27 Şubat 2016 Cumartesi

SA2544/KY1-CÇ201: Gwendelin'i Gördün mü?

"Anne orta büyüklükte bir tencerede yarım ay şeklinde doğradığı soğanları kavuruyordu."


"Anne Gwendelin’ı gördün mü?", diye yüksek sesle sordu lise son sınıfta okuyan genç kız mutfakta yemek hazırlayan annesine, mutfağın hemen yanındaki odasından.

"Odanın kapısını niye kapatmadın sen bakayım? Bütün yemek kokusu odana sinecek.. niye böyle yapıyorsun sen anlamıyorum ki?" diye karşılık verdi anne öfkeyle.

"Sen hep böyle yapıyorsun anne ya!" diye yanıtladı genç kız. Ve, "Bir soru sordum cevap yerine başka şey.. oysa ne kadar basit söyleyeceğin şey, gördüm ya da görmedim", diye sürdürdü çıkışını.

"Benimle çene yarıştırma!", dedi anne. "Odanın kapısını kapat, ne soracaksan gel buraya sor!" 

"Yattığı yerden emirler verecek haylaz!" diye kendi kendine söyleniyordu annesi. "Hiç tınmaz, hiç duymaz, hiç bakmaz, hiç görmez, hiç kalkmaz, hiçbir işin ucundan tutmaz, hiçbir yaraya merhem olmaz, hiçbir şeyi ciddiye almaz.. ders desen çalışmaz. Varsa yoksa ya telefon ya tablet ya laptop.. kız kısmı azıcık derli toplu olur.. yok.. odasına it bağlasan durmaz. Sonra da her şeyi ayağına bekler."

Annenin kendi kendine söylenişi genç kızın odasının her tarafında çınlıyordu. Genç kız telefonla bir mesaj daha gönderip hışımla uzandığı yataktan kalktı mutfağa geçti. Anne orta büyüklükte bir tencerede yarım ay şeklinde doğradığı soğanları kavuruyordu. Annenin yanında dikiliyordu şimdi genç kız. "Söyler misin anne Gwendelin’ı gördün mü?" diye yineledi sorusunu öfkesini bastırmaya çalışarak.

"O da kim?" dedi, şaşırmıştı. Şaşkınlıktan tencereyle ilgilenmeyi bile unutmuştu bir an. Soğan kokusuyla kendisine geldi ve "Ah senin yüzünden!", diye çıkıştı. "Az kalsın", diye sürdürdü konuşmasını, "Az kalsın soğanları yakacaktım. Hiçbir halta benzemeyecekti."

"Sen", dedi kız annesine, "Sen şimdi gerçekten Gwendelin’ı hatırlamıyor musun? Yapma anne ya! Buse’nin köpeği. Hani geçen hafta gelmişti bizim bahçeye. Buse soruyor, zavallı köpek kaybolmuş sanırım."

"'Gwendelin'dan da köpek ismi mi oluyormuş.. başka isim bulamamışlar mı?" diye yanıtladı anne öfkeyle, soğanları karıştırmayı ihmal etmeden.

"Üff... anne ya bize mi soracaklardı ne isim koyacaklarını. Hadi diyelim sordular ne koyardın adını? Söyle de rahatla!" 

Bu söylenilenlerin altındaki alaycılığı, iğnelemeyi görmezden gelmeyi seçti anne. Genç kız annenin tahta kaşığı bir öyle bir böyle tutuşundan anlamış utanır gibi olmuştu.

"Sahi ne isim verirdin anne?

Bu kez tüm sevimliliğini takınarak sormaya çalışmıştı. Anne yumuşadığını sezdirmemeye gayret ederek, sahte öfkeli bir tonla, "Ne bileyim işte.. gümüş derdim mesela, olmadı yeriş, derdim, o da olmadı fındık.. ne bileyim ben köpeğe ne isim verilir.. sahi palas bile olurdu!" dedi.

"Onlar bilememiş ve köpeklerine Gwendelin ismini vermişler sen gördün mü görmedin mi annecim? Onu söyler misin? Lütfen anne!"

(Genç kızın bütün bu sözleri bütün sevimliliğini takınarak söylediğini belirtmemize gerek yoktur sanırım. Okuyucu burada kendi deneyimlerini göz önünde bulundurarak gözünün önüne getirmeye çalışıp, kendinde betimlemeye kalkışırsa kuşkusuz olgularla ya da buradaki olguyla daha bir örtüşen imgeye ulaşır, diye bir yargıda bulunsak yeridir. Bu yerindeliğin yersizliğini düşünenler çıksa da alışıldık kalıplarda düşünenlerin düşüncelerine yargı ve vargılarına saygı duymamız gerektiği gibi bir düşüncede olmadığımızı belirtelim ve hemen böylesi bir düşüncede, böylesi bir yargıda, böylesi bir vargıda bulunacak okuyucunun öyküyü burada okumayı kesmesini salık veririz. Ki dikkatli bir okuyucunun ne demek istediğimizi anladığının bilincinde olduğumuz anlaşılsın. Bu müdahalenin oldukça yerinde olduğunu dikkatli bir okuyucu anlayacak, belki de bu müdahaleyle ocaktaki soğanların yanma ihtimalini düşünerek kaygılanacaktır. Doğrusunu isterseniz bu kaygı bizde de oluşmadı değil. Ve fakat ya müdahale edip zihinlerde oluşacak imgelemin oluşmasında dikkatli okuyucunun muhayyer olduğu zorunluluğunu dile getirecektik ya da soğanların yanmasını göze almaktan çekinecek ve görmezden gelip umulan görselliğin oluşmasından vazgeçecektik. Bu bizce daha vahim bir sonuç oluşturacaktı. Evet soğanların yanma ihtimali yok değil fakat henüz yandığına dair bir bilgimiz yok. Öyle ki, annenin dikkatini yabana atmadığımızın bir takım geçmişteki olgulardan kaynaklandığını da belirterek hem soğanların yanma ihtimalinin çok uzak bir ihtimal olduğunu hem de umulan görselliğin oluşmasının sağlanmasına yönelik çabanın boşa olmadığını söyleyebiliriz. Yani tam burada oluşmuş ikilimin aslında görünüşte bir ikilem olduğunun kendiliğinden açık olduğunu söyleyerek de rahatlayabiliriz. Kendi adıma ben şuan rahatım. Ve dikkatli bir okuyucu da kendisini yokladığında herhangi bir ikilemin –umulan imgeleme ulaşma yahut ocaktaki soğanların yanma ihtimali- olmadığını görüp rahatlayacaktır.)

"He!", dedi anne, "He sabah akşam bahçeye bakıyorum kimin iti bahçeye geldi, kimin iti sitenin önünde geçti. Havlayan kimin itiydi? Kimin iti kimin kedisinin peşinden koşuyor.. bütün derdim bu kızım.. Odanı topladın mı? Ben senin yaşındayken.."

"Evet anne, hah başladık işte.."  Sevimliliği uçup gitmişti kızın.. burnundan soluyordu ve bunu gizleme gereği de duymuyordu. 

Kartlar açık oynanacaktı şimdiki oyunda. "Evet!", dedi hırçın ve öfkeli bir sesle. "Sen benim yaşımdayken okuldan gelir gelmez cakkılı alır suya giderdin sokağın başındaki çeşmeye. Sahi bizim cakkıl nerede? Bak şimdi.. içecek bir damla suyumuz kalmamış.

Mutfak musluğunu sonuna kadar açmıştı, kalmamış sözcüğünü tam söylerken. Hem bunu “kalmamış!” sözcüğü ile suyun açılışını denk getirmek için hiçbir gayret göstermeden yapmıştı genç kız. Anne görmezden gelmişti. 

Genç kız durmayı içine sindirememişti. 

"Sahi", dedi. "Cakkılı dün 104 numaradakilere almıştı değil mi? Onlarınki kırılmış mı ne? Sen benim yaşımdayken senden küçük üç kardeşinin ihtiyaçlarını giderirdin.. ay benim kardeşlerim nerede? Aaa! Sanırım attaya gitmişler! Sahi gazımız da bitmiştir bir soluk gidip bakkal Gavur Ali’den üç litre gaz yağı alayım! Sahi bakkal Ali’ye niye gavur Ali diyordunuz anne? Bak bunu hiç anlatmamıştın! Gaz ocağının iğnesi de mi kırılmış.. iyi ki gitmeden söyledin sonra bir daha gitmek zorunda kalırdım. Gaz ocağının iğnesini de Gavur Ali’den alıyordum değil mi? Anne sen benim yaşımdayken ne yapıyordun sahi? Hani gaz ocağı nerede? Aa kızmazsan gaz lambasının borusunu temizlerken düşürüp kırdım. Akşama karanlıkta kalırız ben hemen bakkal Gavur Ali’ye koşayım.. Allah verede “kalmadı!” demese.. sahi bahçe de çöplüğe dönmüş sakkavil nerede –sakkavil bir tür çalı süpürgesidir, bilinsin isterim- babam gelmeden süpüreyim, fırça yemeyelim sonra.. sahi benim yaşımdayken ne yapıyordun anne? Mantızı hazırlayayım mı? Epey çamaşır birikmiştir he anne? "

"Allah sana bir çene vermiş.." diyebildi annesi. Genç kız rahatlamıştı. Ve yinelemişti sorusunu:

"Anne Gwendelini gördün mü?"

"Görmedim kızım.. kimsenin iti gelmedi bu sabah bahçeye.. geldiyse de ben görmedim.. "

"Çorba mı yapıyorsun?"

"Evet!" dedi anne, "Soğan çorbası.."

Genç kız yüzünü ekşitti, “Iyy!” dedi iğrendiğini belirtmeye çalışarak. 

Annesi yüzünü astı: 

"Daha sofraya konmadan, bir kaşık almadan hüküm veriyorsun! Bu sabah sitenin sosyal tesisine indim, millet oturmuş lak lak ediyordu. 104 numaradaki de ballandıra ballandıra bu çorbanın tarifini yapıyordu. Basit bir şey.. yalnız mendebur karı bir bardak kırmızı şarap da konulacak dedi onun yerine ben sirke koyarım artık.."

"Sirke mi?" dedi kız yüzünü yine buruşturmuştu.

"Evet!", dedi anne.. "Aynaroz Kadısı'nı duymadın mı sen.. Aynaroz Kadısı bakmış vergiler düşük, zira şaraptan vergi alınmıyor.. millet de şaraba yükleniyor.. tutmuş şaraplara tuz kattırıp sirke diye vergi almış.."

"Yani şaraptan sirke mi yaptırmış zorla.." dedi şaşkınlığını vurgulayarak genç kız.

"Öyle anlatılır", dedi anne. Bir su bardağı üzüm sirkesini tencereye dökerken. 




Cemal Çalık, 27.02.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü




Seçkin Deniz Twitter Akışı