"Darbe", Paralel Yapı (Cemaat)nın devleti dilediği gibi yönetmeyi ve aslında 'söz dinlemeyen' Erdoğan'ı başbakanlıktan indirip tutuklamayı amaçlayan dehşet verici bir gerçeği anlatıyor.
Bu
filmin hemen her gün TRT1’de Prime Time’da gösterilmesi gerek. Çünkü başka
türlü olanı anlatmak -geçen dört yıl ve Erdoğan’ın paralel örgütlerle mücadelesinde
neredeyse yalnız kaldığı dikkate alındığında- mümkün değil. Halkın yeterince bilinçlendiğini
sanmıyorum; hatta zamanın acımasız unutturuculuğunun gittikçe daha etkin bir
şekilde belirgin bir duyarsızlık ürettiğini görebiliyoruz.
Elbette
bu gücün yayıldığı devlet kademeleri, siyasî yapılar, dernekler ve odalarda
kadrolanmış elemanları tasarlanmamış bu duyarsızlığı ‘korku’ pompalayarak
pekiştirmekte. O halde tek yol Darbe ve benzeri filmlerin sayısını arttırmak ve
izlenmesini sağlamak.
Peki bu yapılıyor mu? Maalesef hayır; tam aksine Darbe filmi, bir önceki aynı içerikli Kod Adı: K.O.Z gibi ne eleştiriliyor ne de değerlendiriliyor; tarihin külleri arasına gömülmek isteniyor. K.O.Z başarısız ve amatör bir filmdi, onun başarısızlığı anlaşılan Darbe filmine de bir önyargıyla bakılmasına neden olmuş. Ancak ne olursa olsun Türkiye, Yeşilçam’ın çektiği başarılı-başarısız tüm filmleri eleştiren organizatörlerin varlığına alışkın. Çünkü; amaçları gündemde tutmak. Örneğin sinematografik özellikleri eleştirilecek düzeye asla gelmemiş olan 80’li yılların Kemal Sunal filmleri binlerce kez izlenmekte. Devletin bu türden filmleri izletmek için politika üretmesi gerektiğini söylemek bile sinema ve tv’de yaşadığımız stratejik yetersizliğin açık bir kanıtı.
"Pirinç'teki siyah taştan değil, beyaz taştan kork!"
Darbe, 31 Temmuz 2015
Bir Avni
Özgürel Projesi olan Darbe filmi, sinematografik özellikleri yüksek bir film.
Senaryosu, kurgusu, sekanslar arası geçiş ve bütünlük, oyunculuk, görüntü, ışık
ve kamera seçenekleri açısından kaliteli bir yapım. Bana göre filmin tek sorunu
anlatım zenginliğinin olmaması… İzleyici’nin filmi anlaması için vurgular
hakkında yeterli bilgi sahibi olması gerek -ki filmi ikinci kez izlediğimde
fark ettiğim senaryo detaylarını sıradan bir izleyicinin anlaması çok zor-.
Özellikle kurgunun ustalığı, olaylar örüntüsü kısa ve hızlı geçişlerle
sağlandığı için, ancak ikinci kez izlediğimde fark edebildiğim bir şeydi.
Senaristin
bu gizleri fazla olayla ilgili güçlü bir bilgi altyapısı olduğunu anlıyorsunuz,
ancak bu altyapı filme birebir yansımamış; yani isimler ve ilişkilerin gerçek
hayatla ilgisi ancak temel karakterlerde somutlaştırılmış. Başbakan Erdoğan,
Mit Müsteşarı Hakan Fidan, Emekli Vali sekmesinde belirsizleştirilmiş, ancak profil
olarak benzetilmesine rağmen yurtiçinde meskun olduğu hissi verilen Emekli Vaiz,
İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü, ilgili Savcı ve İstanbul MİT Bölge
başkanı ve eski müsteşar ve müsteşar yardımcıları.
Senaryo’nun
seçtiği kapkaççı kardeşler ve hard disk-fotoğraflar, sıradan devlet memuru
pozisyonunda Cinayet şubesinin bir elemanı, ana hikâyeye eklenen ve fakat emniyet
içindeki paralel yapılanmayı somut olarak anlatabilmeyi mümkün kılan ek hikâye.
Belki de senaristin ve proje sahibinin asıl odaklandığı şey emniyet ve yargı
içindeki yapılanmanın gücünün izleyici tarafından anlaşılmasını sağlamak.
Ana
hikâyenin konumlandığı iskelet açık. PKK terörü ile asker olarak mücadele eden
bir Mit Müsteşarı’nın, akan kardeş kanını durdurmaya hayatını ve siyasi
hayatını da riske ederek yola çıkan kararlı Başbakan Erdoğan’la bulduğu bir
Barış Fırsatı’ının akamete uğratılması için CIA ve işbirlikçisi ülkelerin- İsrail,
Fransa, Rusya, Almanya- devlet içindeki paralel yapılanmayı kullanarak
engelleme girişimi.
Film
eğer 90 dakika olarak kesilmese, 120 dakikaya uzatılabilseydi muhtemelen serimi
yavaşlatılmış olaylar arasındaki ilişki çok daha kolay anlatılabilecekti. Ya da
bir dış ses hızlı geçişlerde devreye girerek izleyiciyi çoğu gizli bilgi
düzeyindeki içeriklerle bilgilendirseydi, muhtemelen anlatım zenginliği
sağlanmış olacak ve Darbe filmi güçlü bir sanat eseri olarak Sinema Tarihi’ne
geçecekti. Yönetmen imgelemeyi tercih ederek seyircinin kapasitesine terk etmiş
filmi ve yazık etmiş.
Helikopter
çekimleri, seçilen mekânlardaki gerçeklik hissi, hareketli kameralar, gece
çekimlerindeki kalite ve bütünlük, oyuncuların, özellikle başrol oyuncusu Cansel
Elçin’in fiziksel benzerliği ve oyunculuğu ile etkin bir performans sergilemesi
dikkat çekici…
Kardeşi terörist Tilki’yi öldüren askerin intihar edeceğini, onun
omuz kenarında oturduğu ve söylediklerini duyduğu halde anlayamayan ve
engelleyemeyen karakol komutanı, gibi kolayca giderilmesi mümkün mantık
hataları da var, yan hikâyedeki katil polisin cezasız kalması da.
2012, 7
Şubat’ta yapılan Darbe’nin başarısız olması CIA senaristlerini pek olumsuz
etkilememiş gibi göründü filmde… Daha derine dalan organizatör 2013 Mayıs
ayında Gezi Terörü ile ortaya çıkacak ve Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde olan Erdoğan’ın
üstüne çılgın kalabalıklar saldıracaktı. Gene Sharp, Outpor ve tabi ki Soros’un
renkli darbeleri.
(Detaylı analizler için bakınız Sonsuz Ark yayınları 2013: 1- Ahmet Haydar, Konsorsiyum Dizgesi: Dan Brown, Dante, Cehennem, İstanbul, Gezi Parkı ve Mısır, 2-Adil Çelik, Taksim/Gezi Parkı Fonetiği: Kavramlar, Postulatlar, Teoriler ve Gerçek 3- Aykut Seçkiner, Gezi Parkı Psiko-Sosyolojisi/ Katatonik Sosyal Şizofreni, 4- Gezi Parkı etiketleri)
(Detaylı analizler için bakınız Sonsuz Ark yayınları 2013: 1- Ahmet Haydar, Konsorsiyum Dizgesi: Dan Brown, Dante, Cehennem, İstanbul, Gezi Parkı ve Mısır, 2-Adil Çelik, Taksim/Gezi Parkı Fonetiği: Kavramlar, Postulatlar, Teoriler ve Gerçek 3- Aykut Seçkiner, Gezi Parkı Psiko-Sosyolojisi/ Katatonik Sosyal Şizofreni, 4- Gezi Parkı etiketleri)
Sonuç
olarak; birinci katmanda CIA ve işbirlikçileri tarafından PKK-asker çatışması ile birbirine düşürülen kardeşler,
bu kez ikinci katmanda Cemaat-Erdoğan çatışması ile birbirine düşürülüyor ve
devlet yeniden ikiye bölünüyor.
Yapımcılığını
TFT Film’in, yönetmenliğini Yasin Uslu’nun üstlendiği, gazeteci, yazar Avni
Özgürel’in ve Deniz K. Yılmaz’ın senaryosunu kaleme aldığı "Darbe", Paralel Yapı (Cemaat)nın devleti dilediği gibi yönetmeyi amaçlayan ve aslında 'söz dinlemeyen' Erdoğan'ı başbakanlıktan indirip tutuklamayı amaçlayan dehşet verici bir gerçeği anlatıyor.
Filmde iki güvenlik
birimini karşı karşıya getiren ve devlet krizi düzeyine tırmanan hesaplaşmanın
öyküsünün anlatılıyor. Cansel Elçin’in bütün olayların ekseninde yer alan
müsteşar Hakan Fidan'ı canlandırdığı filmde, Öykü Çelik ise kardeşiyle kapkaç
yaparak yaşamını sürdürürken asla eline geçmemesi gereken bir çantayı çalan ve
bütün yaşanan olayların merkezinde kalan bir kızı canlandırıyor.
Bir dağ
karakolunun teröristler tarafından basılması ve yaşanan çatışmada karşı karşıya
gelen iki kardeşin hikayesiyle başlayan film, dağ karakolunda görev yapmakta
olan komutanın yaşanan baskın ve kayıplar ile kendini çözüm sürecinin en önemli
noktasında bulmasıyla gelişiyor. Ülke için önemli adımların atıldığı bu dönemde
ülkede yaşanan bölünmeler, entrikalar, kurulan tuzaklar, ortaya atılan belgeler
devlet içinde iki tarafı karşı karşıya getiriyor.
Filmi burada İzleyebilirsiniz.
Ahmet Haydar, Sonsuz Ark,
07.02.2016, Sinema Notları 20
Darbe İzlekleri:
3- http://www.sinemalar.com/film/233394/darbe-2015
4- http://www.beyazperde.com/haberler/filmler/haberler-68458/
4- http://www.beyazperde.com/haberler/filmler/haberler-68458/
6. http://www.ahaber.com.tr/webtv/gundem/paralel-kumpas-7-subat
7- 7 Şubat 2012'de ne oldu?
A HABER - Paralel yapının bugünlerde ortaya çıkan ihanet adımlarının belki de başlangıcıydı 7 Şubat 2012'de yaşanan kriz. Kamuoyunda MİT krizi olarak bilinen olaya giden süreç aslında 7 Şubat'tan çok önce başlamıştı.
30 yıldır süren terörü bitirmek ve akan kanı durdurmak üzere birbiri ardında adımlar atılmış ve MİT aracılığıyla İmralı ile doğrudan görüşmeler başlamıştı. Dönemin başbakanı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görevlendirdiği MİT ekibi görüşmelerde ciddi bir aşamaya gelmiş ve artık kamuoyuna açıklanma vakti yaklaşmıştı.
Tam bu dönemde, yani 2011 yılı sonbaharında dönemin başbakanı Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir dizi konsültasyon yaptırmış ve sır gibi saklanan ameliyat için gün almıştı.. Erdoğan, hastaneye yatarken durumu fırsat bilen 'paralel yapı' harekete geçti. İlk etapta stratejik hedef olarak görülen MİT Müsteşarı Hakan Fidan için hazırlanan plan yürürlüğe kondu.
Erdoğan'ın sağlık durumu üzerinden spekülasyon yaratan çevreler dikkatleri bir başka noktaya çekerken, MİT'ten bir ekip de Ankara'da iki kritik noktada ofis araması yapıyordu. Emniyet birimlerinin "temiz raporu" verdiği dönemin başbakanı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Subayevlerindeki ikametgâhında 28 Aralık, resmi konutta da 30 Aralık 2011'de MİT görevlileri arama yaptı. Prizlere yerleştirilmiş "böcek" diye tabir edilen ve en az 100 metre yakınlardaki bir noktaya sinyal gönderen iki ayrı dinleme cihazı bulundu.
Aynı dönemde polis, 20 Aralık 2011 sabahı KCK Basın Komitesi'ne yönelik operasyon kapsamında bir ajans bürosuna baskın düzenledi. Basılacak yerler listesinde olmayan mekanda gözaltına alınanlardan biri de MİT'in irtibat elemanıydı.
Baskını öğrenen MİT görevlileri, 7 Şubat kriziyle adını duyuracak olan özel yetkili savcı Bilal Bayraktar ve Sadrettin Sarıkaya ile o gün tanıştı. Soruşturma savcılarına, MİT'in özel çalışması anlatıldı. Konunun deşifre olması halinde pek çok MİT elemanının hayatının tehlikeye gireceği ifade edildi. Savcılar "Canınız bize emanet" dedi. Ancak MİT görevlileri gittikten sonraki gün teknik takip kararı aldırıldı. Savcıların özel seçtiği polis ekibi, terör gruplarını takip etmek yerine, bu gruplara sızan MİT mensuplarını izlemeye özel öncelik verdi.
Paralel yapı, gözaltına alınan MİT mensubu M.Ö.'yü konuşturmak için akıl almaz bir yöntem kullandı.
MİT'in, PKK-KCK yapılanması çalışması hakkında detay almaya çalışan polisler, kendi ayarladıkları avukatı MİT'ten gelen avukat gibi tanıtıp M.Ö.'den iki yıl büyük bir emek harcanan KCK yapılanmasına yönelik çalışmayı aldılar. M.Ö. savcılıktan serbest bırakılırken onun çizdiği şema "paralel" ellere de geçti. Böylece, 7 Şubat 2012'nin altyapısı da kuruldu!
7 Şubat 2012'de saat 17'de MİT Müsteşarına İstanbul'dan sürpriz bir telefon geldi. MİT Müsteşarının özel hattını arayan özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya ,"İfade vermek üzere makamıma bekliyorum" dedi.. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a odaklanan operasyon dönemin başbakanı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın müdahalesiyle engellendi..
MİT krizi sonrası paralel yapının faaliyetleri bir bir açığa çıkarılmaya başlandı. Etkin bir mücadele için gerekli adımlar atıldı.
http://www.ahaber.com.tr/gundem/2015/02/07/paralel-kumpas-7-subat-1423302048
8- Savcıdan MİT Başkanı'na: "İfadeye gel!" ALİYE ÇETİNKAYA-Sabah gazetesi
7 Şubat 2012'de saat 17.00'de MİT müşteşarına İstanbul'dan sürpriz bir telefon geldi. Müsteşarın özel hattı, "Hayırdır inşallah" dercesine açıldı. Telefondaki ses, "Ben, Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya. İfade vermek üzere makamıma bekliyorum" diyordu!
7 Şubat 2012. Ankara, Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmemiş bir olayla sarsıldı. SABAH, "MİT Krizi'nin" perdesini aralıyor. Telefondaki ses MİT personeline ne dedi? "Bu işleri sadece CIA yapar zannederdik. Vallaha göğsümüzü kabarttınız" diye övgüde bulunan Özel Yetkili Savcı, daha odasından çıkar çıkmaz MİT görevlilerini nasıl teknik takibe aldırdı? MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın çok gizli uçuş rotasını kim ele geçirdi? Başbakan'ın iki ayrı ofisinde bulunan 'böcekler' nasıl bulundu? Gece yarısı MİT Lojmanları'na giren polis ne yaptı? "İmralı'daki kozmik tutanaklar" soruşturma dosyasına hangi yöntemle girdi? İstanbul'dan Ankara'ya gönderilen "ifade talimatını" kimler jet hızıyla işleme aldı?
Diyarbakır BDP İl Başkanlığı'nda ele geçirildiği iddia edilen ve içinde Oslo görüşmelerinin bulunduğu söylenen hard disk hangi ülkenin istihbarat servisleri tarafından paralel yapının polislerine verildi? Oslo ve Uludere bir senaryo muydu? MİT'in 85. kuruluş yıl dönümünde açıkladığı vizyon kimleri rahatsız etti? Düğmeye basmak için Başbakan'ın ameliyat olmasını bekleyenlerin asıl planı neydi? Başbakan, neden, "Alacaksanız beni alın?" deme gereği duydu? Ve MİT Kanunu değişikliği için zirvede nasıl bir trafik işledi? İki yıl önce yaşanan "devlet krizinin" bilinmeyen yönlerini, "paralel devlet operasyonunun" ayrıntılarını "akıl tutulmasının" sonuçlarını bir solukta okuyacaksınız...
Her şey, sürpriz bir ismin MİT Müsteşarlığı'na atanması ile başladı. Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan'ın, MİT Müsteşarlığı'na önerilmesi, içeride ve dışarıda çok sayıda ezberi bozdu. Geleneksel müttefikleri ile çalışmaya alışmış, istihbarat kurumu üzerinden Türkiye'yi kontrol altında tutmayı başarmış küresel güçler, Fidan ismine hazırlıksız yakalanmış gibiydi. Aslında TİKA'daki çalışmalarından, nükleer silahların yayılmasını önleme ve nükleeri barışçı amaçla kullanma müzakerelerinden biraz tanıyorlardı.
Fidan, Erdoğan'ın özel temsilcisi olarak toplantılarda bulunuyordu. Ama kariyer olarak daha ileriye gidebileceğine pek ihtimal vermemişlerdi. İşte o tarihlerde kesintiye uğrayan Oslo ve Habur süreçlerinden sonra Ankara, 30 yıllık kanlı çatışmayı bitirmek üzere oldukça önemli yeni bir inisiyatif başlatmıştı. Bu kez alınan karar, eskisinden çok ama çok farklı idi. Türkiye, üçüncü ülkeleri doğrudan işin içine katmadan tamamen kendi milli imkanları ile "Çözüm Süreci'nde" karar kılmıştı. İmralı ile sürdürülen görüşmelerde ilerleme sağlanmış, artık kamuoyuna süreçle ilgili bilgi verme zamanı gelmişti. Türkiye'yi prangalarından kurtaracak bu süreç, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın talimatı ile başlamış ve MİT'te kurulan özel bir kadro bu amaçla görevlendirilmişti.
SIR GİBİ SAKLANAN AMELİYAT
2011 yılı sonbaharında Başbakan Erdoğan, bir dizi konsültasyon yaptırmış ve sır gibi saklanan ameliyat için 26 Kasım 2011 gününe tarih alınmıştı. Erdoğan hastaneye yatarken 'Paralel Yapı' ilk ve en stratejik hedef olarak gördüğü MİT Müsteşarı Hakan Fidan için dosya hazırlıklarını son aşamaya getirmekteydi. Başbakan'ın sağlık durumu üzerinden spekülasyon yaratan çevreler dikkatleri bir başka noktaya çekerken MİT'ten bir ekip de Ankara'da iki kritik noktada ofis araması yapıyordu. 28 Aralık 2011'de, Başbakan Erdoğan'ın Subayevleri'ndeki ikametgâhı ile resmi konutundaki çalışma ofislerinde, güvenlik birimleri tarafından istihbarata karşı koyma faaliyeti kapsamında arama gerçekleşti. Emniyet birimleri, oda içleri için "temiz raporu" vermişti. Ancak, Başbakan'ın yakın mesai arkadaşları bazı kuşkular duymaktaydı. Duyumları vardı. "Bir de MİT incelesin" denilerek iki ayrı binada MİT'ten de böcek araması istendi.
28 Aralık'ta Erdoğan'ın Subayevleri'ndeki evinde 30 Aralık'ta da resmi konutundaki aramalarda prizlere yerleştirilmiş "böcek" diye tabir edilen ve en az 100 metre yakınlardaki bir noktaya sinyal gönderen iki ayrı dinleme cihazı bulundu. Bu bilginin dışarıya sızmaması için sıkı tedbir alındı, MİT de araştırmayı derinleştirdi!
http://www.sabah.com.tr/gundem/2014/02/07/savcidan-mit-baskanina-ifadeye-gel
9. Aşağıda anlatılanlara ve içeriğe bakarsanız Cemaat'e göre 7 Şubat'ta aslında ne olduğunu gayet iyi anlarsınız. "Cemaat, bu işlerle neden ilgilenir?" sorusunu, yazıyı okurken sürekli aklınızda tutmanız, aslında aşağıda büyük bir itiraf olduğunu görmenizi sağlar.
Ve Tabi Cemaatin İngilizce yayın yapan Today's Zaman'ın Genel Yayın yönetmeni Bülent Keneş'in 7 Şubat'tan tam bir ay önce yazdığı tweet aşağıdaki içeriği doğrudan çürütüyor
Müsteşar HAkan Fidan sonra da hükumet mercileri enine boyuna sorgulamalı... Amirleri Mit'i sorgulanamaz bir mitolojik omnipotent görmemeli..
— Bulent Kenes (@bkenes) 5 Ocak 2012
Cemaate göre "7 ŞUBAT'TA NE OLDU BİLİYOR MUSUNUZ?" / BÜLENT KORUCU-Zaman gazetesi:
Tartışma programlarında, köşe yazılarında sık sık atıfta bulunulan ‘7 Şubat’ olayı nedir? Savcı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı ifade vermeye çağırdı mı? Olay ‘MİT Müsteşarı ve Başbakan tutuklanacaktı’ya nasıl bağlandı. 7 Şubat'ta aslında ne oldu, nasıl bir kara propaganda malzemesi haline geldi?
Bilindiği gibi 7 Şubat 2012 günü, İstanbul’da özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya’nın, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner, eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT görevlisini ifade vermeye çağırdığı haberi yayıldı. Bir tuhaflık vardı, zira başsavcı ve başsavcı vekili olayı doğrulamadı. Sonradan anlaşıldı ki Savcı Sarıkaya, ilgili kişileri telefonla arayarak KCK soruşturması kapsamında ifadelerini almak istediğini bildirmişti. İki kişinin arasındaki telefon konuşması Hürriyet’in internet sitesine sızdırıldı. Ama nasıl ve kim tarafından, hâlâ bilinmiyor. 11 Şubat’taki yazısında Hürriyet’ten Ahmet Hakan da bunu soruyordu. İfade davetinin sızmasından soruşturmanın ve savcının zarar göreceğini kestirmek için müneccim olmaya gerek yok. Konunun ve muhatapların hassasiyetine uygun bir yol izlediği anlaşılan savcının sızdırması için sebep bulunmuyor. Öyleyse geriye iki alternatif kalıyor. Ya konuşmaları dinleyen üçüncü bir kişi var ya da muhataplar bilgiyi basına servis etti. Yargıya yönelik operasyonun fitilini ateşlediği düşünülürse, 7 Şubat’ın hedefinin MİT değil, bilakis yargının kendisi olduğu bile söylenebilir.
OSLO GÖRÜŞMELERİ Mİ SORUŞTURULUYORDU?
Kesinlikle hayır. Böylesine net konuşuyorum çünkü:
a) Ankara’da zaten Oslo görüşmeleriyle ilgili açılmış bir soruşturma yürüyordu. CHP Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın yaptığı ve basınla paylaştığı şikâyet dilekçesi işlemdeydi. Yine bir müşteki ve 22 ihbarcının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurusu vardı. Hepsi birleştirilerek tek dosya haline getirilmiş ve UYAP sistemine ‘2011/1109’ numarasıyla kaydedilmişti. Aynı konuda ikinci soruşturma açılamaz. MİT Hukuk Müşavirliği de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bunu hatırlatarak dosyanın görevsizlik kararı ile Ankara’ya gönderilmesini talep etmişti. Alınan cevap çok açıktı: Biz Oslo’yu soruşturmuyoruz.
b) Savcı Sarıkaya, Müsteşar Emre Taner ve iki MİT görevlisini daha ifadeye çağırmıştı. Onların Oslo görüşmesine katılmadığı düşünüldüğünde soruşturmanın Oslo ile alakalı olmadığı ortaya çıkıyordu.
c)Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Herhangi bir suçluyla görüşme, kanunlarımızda suç olarak tanımlanmamıştır. Örgüte üye olmak, üye olmadan da örgüt adına faaliyet yapmak, propaganda ve benzeri birçok suç vardır ama ‘görüşme’ yoktur. Bahse konu olan Ankara’daki soruşturma da usulüne uygun biçimde takipsizlikle neticelenmiştir. Bugünkü bazı yayınları anlayabilmek için bir anekdot anlatayım. CHP milletvekili Özcan ve diğer 23 kişinin şikayeti sebebiyle kamuya mal olan, gazetelerde yayımlanan ve MİT’in bile gündeme getirdiği soruşturma da ilerleyen zamanda istismar konusu yapıldı. Operasyonel medya, aylar sonra ‘gizli MİT dosyası’ diye 7 Şubat çağrışımı yapan haberler uydurdu.
ASIL HEDEF BAŞBAKAN ERDOĞAN MIYDI?
O günleri bir daha hatırlayalım. Fidan, bizzat savcı Sarıkaya tarafından telefonla çağrılıyor, gelmeyince Ankara’ya ifade vermesi için talimatla yetiniliyor. Halbuki diğer MİT görevlileri için yakalama kararı çıkarılmıştı. Fidan’ın henüz iki yılını bile tamamlamamış bir müsteşar olduğu düşünüldüğünde ayrıcalıklı uygulamanın haklılığı anlaşılır. Bu zaviyeden bakılınca bırakın Başbakan Erdoğan’ı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın bile birinci hedef olmadığını söylemek mümkün.
Kaldı ki Başbakan, hatta bakanın nasıl yargılanacağı Anayasa ile kayıt altına alınmış. Yasama dokunulmazlığı ile yürütmenin yargılanma prosedürü bilerek karıştırılıyor. Ortaya çıkan bulanık hava komplo teorileri için uygun ortam sunuyor. Kabine üyeleri, Meclis soruşturması sürecinden geçmeden vekillikleri kalktıktan sonra bile yargılanamaz. Meclis soruşturması ise anayasa değişikliği kadar zor bariyerlerle çevrili. Daha önce ‘7 Şubat efsanesi’ başlıklı yazımda şöyle özetlemiştim süreci: “Yasama dokunulmazlığı bir zırhtır ama yürütmeninki neredeyse yargılanamazlıktır. Değil herhangi bir savcının, Yargıtay başsavcısının bile yetkisi yoktur. Yüce Divan yargılamalarında dahi başsavcı, duruşma savcısından öte bir şey değildir. Hazırlık soruşturmasını bizzat Meclis yapar. Parlamento’nun yargısal bir faaliyetidir. İddianameyi soruşturma komisyonu hazırlar, Genel Kurul kabul eder. Komisyonun hangi suç için hangi ceza maddesini talep ettiğini belirtir raporu salt çoğunluk (276) ile kabul edilirse yargılama mümkün hale gelir. Onu da herhangi bir mahkeme değil, Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi yapar. Her aşaması Meclis Genel Kurulu’nun onayına tabidir ve anayasa değişikliği ile aynı kurallar uygulanır. Gizli oy ve grup kararı yasağı vardır. Böylesine açık ve sıkı kurallara rağmen ‘Başbakan tutuklanacaktı’ demek ya art niyet veya cehalet nişanesidir.”
Komplocular, senaryolarına Başbakan Erdoğan’ın sağlığı ile ilgili dramatik soslar eklemeyi de unutmuyor. Erdoğan, ameliyat masasında iken ‘7 Şubat kalkışması’nın yaşandığını ileri sürüyorlar. Başbakan Erdoğan, 26 Kasım 2011’de ameliyat oldu. Yani 7 Şubat’ta (ameliyattan 74 gün sonra) Erdoğan nekahet dönemini çoktan atlatmış ve yurtdışı seyahatler hariç tam mesaiye başlamıştı. 7 Şubat’ta parti grubunda, 8 Şubat’ta ise valiler toplantısında uzun konuşmalar yapmıştı. 11 Şubat’ta ise neredeyse ayakta tedavi denilebilecek tamamlayıcı operasyonu geçirmiş, hastaneden makam arabasıyla ayrılmıştı.
OSLO GÖRÜŞMELERİ HATA MIYDI?
Oslo görüşmeleri ilk sızdığı andan itibaren yoğun bir kamuoyu desteği ile karşılandı. Hatta bugün bir çözüm sürecinden bahsediyorsak o günkü cesaretlendirici tepkinin payını inkâr edemeyiz. Muhalefet liderleri içeriğine dönük eleştirilerde bulunsa da, görüşmeyi kategorik olarak yanlış bulmadı. Zaman Gazetesi de hem Başbakan Tayyip Erdoğan’ın beyanatlarını yan manşet yaparak hem de birçok yazara yazdırdığı makalelerle olumlu kamuoyu algısına katkı sundu.
OSLO NEREDEN SIZDI?
Murat Karayılan başta olmak üzere PKK/KCK sözcüleri her zamanki gibi ‘cemaat’in üstüne yıkmaya çalışsa da deliller başka bir şey söylüyor. Oslo görüşmelerinin ses kayıtları 13 Eylül 2011’de örgütün yayın organlarından DİHA tarafından “Görüşmelerin içyüzü Erdoğan’ı yakacak” başlığıyla yayınlandı. Daha sonra aynı paralelde yayın yapan Fırat Haber Ajansı başta olmak üzere örgüte yakın birçok site tarafından alıntılandı. Örgüt sitelerinde kamuya mal edilen haber üç saat yayında kaldıktan sonra kaldırıldı. DİHA, sitelerine dışarıdan müdahale edildiğini ileri sürerek kendini savundu.
09.37’den 12.38’e kadar süren ve diğer örgüt sitelerinin de iştirak ettiği ‘kolektif’ hataya dair savunma inandırıcı değildi. Sızmanın PKK’dan kaynaklandığı kesinleşti. Başbakan Erdoğan da, 26 Eylül 2012 tarihinde NTV’de katıldığı canlı yayında Oslo sızdırmasına ilişkin sorulara, ‘Bizim yaptığımız araştırmalardan PKK tarafından sızdırıldığı çıkıyor. Ev sahipliğini yapanlar tarafından böyle bir şeyin yapıldığını hissettiğimiz anda oralarda bir daha bu tür toplantıların yapılması mümkün değil.’ açıklamasında bulundu. Benzer bir tartışma İmralı Tutanakları sızdığında da yaşanmıştı. Yine hedef saptırma girişimleri olmuş, sonunda BDP sızmanın kendilerinden gerçekleştiğini kabul ederek iki görevliyi cezalandırmıştı.
CAMİA, ÇÖZÜM SÜRECİNE KARŞI MI?
Bu iddiayı ispat edecek en küçük bir delil kırıntısını kimse gösteremiyor. Ayrıca bölgede yıllardır terör tehdidi altında görev yapan yüzlerce öğretmen ve hizmet gönüllüsü varken, terörün devam etmesini istemek akla ziyan bir durum. Aksini ispatlayan onlarca örnek sıralayabiliriz. Fethullah Gülen’in süreç başlarken söylediği ‘sulh hayırdır, hayır sulhtadır’ sözü hükümetin elini rahatlatan, önünü açan önemli bir çıkıştır. Ulusalcı kesimlerin tepkisini göze alıp riske girerek yapılan açıklama, sürecin toplumsal desteği için önemli bir kazanımdı. Yayın organlarından bir örnek vereyim. Peş peşe yaşanan ve ağır kayıplar, şehitler verilen Silvan ve Çukurca saldırılarından sonra şahinler sesini yükseltirken Aksiyon dergisi ‘söz bitmesin’ kapağı ile çıkmıştı.
KCK TUTUKLAMALARINI KİM YAPTIRDI?
Buna cevabı bizzat Başbakan Erdoğan versin. Operasyonlar son sürat devam ederken Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda (23 Kasım 2011) şöyle konuşuyor Erdoğan: “Devlete paralel yapılanmalara karşı verilen mücadeleyi, teröre karşı verilen mücadeleyi, milletin huzuru, istikrarı, kardeşliği ve dayanışması adına verilen bir mücadeleyi, ‘geriye dönüş’ ya da ‘sivil dikta’ olarak adlandıranlar, nasıl büyük bir yanılgının içinde olduklarını görsünler. KCK operasyonlarını bir Başbakan olarak ben bugüne kadar destekledim ve destekliyorum. Zira milli birliğimiz, beraberliğimiz ve kardeşliğimiz için yapılan bu operasyonda işte birçok şeyler dökülüyor artık meydana. Nelerin nereden nereye nasıl taşındığı ortada. Adam kendisinin yapması gereken bir hukuk mücadelesini yürütmüyor. Bir örgüt elemanı olarak adeta çalışıp, bir örgüt elemanı olarak bu ülkenin birliğini, beraberliğini bozmanın hep gayreti içinde olmuştur. Ve buna, illegal bir yapılanmaya, illegaliteye kalkıp da bir hukuk devletinin müsaade etmesi düşünülebilir mi- Onun için de yargı gereğini yapmaktadır, yürütme de yargının verdiği bu talimatta gereğini yerine getirmektedir.” Başbakan Erdoğan defalarca buna benzer konuşmalar yaptı.
NEDEN GÜNDEMDE TUTULUYOR?
İstihbarat, doğası gereği şeffaflığın en az olduğu kurum. Haliyle manipülasyona çok açık. Son kanun değişikliği ile karanlık iyice yoğunlaştı. Psikolojik Harp (PH) kadrolarının rahat barınacağı bir ortam oluştu. Onun için PH tetikçileri en çok bu puslu alanda at oynatıyor. Hiçbirimiz dosyayı bilmiyor, tahminle konuşuyoruz. Bu da onların işini kolaylaştırıyor. Karanlıkta göz kırpmak yerine dosya açıklansa gerçekten Oslo mu var, başka şeyler mi, bilsek. Soruşturmaların engellenmesi normalde şüphelilerın aklanma hakkının ihlali. O günlerde medyada yer alan ve bazı sansasyonel dramatik ölümlü saldırılarda yakalanan KCK’lıların MİT mensubu olduğu gerekçesiyle yargıdan kaçırıldığı iddiaları hâlâ zihinlerde. Rahmetli Mehmet Ali Birand’ın dehşet içindeki anlatımları kulaklarda. Keşke yargı süreci işlese ve akıllardaki şüphe izale edilseydi. Ya doğruysa sorusu zihinleri kemirmeseydi. PH tetikçilerinin buraya yüklenmelerinin bir sebebi de bizzat Başbakan Erdoğan’ın karakteri. İlişkilerinde birinci hatta tek belirleyici olarak ‘sadakat’i tercih ediyor Başbakan. Çevresindekilerin büyük hata ve günahlarını affediyor ama sadakatsizliği asla. Erdoğan’ı ikna etmenin en kolay yolu ‘ihanet’ senaryosu yazıp inandırmak. PH tetikçilerinin yaptığı da aynen bu.
Bu arada işi ‘cemaat’e yıkmaya çalışanların patinaja düştüğü soruyu tekrarlayalım: “Cemaatin bu işten çıkarı ne? Yedi ay önceki seçimlerde (Haziran 2011) yeni anayasa umuduyla cansiperane çalışırlarken neden bir anda komplocu olsunlar?”
http://www.zaman.com.tr/pazar_7-subatta-ne-oldu-biliyor-musunuz_2192873.html
7- 7 Şubat 2012'de ne oldu?
A HABER - Paralel yapının bugünlerde ortaya çıkan ihanet adımlarının belki de başlangıcıydı 7 Şubat 2012'de yaşanan kriz. Kamuoyunda MİT krizi olarak bilinen olaya giden süreç aslında 7 Şubat'tan çok önce başlamıştı.
30 yıldır süren terörü bitirmek ve akan kanı durdurmak üzere birbiri ardında adımlar atılmış ve MİT aracılığıyla İmralı ile doğrudan görüşmeler başlamıştı. Dönemin başbakanı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görevlendirdiği MİT ekibi görüşmelerde ciddi bir aşamaya gelmiş ve artık kamuoyuna açıklanma vakti yaklaşmıştı.
Tam bu dönemde, yani 2011 yılı sonbaharında dönemin başbakanı Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir dizi konsültasyon yaptırmış ve sır gibi saklanan ameliyat için gün almıştı.. Erdoğan, hastaneye yatarken durumu fırsat bilen 'paralel yapı' harekete geçti. İlk etapta stratejik hedef olarak görülen MİT Müsteşarı Hakan Fidan için hazırlanan plan yürürlüğe kondu.
Erdoğan'ın sağlık durumu üzerinden spekülasyon yaratan çevreler dikkatleri bir başka noktaya çekerken, MİT'ten bir ekip de Ankara'da iki kritik noktada ofis araması yapıyordu. Emniyet birimlerinin "temiz raporu" verdiği dönemin başbakanı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Subayevlerindeki ikametgâhında 28 Aralık, resmi konutta da 30 Aralık 2011'de MİT görevlileri arama yaptı. Prizlere yerleştirilmiş "böcek" diye tabir edilen ve en az 100 metre yakınlardaki bir noktaya sinyal gönderen iki ayrı dinleme cihazı bulundu.
Aynı dönemde polis, 20 Aralık 2011 sabahı KCK Basın Komitesi'ne yönelik operasyon kapsamında bir ajans bürosuna baskın düzenledi. Basılacak yerler listesinde olmayan mekanda gözaltına alınanlardan biri de MİT'in irtibat elemanıydı.
Baskını öğrenen MİT görevlileri, 7 Şubat kriziyle adını duyuracak olan özel yetkili savcı Bilal Bayraktar ve Sadrettin Sarıkaya ile o gün tanıştı. Soruşturma savcılarına, MİT'in özel çalışması anlatıldı. Konunun deşifre olması halinde pek çok MİT elemanının hayatının tehlikeye gireceği ifade edildi. Savcılar "Canınız bize emanet" dedi. Ancak MİT görevlileri gittikten sonraki gün teknik takip kararı aldırıldı. Savcıların özel seçtiği polis ekibi, terör gruplarını takip etmek yerine, bu gruplara sızan MİT mensuplarını izlemeye özel öncelik verdi.
Paralel yapı, gözaltına alınan MİT mensubu M.Ö.'yü konuşturmak için akıl almaz bir yöntem kullandı.
MİT'in, PKK-KCK yapılanması çalışması hakkında detay almaya çalışan polisler, kendi ayarladıkları avukatı MİT'ten gelen avukat gibi tanıtıp M.Ö.'den iki yıl büyük bir emek harcanan KCK yapılanmasına yönelik çalışmayı aldılar. M.Ö. savcılıktan serbest bırakılırken onun çizdiği şema "paralel" ellere de geçti. Böylece, 7 Şubat 2012'nin altyapısı da kuruldu!
7 Şubat 2012'de saat 17'de MİT Müsteşarına İstanbul'dan sürpriz bir telefon geldi. MİT Müsteşarının özel hattını arayan özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya ,"İfade vermek üzere makamıma bekliyorum" dedi.. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a odaklanan operasyon dönemin başbakanı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın müdahalesiyle engellendi..
MİT krizi sonrası paralel yapının faaliyetleri bir bir açığa çıkarılmaya başlandı. Etkin bir mücadele için gerekli adımlar atıldı.
http://www.ahaber.com.tr/gundem/2015/02/07/paralel-kumpas-7-subat-1423302048
8- Savcıdan MİT Başkanı'na: "İfadeye gel!" ALİYE ÇETİNKAYA-Sabah gazetesi
7 Şubat 2012'de saat 17.00'de MİT müşteşarına İstanbul'dan sürpriz bir telefon geldi. Müsteşarın özel hattı, "Hayırdır inşallah" dercesine açıldı. Telefondaki ses, "Ben, Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya. İfade vermek üzere makamıma bekliyorum" diyordu!
7 Şubat 2012. Ankara, Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmemiş bir olayla sarsıldı. SABAH, "MİT Krizi'nin" perdesini aralıyor. Telefondaki ses MİT personeline ne dedi? "Bu işleri sadece CIA yapar zannederdik. Vallaha göğsümüzü kabarttınız" diye övgüde bulunan Özel Yetkili Savcı, daha odasından çıkar çıkmaz MİT görevlilerini nasıl teknik takibe aldırdı? MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın çok gizli uçuş rotasını kim ele geçirdi? Başbakan'ın iki ayrı ofisinde bulunan 'böcekler' nasıl bulundu? Gece yarısı MİT Lojmanları'na giren polis ne yaptı? "İmralı'daki kozmik tutanaklar" soruşturma dosyasına hangi yöntemle girdi? İstanbul'dan Ankara'ya gönderilen "ifade talimatını" kimler jet hızıyla işleme aldı?
Diyarbakır BDP İl Başkanlığı'nda ele geçirildiği iddia edilen ve içinde Oslo görüşmelerinin bulunduğu söylenen hard disk hangi ülkenin istihbarat servisleri tarafından paralel yapının polislerine verildi? Oslo ve Uludere bir senaryo muydu? MİT'in 85. kuruluş yıl dönümünde açıkladığı vizyon kimleri rahatsız etti? Düğmeye basmak için Başbakan'ın ameliyat olmasını bekleyenlerin asıl planı neydi? Başbakan, neden, "Alacaksanız beni alın?" deme gereği duydu? Ve MİT Kanunu değişikliği için zirvede nasıl bir trafik işledi? İki yıl önce yaşanan "devlet krizinin" bilinmeyen yönlerini, "paralel devlet operasyonunun" ayrıntılarını "akıl tutulmasının" sonuçlarını bir solukta okuyacaksınız...
Her şey, sürpriz bir ismin MİT Müsteşarlığı'na atanması ile başladı. Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan'ın, MİT Müsteşarlığı'na önerilmesi, içeride ve dışarıda çok sayıda ezberi bozdu. Geleneksel müttefikleri ile çalışmaya alışmış, istihbarat kurumu üzerinden Türkiye'yi kontrol altında tutmayı başarmış küresel güçler, Fidan ismine hazırlıksız yakalanmış gibiydi. Aslında TİKA'daki çalışmalarından, nükleer silahların yayılmasını önleme ve nükleeri barışçı amaçla kullanma müzakerelerinden biraz tanıyorlardı.
Fidan, Erdoğan'ın özel temsilcisi olarak toplantılarda bulunuyordu. Ama kariyer olarak daha ileriye gidebileceğine pek ihtimal vermemişlerdi. İşte o tarihlerde kesintiye uğrayan Oslo ve Habur süreçlerinden sonra Ankara, 30 yıllık kanlı çatışmayı bitirmek üzere oldukça önemli yeni bir inisiyatif başlatmıştı. Bu kez alınan karar, eskisinden çok ama çok farklı idi. Türkiye, üçüncü ülkeleri doğrudan işin içine katmadan tamamen kendi milli imkanları ile "Çözüm Süreci'nde" karar kılmıştı. İmralı ile sürdürülen görüşmelerde ilerleme sağlanmış, artık kamuoyuna süreçle ilgili bilgi verme zamanı gelmişti. Türkiye'yi prangalarından kurtaracak bu süreç, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın talimatı ile başlamış ve MİT'te kurulan özel bir kadro bu amaçla görevlendirilmişti.
SIR GİBİ SAKLANAN AMELİYAT
2011 yılı sonbaharında Başbakan Erdoğan, bir dizi konsültasyon yaptırmış ve sır gibi saklanan ameliyat için 26 Kasım 2011 gününe tarih alınmıştı. Erdoğan hastaneye yatarken 'Paralel Yapı' ilk ve en stratejik hedef olarak gördüğü MİT Müsteşarı Hakan Fidan için dosya hazırlıklarını son aşamaya getirmekteydi. Başbakan'ın sağlık durumu üzerinden spekülasyon yaratan çevreler dikkatleri bir başka noktaya çekerken MİT'ten bir ekip de Ankara'da iki kritik noktada ofis araması yapıyordu. 28 Aralık 2011'de, Başbakan Erdoğan'ın Subayevleri'ndeki ikametgâhı ile resmi konutundaki çalışma ofislerinde, güvenlik birimleri tarafından istihbarata karşı koyma faaliyeti kapsamında arama gerçekleşti. Emniyet birimleri, oda içleri için "temiz raporu" vermişti. Ancak, Başbakan'ın yakın mesai arkadaşları bazı kuşkular duymaktaydı. Duyumları vardı. "Bir de MİT incelesin" denilerek iki ayrı binada MİT'ten de böcek araması istendi.
28 Aralık'ta Erdoğan'ın Subayevleri'ndeki evinde 30 Aralık'ta da resmi konutundaki aramalarda prizlere yerleştirilmiş "böcek" diye tabir edilen ve en az 100 metre yakınlardaki bir noktaya sinyal gönderen iki ayrı dinleme cihazı bulundu. Bu bilginin dışarıya sızmaması için sıkı tedbir alındı, MİT de araştırmayı derinleştirdi!
http://www.sabah.com.tr/gundem/2014/02/07/savcidan-mit-baskanina-ifadeye-gel
9. Aşağıda anlatılanlara ve içeriğe bakarsanız Cemaat'e göre 7 Şubat'ta aslında ne olduğunu gayet iyi anlarsınız. "Cemaat, bu işlerle neden ilgilenir?" sorusunu, yazıyı okurken sürekli aklınızda tutmanız, aslında aşağıda büyük bir itiraf olduğunu görmenizi sağlar.
Ve Tabi Cemaatin İngilizce yayın yapan Today's Zaman'ın Genel Yayın yönetmeni Bülent Keneş'in 7 Şubat'tan tam bir ay önce yazdığı tweet aşağıdaki içeriği doğrudan çürütüyor
Müsteşar HAkan Fidan sonra da hükumet mercileri enine boyuna sorgulamalı... Amirleri Mit'i sorgulanamaz bir mitolojik omnipotent görmemeli..
— Bulent Kenes (@bkenes) 5 Ocak 2012
Cemaate göre "7 ŞUBAT'TA NE OLDU BİLİYOR MUSUNUZ?" / BÜLENT KORUCU-Zaman gazetesi:
Tartışma programlarında, köşe yazılarında sık sık atıfta bulunulan ‘7 Şubat’ olayı nedir? Savcı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı ifade vermeye çağırdı mı? Olay ‘MİT Müsteşarı ve Başbakan tutuklanacaktı’ya nasıl bağlandı. 7 Şubat'ta aslında ne oldu, nasıl bir kara propaganda malzemesi haline geldi?
Bilindiği gibi 7 Şubat 2012 günü, İstanbul’da özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya’nın, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner, eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT görevlisini ifade vermeye çağırdığı haberi yayıldı. Bir tuhaflık vardı, zira başsavcı ve başsavcı vekili olayı doğrulamadı. Sonradan anlaşıldı ki Savcı Sarıkaya, ilgili kişileri telefonla arayarak KCK soruşturması kapsamında ifadelerini almak istediğini bildirmişti. İki kişinin arasındaki telefon konuşması Hürriyet’in internet sitesine sızdırıldı. Ama nasıl ve kim tarafından, hâlâ bilinmiyor. 11 Şubat’taki yazısında Hürriyet’ten Ahmet Hakan da bunu soruyordu. İfade davetinin sızmasından soruşturmanın ve savcının zarar göreceğini kestirmek için müneccim olmaya gerek yok. Konunun ve muhatapların hassasiyetine uygun bir yol izlediği anlaşılan savcının sızdırması için sebep bulunmuyor. Öyleyse geriye iki alternatif kalıyor. Ya konuşmaları dinleyen üçüncü bir kişi var ya da muhataplar bilgiyi basına servis etti. Yargıya yönelik operasyonun fitilini ateşlediği düşünülürse, 7 Şubat’ın hedefinin MİT değil, bilakis yargının kendisi olduğu bile söylenebilir.
OSLO GÖRÜŞMELERİ Mİ SORUŞTURULUYORDU?
Kesinlikle hayır. Böylesine net konuşuyorum çünkü:
a) Ankara’da zaten Oslo görüşmeleriyle ilgili açılmış bir soruşturma yürüyordu. CHP Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın yaptığı ve basınla paylaştığı şikâyet dilekçesi işlemdeydi. Yine bir müşteki ve 22 ihbarcının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurusu vardı. Hepsi birleştirilerek tek dosya haline getirilmiş ve UYAP sistemine ‘2011/1109’ numarasıyla kaydedilmişti. Aynı konuda ikinci soruşturma açılamaz. MİT Hukuk Müşavirliği de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bunu hatırlatarak dosyanın görevsizlik kararı ile Ankara’ya gönderilmesini talep etmişti. Alınan cevap çok açıktı: Biz Oslo’yu soruşturmuyoruz.
b) Savcı Sarıkaya, Müsteşar Emre Taner ve iki MİT görevlisini daha ifadeye çağırmıştı. Onların Oslo görüşmesine katılmadığı düşünüldüğünde soruşturmanın Oslo ile alakalı olmadığı ortaya çıkıyordu.
c)Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Herhangi bir suçluyla görüşme, kanunlarımızda suç olarak tanımlanmamıştır. Örgüte üye olmak, üye olmadan da örgüt adına faaliyet yapmak, propaganda ve benzeri birçok suç vardır ama ‘görüşme’ yoktur. Bahse konu olan Ankara’daki soruşturma da usulüne uygun biçimde takipsizlikle neticelenmiştir. Bugünkü bazı yayınları anlayabilmek için bir anekdot anlatayım. CHP milletvekili Özcan ve diğer 23 kişinin şikayeti sebebiyle kamuya mal olan, gazetelerde yayımlanan ve MİT’in bile gündeme getirdiği soruşturma da ilerleyen zamanda istismar konusu yapıldı. Operasyonel medya, aylar sonra ‘gizli MİT dosyası’ diye 7 Şubat çağrışımı yapan haberler uydurdu.
ASIL HEDEF BAŞBAKAN ERDOĞAN MIYDI?
O günleri bir daha hatırlayalım. Fidan, bizzat savcı Sarıkaya tarafından telefonla çağrılıyor, gelmeyince Ankara’ya ifade vermesi için talimatla yetiniliyor. Halbuki diğer MİT görevlileri için yakalama kararı çıkarılmıştı. Fidan’ın henüz iki yılını bile tamamlamamış bir müsteşar olduğu düşünüldüğünde ayrıcalıklı uygulamanın haklılığı anlaşılır. Bu zaviyeden bakılınca bırakın Başbakan Erdoğan’ı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın bile birinci hedef olmadığını söylemek mümkün.
Kaldı ki Başbakan, hatta bakanın nasıl yargılanacağı Anayasa ile kayıt altına alınmış. Yasama dokunulmazlığı ile yürütmenin yargılanma prosedürü bilerek karıştırılıyor. Ortaya çıkan bulanık hava komplo teorileri için uygun ortam sunuyor. Kabine üyeleri, Meclis soruşturması sürecinden geçmeden vekillikleri kalktıktan sonra bile yargılanamaz. Meclis soruşturması ise anayasa değişikliği kadar zor bariyerlerle çevrili. Daha önce ‘7 Şubat efsanesi’ başlıklı yazımda şöyle özetlemiştim süreci: “Yasama dokunulmazlığı bir zırhtır ama yürütmeninki neredeyse yargılanamazlıktır. Değil herhangi bir savcının, Yargıtay başsavcısının bile yetkisi yoktur. Yüce Divan yargılamalarında dahi başsavcı, duruşma savcısından öte bir şey değildir. Hazırlık soruşturmasını bizzat Meclis yapar. Parlamento’nun yargısal bir faaliyetidir. İddianameyi soruşturma komisyonu hazırlar, Genel Kurul kabul eder. Komisyonun hangi suç için hangi ceza maddesini talep ettiğini belirtir raporu salt çoğunluk (276) ile kabul edilirse yargılama mümkün hale gelir. Onu da herhangi bir mahkeme değil, Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi yapar. Her aşaması Meclis Genel Kurulu’nun onayına tabidir ve anayasa değişikliği ile aynı kurallar uygulanır. Gizli oy ve grup kararı yasağı vardır. Böylesine açık ve sıkı kurallara rağmen ‘Başbakan tutuklanacaktı’ demek ya art niyet veya cehalet nişanesidir.”
Komplocular, senaryolarına Başbakan Erdoğan’ın sağlığı ile ilgili dramatik soslar eklemeyi de unutmuyor. Erdoğan, ameliyat masasında iken ‘7 Şubat kalkışması’nın yaşandığını ileri sürüyorlar. Başbakan Erdoğan, 26 Kasım 2011’de ameliyat oldu. Yani 7 Şubat’ta (ameliyattan 74 gün sonra) Erdoğan nekahet dönemini çoktan atlatmış ve yurtdışı seyahatler hariç tam mesaiye başlamıştı. 7 Şubat’ta parti grubunda, 8 Şubat’ta ise valiler toplantısında uzun konuşmalar yapmıştı. 11 Şubat’ta ise neredeyse ayakta tedavi denilebilecek tamamlayıcı operasyonu geçirmiş, hastaneden makam arabasıyla ayrılmıştı.
OSLO GÖRÜŞMELERİ HATA MIYDI?
Oslo görüşmeleri ilk sızdığı andan itibaren yoğun bir kamuoyu desteği ile karşılandı. Hatta bugün bir çözüm sürecinden bahsediyorsak o günkü cesaretlendirici tepkinin payını inkâr edemeyiz. Muhalefet liderleri içeriğine dönük eleştirilerde bulunsa da, görüşmeyi kategorik olarak yanlış bulmadı. Zaman Gazetesi de hem Başbakan Tayyip Erdoğan’ın beyanatlarını yan manşet yaparak hem de birçok yazara yazdırdığı makalelerle olumlu kamuoyu algısına katkı sundu.
OSLO NEREDEN SIZDI?
Murat Karayılan başta olmak üzere PKK/KCK sözcüleri her zamanki gibi ‘cemaat’in üstüne yıkmaya çalışsa da deliller başka bir şey söylüyor. Oslo görüşmelerinin ses kayıtları 13 Eylül 2011’de örgütün yayın organlarından DİHA tarafından “Görüşmelerin içyüzü Erdoğan’ı yakacak” başlığıyla yayınlandı. Daha sonra aynı paralelde yayın yapan Fırat Haber Ajansı başta olmak üzere örgüte yakın birçok site tarafından alıntılandı. Örgüt sitelerinde kamuya mal edilen haber üç saat yayında kaldıktan sonra kaldırıldı. DİHA, sitelerine dışarıdan müdahale edildiğini ileri sürerek kendini savundu.
09.37’den 12.38’e kadar süren ve diğer örgüt sitelerinin de iştirak ettiği ‘kolektif’ hataya dair savunma inandırıcı değildi. Sızmanın PKK’dan kaynaklandığı kesinleşti. Başbakan Erdoğan da, 26 Eylül 2012 tarihinde NTV’de katıldığı canlı yayında Oslo sızdırmasına ilişkin sorulara, ‘Bizim yaptığımız araştırmalardan PKK tarafından sızdırıldığı çıkıyor. Ev sahipliğini yapanlar tarafından böyle bir şeyin yapıldığını hissettiğimiz anda oralarda bir daha bu tür toplantıların yapılması mümkün değil.’ açıklamasında bulundu. Benzer bir tartışma İmralı Tutanakları sızdığında da yaşanmıştı. Yine hedef saptırma girişimleri olmuş, sonunda BDP sızmanın kendilerinden gerçekleştiğini kabul ederek iki görevliyi cezalandırmıştı.
CAMİA, ÇÖZÜM SÜRECİNE KARŞI MI?
Bu iddiayı ispat edecek en küçük bir delil kırıntısını kimse gösteremiyor. Ayrıca bölgede yıllardır terör tehdidi altında görev yapan yüzlerce öğretmen ve hizmet gönüllüsü varken, terörün devam etmesini istemek akla ziyan bir durum. Aksini ispatlayan onlarca örnek sıralayabiliriz. Fethullah Gülen’in süreç başlarken söylediği ‘sulh hayırdır, hayır sulhtadır’ sözü hükümetin elini rahatlatan, önünü açan önemli bir çıkıştır. Ulusalcı kesimlerin tepkisini göze alıp riske girerek yapılan açıklama, sürecin toplumsal desteği için önemli bir kazanımdı. Yayın organlarından bir örnek vereyim. Peş peşe yaşanan ve ağır kayıplar, şehitler verilen Silvan ve Çukurca saldırılarından sonra şahinler sesini yükseltirken Aksiyon dergisi ‘söz bitmesin’ kapağı ile çıkmıştı.
KCK TUTUKLAMALARINI KİM YAPTIRDI?
Buna cevabı bizzat Başbakan Erdoğan versin. Operasyonlar son sürat devam ederken Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda (23 Kasım 2011) şöyle konuşuyor Erdoğan: “Devlete paralel yapılanmalara karşı verilen mücadeleyi, teröre karşı verilen mücadeleyi, milletin huzuru, istikrarı, kardeşliği ve dayanışması adına verilen bir mücadeleyi, ‘geriye dönüş’ ya da ‘sivil dikta’ olarak adlandıranlar, nasıl büyük bir yanılgının içinde olduklarını görsünler. KCK operasyonlarını bir Başbakan olarak ben bugüne kadar destekledim ve destekliyorum. Zira milli birliğimiz, beraberliğimiz ve kardeşliğimiz için yapılan bu operasyonda işte birçok şeyler dökülüyor artık meydana. Nelerin nereden nereye nasıl taşındığı ortada. Adam kendisinin yapması gereken bir hukuk mücadelesini yürütmüyor. Bir örgüt elemanı olarak adeta çalışıp, bir örgüt elemanı olarak bu ülkenin birliğini, beraberliğini bozmanın hep gayreti içinde olmuştur. Ve buna, illegal bir yapılanmaya, illegaliteye kalkıp da bir hukuk devletinin müsaade etmesi düşünülebilir mi- Onun için de yargı gereğini yapmaktadır, yürütme de yargının verdiği bu talimatta gereğini yerine getirmektedir.” Başbakan Erdoğan defalarca buna benzer konuşmalar yaptı.
NEDEN GÜNDEMDE TUTULUYOR?
İstihbarat, doğası gereği şeffaflığın en az olduğu kurum. Haliyle manipülasyona çok açık. Son kanun değişikliği ile karanlık iyice yoğunlaştı. Psikolojik Harp (PH) kadrolarının rahat barınacağı bir ortam oluştu. Onun için PH tetikçileri en çok bu puslu alanda at oynatıyor. Hiçbirimiz dosyayı bilmiyor, tahminle konuşuyoruz. Bu da onların işini kolaylaştırıyor. Karanlıkta göz kırpmak yerine dosya açıklansa gerçekten Oslo mu var, başka şeyler mi, bilsek. Soruşturmaların engellenmesi normalde şüphelilerın aklanma hakkının ihlali. O günlerde medyada yer alan ve bazı sansasyonel dramatik ölümlü saldırılarda yakalanan KCK’lıların MİT mensubu olduğu gerekçesiyle yargıdan kaçırıldığı iddiaları hâlâ zihinlerde. Rahmetli Mehmet Ali Birand’ın dehşet içindeki anlatımları kulaklarda. Keşke yargı süreci işlese ve akıllardaki şüphe izale edilseydi. Ya doğruysa sorusu zihinleri kemirmeseydi. PH tetikçilerinin buraya yüklenmelerinin bir sebebi de bizzat Başbakan Erdoğan’ın karakteri. İlişkilerinde birinci hatta tek belirleyici olarak ‘sadakat’i tercih ediyor Başbakan. Çevresindekilerin büyük hata ve günahlarını affediyor ama sadakatsizliği asla. Erdoğan’ı ikna etmenin en kolay yolu ‘ihanet’ senaryosu yazıp inandırmak. PH tetikçilerinin yaptığı da aynen bu.
Bu arada işi ‘cemaat’e yıkmaya çalışanların patinaja düştüğü soruyu tekrarlayalım: “Cemaatin bu işten çıkarı ne? Yedi ay önceki seçimlerde (Haziran 2011) yeni anayasa umuduyla cansiperane çalışırlarken neden bir anda komplocu olsunlar?”
http://www.zaman.com.tr/pazar_7-subatta-ne-oldu-biliyor-musunuz_2192873.html
10. Gelişmeler sürüyor; olay canlı bir olgu. Bu yüzden Sözcü gibi azılı Erdoğan karşıtı bir gazeteden alıntılamak istedim. Sözcü nasıl anlatmış, okuyalım.
Erdoğan’ı cemaatin elinden HAKAN FİDAN KURTARMIŞ
Paralel yapı iddianamesinde yer alan çarpıcı detay
06:40 11 Kasım 2015
Erdoğan 12 Nisan 2012'de “MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a soruşturma izni” tartışmasını değerlendirirken “Fidan benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sır küpü” demişti.
Aytunç ERKİN
Emniyet Genel Müdürlüğü, 9 Mart'ta Fethullah Gülen Cemaati'yle ilgili 53 sayfalık rapor hazırladı. Raporda, Erdoğan'ın başbakan olduğu dönemde bağırsak ameliyatı için önce cemaat hastanesine yattığı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da hastaneye yetişip, ameliyata mani olduğu yazıldı. Bu bilgileri veren şahsın anlattıkları iddianamede açıkça yer aldı…
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kabul ettiği, paralel yapı iddialarına ilişkin eski emniyet müdürleri Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan'ın da aralarında bulunduğu 23'ü tutuklu 143 şüpheli hakkında hazırlanan “Yasadışı Dinleme” iddianamesinde şok bir detay ortaya çıktı.
İddianamede yer alan bilgilere göre, Fethullah Gülen Cemaati'nden olduğu iddia edilen kimliği gizli bir şahıs şöyle konuştu:
“MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın yerine emniyet kökenli R. getirilerek dış güçlerin ve paralel yapının hedefleri doğrultusunda hizmet ettirilmek istenmiştir. Tayyip Erdoğan rahatsızlandığı zaman cemaate ait bir hastaneye yatırıldığını duyan Hakan Fidan, hızlı bir şekilde hastaneye yetişip ameliyata mani olmuş ve paralel yapının yapmak istediği tehlikeli sonuca engel olmuştur. Bu nedenle Paralel yapı ve İsrail'in sevilmeyen adamı Hakan Fidan olmuştur.”
İddianamedeki bu detay akla Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık döneminde yaşananları getirdi. Çünkü, Erdoğan'ın iki ameliyatı, 7 Şubat 2012'de yaşanan MİT krizi ve 2013 yılında AKP ile cemaat arasında başlayan kavga Türkiye'nin gündemini belirlemişti.
İKİ KEZ AMELİYAT MASASINA YATTI
Tayyip Erdoğan, 26 Kasım 2011 tarihinde bağırsak problemi nedeniyle ameliyat edilmiş Başbakanlıktan şu açıklama yapılmıştı:
“Sayın Başbakanımız 26 Kasım 2011 tarihinde laparoskopik yöntemle başarılı bir sindirim sistemi ameliyatı geçirmişlerdir. Sayın Başbakanımızın sağlık durumu yerindedir.”
Bu operasyondan 2.5 ay sonra Başbakan, 12 Şubat 2012'de ikinci kez operasyon geçirdi. (Yukarıdaki Bülent keleş'in yalanını net bir şekilde görebiliyoruz, ikinci operasyonu sakladı. Seçkin Deniz, 09.07.2016)
Başbakanlık, operasyonun Koşuyolu Medipol Hastanesi'nde Prof. Dursun Buğra tarafından gerçekleştirildiğini açıklayarak, “Operasyonunun son aşaması tamamlandı. Başbakan mesaisine başlayacak” denildi.
İPLERİN KOPMAYA BAŞLADIĞI AN: MİT KRİZİ
İşte bu ikinci ameliyat öncesinde AKP ile cemaat arasında iplerin kopmaya başlamasına neden olan gözaltına alma girişiminde 25 Mayıs 2010 tarihinde MİT Müsteşarlığı görevine atanan Hakan Fidan, 7 Şubat 2012 tarihinde Başsavcı Sadrettin Sarıkaya tarafından, KCK operasyonu kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldı. Erdoğan, Fidan'ın ifadeye gitmesini engelledi. Bunun üzerine MİT mensuplarının veya özel bir görevi ifa etmek üzere Başbakan tarafından görevlendirilen kişilerin, görevin niteliğinden doğan ve görevi ifa sırasında işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle haklarında soruşturma yapılması başbakanın iznine bağlandı. Erdoğan 12 Şubat günü 2. ameliyatına girdi.
9 MART'TA HAZIRLANAN EMNİYET RAPORU
Paralel yapıyla ilgili hazırlanan ‘Yasa dışı dinleme' iddianamesinde Fidan'ın hangi ameliyat öncesinde hastane değişikliği yaptırdığı yazmıyor ama mahkemenin kabul ettiği bu ‘kaçırma operasyonunun' Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile ilgili “GİZLİ” ibareli bir raporunda yazıldığı biliniyor.
9 Mart 2015 tarihli rapor, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği talimat üzerine hazırlandı.
53 sayfalık kapsamlı bir rapor hazırlayan Emniyet'in Başsavcılığa gönderdiği Genel Müdür Yardımcısı Zeki Çatalkaya imzalı 543-40025 sayılı dosyada Gülen'in en yakınındaki ismin iddiaları yer aldı:
"Gülen (Necatibey Caddesi'ndeki evde) 5. katta yapılan bir toplantıda bizlere ‘Allah izin verirse bir gün gelecek bu dünyayı fethedeceğiz ama önümüzde Bedirler, Uhudlar var, çetin geçeceğimiz yollar var' diyerek bizleri motive etmiştir. Tayyip Erdoğan rahatsızlandığı zaman cemaate ait bir hastaneye yatırıldığını duyan Hakan Fidan, hızlı bir şekilde hastaneye yetişip ameliyata mani olmuş ve paralel yapının yapmak istediği tehlikeli sonuca engel olmuştur.”
http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/erdogani-cemaatin-elinden-hakan-fidan-kurtarmis-981780/
Erdoğan’ı cemaatin elinden HAKAN FİDAN KURTARMIŞ
Paralel yapı iddianamesinde yer alan çarpıcı detay
06:40 11 Kasım 2015
Erdoğan 12 Nisan 2012'de “MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a soruşturma izni” tartışmasını değerlendirirken “Fidan benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sır küpü” demişti.
Aytunç ERKİN
Emniyet Genel Müdürlüğü, 9 Mart'ta Fethullah Gülen Cemaati'yle ilgili 53 sayfalık rapor hazırladı. Raporda, Erdoğan'ın başbakan olduğu dönemde bağırsak ameliyatı için önce cemaat hastanesine yattığı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da hastaneye yetişip, ameliyata mani olduğu yazıldı. Bu bilgileri veren şahsın anlattıkları iddianamede açıkça yer aldı…
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kabul ettiği, paralel yapı iddialarına ilişkin eski emniyet müdürleri Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan'ın da aralarında bulunduğu 23'ü tutuklu 143 şüpheli hakkında hazırlanan “Yasadışı Dinleme” iddianamesinde şok bir detay ortaya çıktı.
İddianamede yer alan bilgilere göre, Fethullah Gülen Cemaati'nden olduğu iddia edilen kimliği gizli bir şahıs şöyle konuştu:
“MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın yerine emniyet kökenli R. getirilerek dış güçlerin ve paralel yapının hedefleri doğrultusunda hizmet ettirilmek istenmiştir. Tayyip Erdoğan rahatsızlandığı zaman cemaate ait bir hastaneye yatırıldığını duyan Hakan Fidan, hızlı bir şekilde hastaneye yetişip ameliyata mani olmuş ve paralel yapının yapmak istediği tehlikeli sonuca engel olmuştur. Bu nedenle Paralel yapı ve İsrail'in sevilmeyen adamı Hakan Fidan olmuştur.”
İddianamedeki bu detay akla Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık döneminde yaşananları getirdi. Çünkü, Erdoğan'ın iki ameliyatı, 7 Şubat 2012'de yaşanan MİT krizi ve 2013 yılında AKP ile cemaat arasında başlayan kavga Türkiye'nin gündemini belirlemişti.
İKİ KEZ AMELİYAT MASASINA YATTI
Tayyip Erdoğan, 26 Kasım 2011 tarihinde bağırsak problemi nedeniyle ameliyat edilmiş Başbakanlıktan şu açıklama yapılmıştı:
“Sayın Başbakanımız 26 Kasım 2011 tarihinde laparoskopik yöntemle başarılı bir sindirim sistemi ameliyatı geçirmişlerdir. Sayın Başbakanımızın sağlık durumu yerindedir.”
Bu operasyondan 2.5 ay sonra Başbakan, 12 Şubat 2012'de ikinci kez operasyon geçirdi. (Yukarıdaki Bülent keleş'in yalanını net bir şekilde görebiliyoruz, ikinci operasyonu sakladı. Seçkin Deniz, 09.07.2016)
Başbakanlık, operasyonun Koşuyolu Medipol Hastanesi'nde Prof. Dursun Buğra tarafından gerçekleştirildiğini açıklayarak, “Operasyonunun son aşaması tamamlandı. Başbakan mesaisine başlayacak” denildi.
İPLERİN KOPMAYA BAŞLADIĞI AN: MİT KRİZİ
İşte bu ikinci ameliyat öncesinde AKP ile cemaat arasında iplerin kopmaya başlamasına neden olan gözaltına alma girişiminde 25 Mayıs 2010 tarihinde MİT Müsteşarlığı görevine atanan Hakan Fidan, 7 Şubat 2012 tarihinde Başsavcı Sadrettin Sarıkaya tarafından, KCK operasyonu kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldı. Erdoğan, Fidan'ın ifadeye gitmesini engelledi. Bunun üzerine MİT mensuplarının veya özel bir görevi ifa etmek üzere Başbakan tarafından görevlendirilen kişilerin, görevin niteliğinden doğan ve görevi ifa sırasında işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle haklarında soruşturma yapılması başbakanın iznine bağlandı. Erdoğan 12 Şubat günü 2. ameliyatına girdi.
9 MART'TA HAZIRLANAN EMNİYET RAPORU
Paralel yapıyla ilgili hazırlanan ‘Yasa dışı dinleme' iddianamesinde Fidan'ın hangi ameliyat öncesinde hastane değişikliği yaptırdığı yazmıyor ama mahkemenin kabul ettiği bu ‘kaçırma operasyonunun' Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile ilgili “GİZLİ” ibareli bir raporunda yazıldığı biliniyor.
9 Mart 2015 tarihli rapor, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği talimat üzerine hazırlandı.
53 sayfalık kapsamlı bir rapor hazırlayan Emniyet'in Başsavcılığa gönderdiği Genel Müdür Yardımcısı Zeki Çatalkaya imzalı 543-40025 sayılı dosyada Gülen'in en yakınındaki ismin iddiaları yer aldı:
"Gülen (Necatibey Caddesi'ndeki evde) 5. katta yapılan bir toplantıda bizlere ‘Allah izin verirse bir gün gelecek bu dünyayı fethedeceğiz ama önümüzde Bedirler, Uhudlar var, çetin geçeceğimiz yollar var' diyerek bizleri motive etmiştir. Tayyip Erdoğan rahatsızlandığı zaman cemaate ait bir hastaneye yatırıldığını duyan Hakan Fidan, hızlı bir şekilde hastaneye yetişip ameliyata mani olmuş ve paralel yapının yapmak istediği tehlikeli sonuca engel olmuştur.”
http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/erdogani-cemaatin-elinden-hakan-fidan-kurtarmis-981780/