"Evet, hanım gelmişti. Balkon kapısında dikiliyordu. Yaşlı adam kadını görünce elindeki gofreti beceriksizce saklamaya çalıştı. Yaşlı kadın görmüştü."
“Bir gün daha bitti!” dedi kendi kendine göğüs geçirerek yaşlı adam. Yaşlı adam bir başına balkonda oturuyordu. Baharın ilk günleriydi. Hüzünlü bir sevinç dolanıyordu içinde.
(Bu hüzünlü sevincin ihtiyar adamın içinde uğramadığı bir tek yer, bir tek nokta yoktu, desek abartmış olmayız.)
Sağ eli masa üzerinde kendi kendine bir ritm ararken, sol elindeki çikolatalı gofreti ilk kez görüyormuşçasına inceliyordu. Niye almıştı ki? Kendisi için değil. Bir alışkanlık onu buna itmiş olmalıydı. Peki ya şimdi niye elinde tutuyordu? Hadi alışkanlıkla almıştı bakkaldan...
(Bakkal adını market olarak afişe etmiş olsa da küçücük bir dükkândı ve adı market olan mağazalardan içerik ve ürün yelpazesi olarak çok farklıydı, bir kere et ürünleri yoktu –et ürünleri derken işlenmiş, paketlenmiş et ürünlerinden söz etmediğimizi dikkatli okuyucular hemen fark edecektir, et ürünlerinden söz edişimizin nedeni kıyma, kuş başı, bonfile, gerdan, sakatat ve benzeri ürünleri amaçlıyoruz ki, yaşlı adam bu ürünleri kasaplardan satın almadığında, ya da biri –bu biri hiç kuşkusuz aileden biri- tarafından satın alınmadığında bir eksiklik, bir yanlışlık, bir aykırılık, bir isyankârlık olarak görürdü ve yine kuşkusuz yaşlı adam isyan sözcüğünden hiç hazzetmezdi ve hangi ürünün hangi yerlerde satılması gerektiğine dair kendine bir takım ölçütler koymuştu ve buna harfiyen dikkat ederdi, en azından kendisi bir şey almak istediğinde bu ölçütlere uymada gösterdiği titizlik kendi kendisinin tebrik etmesine neden oluyordu ki, bu da itiraf edelim güzel bir şeydi- bu farklılık ihtiyar adamı oraya çekiyordu. Yoksa hemen karşısındaki büyük alış veriş merkezine gitmek yerine onca yolu –yaklaşık iki-üç kilometrelik mesafeyi- ne diye alsındı ki?)
Çikolatalı gofreti niçin aldığını kafasına takmasa olmayacaktı. En azından niçin şuan, hali hazırda, sağ eli masada kendi kendine bir ritm ararken sol elinde çikolata niçin vardı? Bak buna kafa yormasa hiç olmazdı. Alınmasını az çok anlıyordu. Annesi severdi. Evet, annesi geçkin yaşında birden bu çikolatalı gofretlere tutulmuştu. Çocuk gibi sevinir olmuştu.
Yaşlı adam bunu anımsadığı yaşı bulmaya çalıştı. Boşunaydı bu çaba. Daha dünmüş gibiydi. Oysa yaşlı adam annesinin öldüğünü biliyordu. Hem de çok çok yıllar önce ölmüştü. Ama o sanki dün annesine çikolatalı gofret götürmüş gibiydi. Bu çikolatalı gofreti annesinden sonra torunlarına almaya başlamıştı.
Evet bu hiç kuşkusuz bir alışkanlıktı. Ve fakat torunları yıllar var ki çok uzaklardaydı. Adını bile söyleyemediği yurt dışında bir yerlerde. Bu çikolatalı gofretin bu gün, şu an elinde olmasını açıklayacak hiçbir im göremiyor, bulamıyordu. Bu da sinir bozucuydu elbet.
Hanımı alt kattaki komşudaydı. Ve hala gelmemişti. Yani çikolatalı gofret onun için de olamazdı. İçinde bir yaramazlık yapma hevesinin kımıldadığını duydu.
(Dikkatli okuyucu yaramazlık yapma hevesinin henüz ortaya çıkmadığını, kımıldadığını ayrımsamış olmalıdır, dikkatsiz okuyucu için burada bir sorun gözükmüyor. Burada bir sorun varsa eğer –ki biz bir sorun görmediğimizi peşinen belirtelim- o da eksperler için olmalı. Öykünün insicamının bozulduğuna, böylesi açıklamaların yersizliğine, öyküde olmayacak şeyler olduğuna dair kendilerine eleştirmen –bunlar her türlü olandır öykü, şiir, tiyatro, sinema, anlatı, deneme, masal vb.- ben kendilerine reklam metni yazarı diyorum onlara, onlar kendilerine eleştirmen diyor, onlar için burada bir sorun olduğunu kabul ediyorum. –kabul ediyorum, çünkü olsa da olmasa da onlar bir sorun olduğunu belirttikten sonra kim var ya da yok, diyebilir ki? Öyle ise bir sorun varsa da bu eksperler için var olmalı biz experlerin, yani eleştirmenleri ciddi çalışmaları ve isabetli karşı çıkışlarıyla baş başa bırakıp öyküye dönelim- anımsanacağı üzere yaşlı adamın içinde bir yaramazlık hevesi kımıldamıştı. Ve fakat henüz bu yaramazlık kendini dışa vuracak kadar uyanmamıştı. Bu arada sağ elinin hala istediği ritmi bulamadığını da belirtelim.)
Yaramazlık hevesi çikolatalı gofreti aşağı fırlatmak olarak kımıldamıştı. Hava nasılsa kararmıştı –ve eğer gören biri yukardan bir çikolatalı gofretin düştüğünü gören olursa bunun en yukardaki çocukların işi olduğunu düşünürdü- kimse görmezdi. Atması için fazla bir çaba da gösterilmeyecekti.
Sol elini kaldıracak sonra üç adım ileriye doğru fırlatacaktı. Hepsi bu. Kımıldayan bu yaramazlık hevesini çabucak bastırdı ihtiyar adam. Kendi yapacağı bir şeyin bir başkası tarafından yapıldığının düşünülmesi ahlak kurallarına aykırıydı. Niye bir başkası kendi eylemi için suçlansındı ki? Niye buna neden olsundu ki? Bu hiç yakışık olmayan bir şeydi.
Ve “Elimdeki çikolatalı gofret değil de acı bir biber olsaydı sen görürdün yaşlı bunak!” dedi kendi kendine. İç geçirdi.
“Bir gün daha bitti!” dedi hafif bir sesle ve derin bir nefes aldı. İç geçirdi tekrar. İç geçirmeleri sıklaşmıştı yaşlı adamın bunu ucun ucun seziyordu ve bundan hiç mi hiç hoşlanmıyordu. İç geçirmelerin özlemleri, tutkuları işaret ettiğini bilirdi.
Bir gün daha bitmişti. Kedileri kovalayan usta köpekleri, yine kedileri kovalayan acemi köpekleri izleyerek geçirmişti günü yaşlı adam. Kuyruğuyla oynayan kedileri, kuş peşinde koşan acemi ve usta kedileri izlerken geçip gitmişti gün.
Acemi kediler nasıl da belli ediyordu kendilerini. Öyle acemiydiler ki sürünerek avları kabul ettikleri güvercinlere gittiklerini sanıyorlardı. Oysa bu acemileri fark etmek için kuş olmaya bile gerek yoktu. Kuşlar ki ne usta kedileri kolayca atlatıyorlardı. Yine de usta kediler her gün olmasa da arada sırada bir güvercini yakalıyorlardı.
Sevmiyordu kedileri. Kediler aç olmasalar da kuşların peşinde koşup duruyorlardı. Ve köpekler de kedilerin peşine düşüyordu. Ki, köpekler olmasa kuşlar hiç rahat yüzü görmeyeceklerdi.
Yaşlı adam köpekleri sevdiğine karar vermişti, gün batmadan henüz yarım saat önce iri yarı siyah usta bir kedinin tam da bir güvercini yakalamak üzereyken saldırması üzerine. Oysa o olay olmadan önce köpeklerden hazzetmediğine karar vermişti. Durup durup nedensiz havlamalarına canı sıkılıyordu.
Hele sabahları.. hiç sebep yokken. Güvenlikli bir sitede hırsız alarmı vermek köpeklere kalmamıştı ve kendileri – sabahın en erken vaktinde havlayan köpekler- birer bekçi köpeği değildi. Öyle ise ne diye uğursuz bir şey görmüşçesine avaz avaza bağırıyorlardı ki?
En çekilmezi de bu köpeklerden biri havladı mı diğerleri de başlıyordu havlamaya. Kediler köpeklerden daha iyiydi. Zira gürültü etmiyorlardı. Gürültücü köpeklerin yanında elbet kediler daha istenilirdi. Fakat yaşlı adamın güvercinlere olan sevgisi ve kedilerin av merakı kedileri sevmesine engel oluyordu.
Bir gün daha geçip gitmişti. Kuş cıvıltılarıyla, hafif esen rüzgârların hışırdattığı ağaçların melodisiyle, kendi kuyruğuyla oynayan kedilerin şirinlikleriyle, köpeklerin birbirleriyle oynadıkları oyunlarla, henüz filizlenmiş çiçeklere hücum eden arıların vızıltılarıyla, balkonun penceresine vurup vurup duran sineklerin beyhude çırpınışları arasında bir gün daha geçip gitmişti işte.
Yaşlı adam geçip giden bu güne mi, başıboş uçuşan sineklere mi iç geçirdiğine karar verememişti. Belki sağ elinin aradığı ritmi bulamayışı belki içinde kıpırdayan yaramazlık hevesinin elinden kurtardığı çikolatalı gofretin hala elinde oluşunaydı.
Karar veremiyordu. Belki de ay ışığının içine üflediği melankolik duygulardı iç geçirmesine neden olan. Lamba yandı. İrkildi. Hanımı gelmişti kuşkusuz.
Evet, hanım gelmişti. Balkon kapısında dikiliyordu. Yaşlı adam kadını görünce elindeki gofreti beceriksizce saklamaya çalıştı. Yaşlı kadın görmüştü. Sevecen bir sesle, “Ah.. bey.. bey.. yine mi çikolatalı gofret.. mutfak ağzına kadar gofret doldu. Bir daha almayacaktın hani? Hani anlaşmıştık?” diye çıkıştı.
Cemal Çalık, 04.03.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü