan Şia, yüzyıllar sonra “Muhammed, Ali’nin dizleri üstünde can verdi” diye rivayetler uydurdular. Oysa bütün tarihçiler, Hz. Muhammed’in, Hz. Âişenin kucağında vefat etmesiyle ilgili öyle ayrıntılı bilgi verirler ki bunu inkar etmek ve saptırabilmek mümkün değildir.
Peygamberin vefatından sonra yaşanan “Sakife olayını” bir çok tarihçi kaleme almıştır. Ensar “Beni Sakife’de” toplanarak Sa’d ibn Ubade’ye biat etmek istemiştir. Bu sırada muhacirler Peygamber’in defin işleriyle meşguldüler.
Muhacirden bir kaç kişi sakifeye gittiler. Hatta Ebû Bekir’in, Ömer’in ve Ebû Ubeyde’nin Sakife’ye gittiklerini gören Asım ibn Adi ve Evim ibn Saide onlara geri dönmelerini ve Sakife’de önemli bir şey olmadığını söylerler. Lakin bu üç kişi geri dönmeyerek, Sakife’ye giderler. Sakife’de Peygamber’e kimin halef olacağının seçimi söz konusuydu.
Orada toplananların hepsi, Peygamber’in Gadir-i Hum konuşmasına tanıklık etmişlerdi. Buna rağmen bunlardan bir kişi dahi, Gadir-i Hum’da Peygamber, Ali’ye işaret etmiştir diye herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Eğer Peygamber’in Ali’yle ilgili böyle bir ısrarı veya isteği olsaydı zaten Sakife toplantısına dahi gerek kalmazdı. Peygamber’in sözüne hangi müslüman karşı çıkabilirdi ki? Ancak o toplantıda hiçkimse Peygamber Gadir-i Hum’da bu işi Ali’ye bırakmıştır diye bir söz ağzına dahi almamıştır.
Acaba bütün sahabiler bir anda Peygamber’e karşı gelmiş veya üç ay aradan sonra bütün müslüman ve müminler yalancı veya unutkan mı olmuşlardı? En azından bir tek vicdanlı müslüman çıkıp buna işaret etmesi gerekmezmiydi! Ancak Sakife’de adı geçmeyen tek kişi Ali olmuştur.
Tarihçi olan birçok Şii de Sakife meselesini yanlış ve gerçekçi olmayan yöntemlerle tahlil etmişlerdir. Kendisi de bir Şii olan Yakubi şöyle yazmaktadır; Ebû Talib’in kızı Ümmi Hani eşinin iki akrabasına eman vermişti. Ali bu iki kişiyi öldürmek isterken, Peygamber ona şöyle demiştir: Ya Ali, Ümmi Hani’ye sığınan bize de sığınmıştır.(52)
Bu örnek dahi imamların ledünni ilme sahip oldukları iddiasının bir efsaneden ibaret olduğunu açıkça göstermektedir. Sadece imamların değil, Peygamberin de ledünni ilme sahip olmadığı açıktır. Çünkü Kur’ân’ın açık beyan ve ifadesine göre gaybi bilen ancak ve ancak Allah'tır. Allahtan başka hiçkimse gaybi bilemez. Şia’nın 14 masum anlayışı sadece İslâm’a karşı değil, akla da karşıdır. Çünkü eğer Şia’nın dediği gibi imamları masum olarak görürsek, o zaman bunları mahluk değil kadim olarak da görmemiz gerekir. Çünkü mahluk olan her insan hata ile maluldur. Yanlız kadim olan Allah hatadan münezzehtir.
Yani 14 masum anlayışı İslâm’ın Tevhid inanç ve anlayışına aykırıdır. Bunları ayrıntılı bir şekilde açıklayacak olursak, yüzlerce kitap yazmak gerekecektir. Ancak mantıken de mutlak ismet Allah’ın adaletine karşı bir durumdur. Neden insanlık tarihinde bu kadar çok acı çekip öldürülen Peygamber varken sadece 14 kişi masum olmaktadır?
Peygamber ve imamlar hakkına hem Sünni hem de Şiilerin kabul ettikleri ortak bilgiler bulunmaktadır. Yakubi gibi Şiilerin ve Sünnilerin de nakil ettikleri rivayetler bulunmaktadır. Hz. Muhammed (a) Âişe, Hafsa, Zeyneb ve Ümmü Seleme ile evlenir. Zebaği’nin kızı Esma ile de evlenmek için ona elçi gönderir. Ancak onun yaşlı olduğunu gördükten sonra onunla evlenmekten vazgeçer. (53)
Şimdi bu rivayet ne anlama gelmektedir? Doğal olarak bu Peygamber’in konuyla ilgili daha önce bilgisi olmadığı anlamına gelmez mi? Bu açıkça Hz. Muhammed’in ledünni ilmi olmadığını göstermektedir. Buna göre Şia kitaplarında bulunan hadislerin tamamı ile sünni kaynaklarında da bulunan bazı hadisler açıkça Kur’ân’a aykırıdır.
Örneğin Hz. Fatıma’nın bütün dünya kadınlarından üstün olması ve bütün dünya kadınlarının efendisi olması Kur’ân metniyle açıkça çelişmektedir. Çünkü Kur’ân’ın “Âl-i İmran” suresinde övülen üstün kadın, Hz. Fatıma değil, Hz. Meryemdir. Azıcık Arapçası olan herkes bunu kolayca anlayabilir. Tabi Fatıma’yı dünya kadınlarının efendisi olarak gören sahte hadisler sadece Şiilerde değil Sünnilerde ve Haricilerde de vardır.
Bu hadisin uydurulmasının asıl sebebi müslümanların kendilerini Hristiyanlardan üstün görme arzuları olmuştur. Hz. Fatımanın Hz. Ömer tarafından saldırıya uğradığı ve bunun sonucunda karnındaki “Muhsin!” adlı çocuğunu düşürdükten sonra öldüğü de Şianın uydurmalarından başka bir şey değildir.
Çağımız Şialarının inancı Safevilerden sonra şekillenmiştir. Safevî sonrası oluşturulan Şiilik edebiyatının Ehl-i Beyt’in yaşamı ile hiçbir alakası yoktur.
“Zilkurba” kavramı Safevilerden sonra farklı yorum ve açıklamalara tabi tutulmuştur. Kur’ân’da geçen “zilkurba” (Peygambere yakın olan kişiler) kavramının Beni Haşim ve Ali soyuyla hiçbir alakası yoktur. Çünkü eğer böyle olsaydı, Peygamber’in, İran’daki Şah sülaleleri olan Şah Kaçar, Rıza Şah ve özellikle de Şah İsmail gibi lanetli ve zalim kişilerden hiçbir farkı kalmazdı. Çünkü adı geçen bu kişiler kendi zürriyet ve soylarını kutsal sayarak evlatlarını yaratılışta üstün olarak görmüşlerdir! Şiilerin Ali ve soyunu her şeye layık ve haiz görmeleri İslâm inancından değil soy ve asabiye bağına dayanan sultanlık ve şahlık zihniyetinden kaynaklanmaktadır.
Üstelik Şia’nın Peygamber soyunu kutsaması bir Yahudi geleneğidir. Talmud metinleri Yahudileri ilahi soy ve sülale olarak niteler ve diğer halkların onlara hizmet etmek için yaratıldığını savunur. Bu yüzden Şiiler Peygamber’in sireti, sünneti ve Kur’ân’a karşı gelmiş olmaktadırlar.
Örneğin Şiilerin nakil ettiği bazı hadisler, Peygamber’in makamını Rıza Şah’tan veya Feteli Şah’tan dahi daha aşağı makamda görmektedir. Şah evlatlarının farklı muamele gördükleri, çalışmadan halkın emeği üzerinden halkı sömürerek yaşamlarını sürdürdükleri gibi, Şia’nın humus (malvarlığının beşte birisinin Peygamber soyuna verilmesi) yorumu da Peygamberi sultan veya şahlardan birisine, soyunu da sömürgeci sultan ve şah soyuna benzetmektedir.
Şia’nın açıklamasına göre seyyidler (Peygamber soyundan olanlar!) başkalarından farklı görünmek için başlarına siyah sarık sarmalıdırlar! Bu siyah sarık hadisini de Ebû Cafer’den nakletmektedirler. Şia’nın İran’da yaygınlaşıp iktidarı ele geçirmesinden bugüne bu hadis ve Şia’nın humus yorumu her türlü ahlaksızlık ve zulmün kaynağı olmuştur. Humus halkı açıkça sömürme ideolojisi ve bunu uygulama yöntemine dönüşmüştür.
Feteli Şah’ın oğlu Abbas Mirza da yazdığı vasiyetnamesinde bu hadisten hareketle Peygamberi babası Şah’a benzeterek oğlu için de aynı hak ve ayrıcalıkları talep etmiştir.
Şia’nın hadisleri ve fıkıh kaynakları Ehl-i Beyt’ten değil, Araplardan nefret eden ve İslâm’ın büyük fatihi Hz. Ömer’i sevmeyen Fars-Sasani kültüründen alınmıştır.
İslâm’dan nefret eden Yahudiler de Şia inanç ve kültürünün şekillenmesinde etkili olmuşlardır. Halkı sömürme ideolojisini geliştirerek, hiçbir çaba harcamadan oturdukları yerde gelir kaynağı peşinde olan Beni Haşim soyunun maddi ülkü ve heveslerine Fars-Sasani ve Yahudi planları yaramıştır. Lakin bu süreçte İslâm da çok zarar görmüştür. Kur’ân’ın adalet söylemi unutularak bir sömürü dini haline getirilmiştir. Şia’nın açıklamalarına bakılırsa Kur’ân, seyyidler soyunun nefsi ve maddi arzularını her yönlü gidermek için indirilmiştir sanki!
İslâmi fetihlerle sadece Sasani imparatorluğu yıkılmadı. Aynı zamanda Farsların kavmi ve ulusal gururları da yerle yeksan oldu. Bu yüzden Hz. Ömer’in Sasanilere saldırısını Cengiz Han’ın saldırısıyla bile mukayese etmezler. Çünkü Cengiz Han teslim olan şehirlere dokunmuyor ve dininden dolayı kimseye saldırmıyordu.
Cengiz Han bütün din ve inançlara karşı saygılıydı. Lakin Müslümanlar İslâm’ı kabul etmeyen Zerdüşti ve Mecusileri katlettiler ve kalanlardan da cizye aldılar. Müslümanların dörtyüz Sasani kadınını cariye olarak aldıkları rivayet edilmektedir. Burada okuyucu Ömer’in bu konuda haksız ve adaletsizce davrandığını düşünebilir. Lakin bütün bu saldırılar Ali’nin teşviki ve planlamasıyla gerçekleşiyordu.
Hatta Sasanilerin fil ordusu saldırıya geçtiğinde Ömer geri çekilmek istemiş, ancak Ali’nin savaşın devam etmesi tavsiyesine uyarak savaşa devam edilmiştir. Ayrıca tarihi kaynaklara göre saldırı sırasında Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin de Ömer’in ordusunda Sasanilere karşı savaşmışlardı.
Daha da önemlisi Ali’nin hilafeti zamanında Sistan ve Ahvaz’da Araplara karşı büyük isyanlar çıkmıştır. Ali bütün bu isyanları kanla bastırarak yok etmiştir. Ali ve Selman’ın yardım ve planları olmasaydı, Ömer bir Sasani şehrini dahi ele geçiremezdi. Bu savaş sırasında Ömer’in komutanlarından birisi Ali’nin oğlu Hasan’dı. Köle olarak alınan kadınların Medine’ye taşınmasından Hasan sorumluydu.
Şiilerin pek çok hadisinde seyyidlerin cehenneme gitmeyecekleri vurgulanmaktadır. Yahudiler de tam olarak bu şekilde inanmaktadır. Yahudi inancına göre hiçbir Yahudi cehennem ateşinde yanmayacaktır! Çünkü hepsi Yakup soyundan gelmektedir!
Bazı Şii hadislerinde Şia fırkası dışında bütün fırkaların cehennemlik olacağı yazmaktadır! Bu rivayetlere göre Ali’nin velayetini kabul etmeyenler doğrudan cehenneme gideceklerdir! Bu da Şiiliğin bir Yahudi üretimi olduğunu göstermektedir.
Yahudiler Yakub’un ve seyyidler de Ali’nin soyundan geldiklerinden ne kadar adaletsiz davranıp zulmetmiş olsalar da cehenneme değil, cennete gideceklermiş! Hatta bazı rivayetlerde Hüseyin için bir damla gözyaşı dökerek ona salavat okuyanların cennetlik olacağı söylenmektedir!
Bu yüzden Şii gruplar dünyadaki en ahlaksız topluluklardan oluşmaktadır. Toplumun en seçkin katmanı olan doktorlardan tutun da tacirlerine kadar bütün Şiilerin ahlakı dejenere olmuştur. Çünkü Şii bir doktor Allah yerine imamlara taparak kendi görevini layıkıyla yapmaz. Aynı şekilde Şia bir tacir de imamlar adına her türlü yalan ve dolan ile halkı aldatmaktadır. Kazancının beşte biri seyyidlere gidecek olan Şia tacirin de etrafında böylece bir masumiyet halesi oluşur. Şia toplumunun bütün önde gelenleri bu şekilde insanları ahlaksızlığa sürüklerler. Çünkü çocukluklarından beri yalancı ve iki yüzlü Şia kültürü içerisinde büyümektedirler.
Seyyidler adına Abbas bayrağına adak adayıp Peygamber soyuna salavat getirmekle cennetlik olacaklarına inandırılmışlardır.
Tahkik ve Notlandıran: Bülent Şahin Erdeğer
Hüsameddin Ferzîzâde, 30.01.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Metin adresi:
Notlar:
50- İbni Esir, el-Kamil, c. 7 ve Vakidi, Tabakat, Farsçaya çeviren: Mahmud Mehdevi Damğani, Ferheng ve Endişe neşriyatı, s 138. (F)
51- İbn Haldun, Mukaddime, c. 1, Haccu’l Vedâ babı, s. 471. (F)
52- Muhammed İbrahim Ayeti, Fethi Mekke, İlmi Ferhengi yayınları, c. 1, s. 419. (F)
53 Yakubi, c. 1, Farsçaya çeviren: Muhammed İbrahim Ayeti, s. 456. (F)