12 Mart 2016 Cumartesi

SA2609/KY1-CÇ213: Kurban'a Mektup

"Sizin ruhlarınızı şemsiyeleriniz delik deşik etmiş. Siz ruhları delik deşik birer münkirsiniz."


“Sayın Bayım, sizi öldüreceğim! Böyle ne yapacağımı hemen en başta söyleyerek işin büyüsünü ya da albenisini bozduğum yargısında bulunmayın! Hayır, lütfen böyle bir yargıda, böyle bir vargıda bulunmayın! Lütfen böyle yapmayın gücenirim! Gerçekten gücenirim. Beni gücendirmek ister misiniz? Üstelik sizin celladınız olacağımı belirtmişken! Madem sizin celladınız olacağım öyle ise beni gücendirmek sizin için iyi olmasa gerek. Daha bir itinalı, daha bir düzenli tertipli olmanız gerekir yargılarınızd, vargılarınızda. Yanılıyor muyum? Kesinlikle yanılmıyorum! 

Bu betiği aldıktan yetmiş iki –lanet olasıca bir gramer eksperi düz bir yazıda, edebi bir metinde, örneğin roman veya öykü veya deneme veya şiir ve benzerlerinde- özellikle de betiklerde saatlerin rakamla yazılmasının hoş olmayacağını, hatta hiç mi hiç şık olmayacağını, saatlerin rakamla yazılmasının hoş görülecek tek yer telgraflar olduğunu söyleyerek beni sınırlandırdığı için yetmiş iki saat yazdığımı bilmenizi isterim, yani olur ki rakamlarla aramda bir problem olduğunu düşünürsünüz, hani olur ya belki aklınızdan şöyle bir düşünce geçer,“Adam, rakamları bilmiyor olmalı!” Kesinlikle böyle bir düşünce aklınızdan geçmesin.Hayır. Rakamları elbet biliyorum. Bu arada celladının –yani benim- cinsiyetimi de öğrenmiş oldun, farkındaysan. Hani ola ki dalgınlıkla cinsiyetimi belirttiğimi de aklına getirme, lütfen! Bu betiği olanca dikkatim ve rikkatimle yazıyorum- saat sonra, yani üç gün sonra sizi öldüreceğim. 

Üç gün sonra, siz maktul ben katil diye anılır olacağız yeryüzünde. Üç gün sonra siz bir patoloji laboratuvarında "Ölüm nedeni ne?" sorusunun yanıtı aranan bir nesneye dönüştüğünüzde ben de belki tek kişilik bir hücrede sizin katlinizin zanlısı olarak tutulacağım. 

Bunlar kuşkusuz şimdilik bir öngörü. Hayır, sizin durumunuz bir öngörü değil. Siz kesinlikle laboratuvarda olacaksınız. Ölüm saatiniz, ölüm nedeniniz –şimdilik tabanca ile şakağınızdan vurarak bu işi gerçekleştirmeyi düşünüyorum. Bu nedenle oldukça pahalı bir tabanca bile aldım, fakat gürültüsünden çekiniyorum. Salt tabancaların, ateşli silahların çıkardığı seslerden çekinen, sevmeyen, ürken biri değilim. Yüksek seslere tahammül edemiyorum, bu yüzden bir pişmanlık bile yaşadığımı söyleyebilirim. Hayır, hayır sizi öldürme düşüncesinden değil, tabanca alış eyleminden ötürü pişmanlık yaşar gibiyim. Öyle derin bir pişmanlık da değil hani. Öyle hafif bir pişmanlık! Ödenen paranın şuncacık payı varsa kendisini sezdiren bu pişmanlıkta kahrolayım! Dedikoducu kadınların aklına gelebilecek türden bir kuşku olur bu bayım! Ve söylememe gerek bile yok ki, bunu size yakıştıramadım. Doğrusu yakıştıramam. Kurbanım olarak seçtiğim birinde böyle bir müptezellik olacağını bilsem –ki buna asla ihtimal vermediğim için kararımdan dönmüş değilim- yahut sezsem anından vaz geçerdim. Vazgeçerim. Böylesine ucuz polemiklere girmeyi de hoş bulmadığımı da ayrıca belirteyim- ve daha başka şeyler bedeninizde araştırılacak. 

Belki hiç ummadığınız hiç bilmediğiniz, hiç fark etmediğiniz bir hastalığınızı bile keşfedecekler. Düşünsenize doktorun şöyle dediğini, “Bir aya kalmaz ölürmüş adam, bunu öldüren boşuna kendini yakmış, baksanıza beynindeki sinsi ura!”

Böyle bir şeyin olacağını bilmiyoruz tabi. Tabi bunu da bir öngörü olarak değerlendirmeniz gerekiyor. İşin aslı benim işim çok, çok, çok zor olacak, bunu bütün çıplaklığıyla görüyor ve ürküyorum. 

Her şeyden önce kalabalığı sevmem, kalabalığa katlanamam, kalabalık yerlerde çişimi yapamam, çiş yapmak ne yemek yiyemem, su içemem. Cezaevi koşullarında nasıl soluk alırım, bilmiyorum. Aslında düşünemiyorum bile. Hatta bir ara aklımdan şöyle bir düşünce geçmedi değil: “Bir kurşun kurbana, bir kurşun cellada!” 

Evet, gerçekten böyle düşünmedim de değil. Fakat açık söyleyeyim ki yapamam. Hayır, kesinlikle hayır, yapamayacağımı biliyorum. Yani kendime kurşun sıkamayacağımı, herhangi bir nesneyle canımı acıtamayacağımı biliyorum. 

Kaç kez dişçi koltuğunda bayılmışımdır Tanrı bilir. Tabi kuşkusuz koltuklarında bayıldığım dişçiler de biliyor. Her hangi bir tahlil için kolumdan kan alırlarken bakamadığımı da belirteyim. Okul sıralarında aşı olurken de bayılmıştım. Bak az kalsın bunu unutacaktım. Evet bayılırdım. "Şimdi bir kurşunda kendi şakağıma sıkarım", gibi bir söz, bir tümce dudaklarımdan dökülse de bunun hiçbir zaman olmayacağını, olamayacağını biliyorum. 

Belki başka türlü olabilir. Hani ilaç.. bol miktarda. Fakat ya ben son nefesimi vermeden bulurlar ve hastahaneye yetiştirirlerse o zaman ne yaparım! Tanrım! Midemi yıkarlarken neler yaşayacağımı düşünebiliyor musunuz? Asla olmaz! Olmaz, yapamam böyle bir ihtimal olmasaydı hadi neyse.. ama böyle bir ihtimal de var. Aman, aman ha! Kendimi yüksek bir yerden aşağı bırakayım öyle mi? Sizin büronuzun bulunduğu on beşinci kattan mesela değil mi, sizi vurduktan hemen sonra camı açıp atlayayım öyle mi? Hayır! Hayır, kuzum siz çıldırdınız mı? O nasıl bir düşünce? Siz ne kadar vahşi, ne kadar cani birisiniz öyle? Siz çıldırdınız mı? 

Ah, yağmur başladı. Ah ne tatlı yağıyor bir görseniz. Şuan bu betiği yazmıyor olsam kendimi sokağa atar koşardım. Kendimi yağmurun okşamasına bırakırdım. Nasıl kızıyorum bir bilseniz kendilerini şemsiyeleri altına atanları, saçak altına sığınan o sığıntılardan nasıl tiksiniyorum bilemezsin. Şu betiği yazmıyor olsaydım, tanrım, tanrım ne güzel olurdu. Sen hiç yağmurda uçuşan kelebek gördün mü?

 Hadi canım sen de!” dediğini duyar gibiyim. Oysa siz kendisini şemsiyeleri altına atanlar yağmurda nelerin olduğunu nereden bileceksiniz? Siz bilemezsiniz Bayım. Yağmura şemsiyesiz açık alanda yakalanan birinin bir süre koşup sonra o koşusundan nasıl vazgeçip gerçek bir inanlı gibi tevekkül ederek ağır adımlarla yürümeye başladığına tanıklık edemezsiniz, ben tanığım. 

Ben yağmurda uçan kelebeklerin de tanığıyım. Ama bu size imkânsız gelecektir. Benim tanıklığımın geçersizliğine hükmedeceksiniz o çok bilmişliğinizle. Edin bakalım! Şemsiyelerine sığınmış münkirlerin tanıklığının da benim için bir anlamı yok. Ben ne gördüğünü bilmez, ne gördüğünü duymaz biri değilim, hiçbir zaman da olmadım. Yağmura aşığım ben. Yağmurun aşığıyım. Yağmur da bana aşık. Bunu biliyorum. Bunu seziyorum. Siz bunu bilemez sezemezsiniz. Ruhunuz, gönlünüz kirlenmiş sizin. Sizin ruhlarınızı şemsiyeleriniz delik deşik etmiş. Siz ruhları delik deşik birer münkirsiniz! Bu arada şunu da söylemeden geçmeyeyim birini öldürme düşüncesine yağmurlu bir günde kapıldım. Bir anda böyle bir şey yapmam gerektiğini içimin derinliklerinde bir yerde duyumsadım.

Sevgili kurban, bilmelisiniz ki sizinle hiç tanışmadım. Beni tanımıyorsunuz, ben de sizi tanımıyorum. Hiçbir zaman ve mekânda –kuşkusuz verilen karardan sonra çıkılan kurban seçimi zamanı ve mekânı hariç- sizinle karşılaşmadık. Aramızda en ufacık bir bağlantı, mini minnacık bir rastlaşmışlık –hani olur a bir sinemada, bir konserde, bir futbol maçında, bir avm'de, her hangi bir kuyrukta yan yana düşülür, böyle bir şey olmadı, fotoğrafik bir zeka sahibi olduğum için böyle bir şeyin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliyorum- yaşanmadı aramızda. Rastgele seçildiniz. Buna şans mı denir –benim açımdan ve başka kimileri açısından, olur a bir ihalede birinin önünü kesmişsinizdir, bir işte bir başkasına takoz olmuşsunuzdur ya da ne bileyim evlendiğiniz kadını bir başkası aklından geçirmiştir de o kadın sizinle evlenmiştir ve o aklından geçiren şahıs için de sizin seçilmeniz onun açısından şans olarak değerlendirilebilir- şansızlık mı –kimileri açısından seçilmeniz şanssızlık olarak değerlendirilebilir- bilemeyeceğim. Bildiğim sizin seçildiğiniz, benim de sizi seçtiğim. 

Hani şöyle de bir uslamlama yapabilirsin, “Hem madem tanışıklığımız yok, hem madem ortak bir ilgi alanımız yok, hem madem başkasının yanında soyunmaktan çekindiğin için karşı cinsle bir ilişki yaşamadın ve dolayısıyla karımla evlenmeyi aklından geçirmedin öyle ise bu cinayete niçin kalkışıyorsun?” 

Bu uslamlamadan hemen sonra işin kolay tarafına kaçacağına kalıbımı basarım. İnsan hiç tanımadığı, hiç karşılaşmadığı, aralarında hiçbir olay geçmediği halde birini niçin öldürür? Çünkü sayrıldır. Oh ne güzel bir yargı! Ne güzel bir çıkarsama! Ne güzel bir vargı! Hay sana ve senin gibi uslamlamalar yapanların usuna tüküreyim! Eğer kaba biri olsaydım “tüküreyim” sözcüğü yerine başka bir sözcük kullanacağımı anlamışsınızdır. Ki sizin o kaba sözcüğü söyleyeceğinize bahse girerim. Ya sen? Sen de bahse girer miydin? Hiç sanmam!

Her şeyden önce psikolojik bir sayrılığım olmadığını resmi evraklarla kanıtlayabileceğim gibi, bulunacağım çeşitli uslamlamalarla da kanıtlayabilirim. Elbet burada “Nice psikolojik sayrılıkları olanları biliriz ki değme uslulara taş çıkartır, bu kanıt olmaz!” diyebilirsin. Öyle ise sen benim sayrıl olduğumu kanıtla! Elinde “Nedensiz, tanımadığı birini öldürme”den başka ne gibi kanıtın var? Yok. 

Hangi işgalin uslu bir açıklaması vardır? Hangi savaşın uslu bir açıklaması vardır. Adamlar dünyanın ta bir ucundan kalkıp başkasının toprağını işgal ediyor. Orada hiç tanımadığı, hiç karşılaşmadığı, aralarında hiçbir olayın geçmediği insanlara kurşunlar, bombalar yağdırıyor, bunu kahramanlık diye yazıyor senin tarihin ama bana gelince sayrılık? 

Bir şeyi sayrılıktan çıkaran yahut bir şeyi sayrıl yapan onun sayısı mı, adı mı? İşte böyle şapa oturursun! Toprağını savunanın kurşun yağdırmasını anlarım, hayır onun bir nedeni var tıpkı bireysel öldürmede öldürmeye yeltenenin öldürülmeye yeltenilen tarafından öldürülmesi gibi. Yani nefsi müdafaa. Diyelim ben seni öldürmeye geldiğimde sen beni öldürsen evet.. buna saygı duyarım. Bak bu farklı elbet bunun işgalci tarafın yaptığından farklı olduğunu biliyorum. Fakat şimdi sen söyle işgalciler işgal ettiklerinde, eylemlerini başarıyla gerçekleştirdiklerinde eylemleri nasıl adlandırılıyor? 

Nasıl adlandırıyorsun? Sizin tarih kitaplarınızda ne yazıyor? Bütün kahramanlarınız birer katil! Ama yo.. hayır, destanlar, türküler, şiirler yazıyorsunuz. Allayıp pulluyorsunuz. Tek kişinin tanımadığı aralarında bir husumet olmadığı halde öldürmesine sayrılık diyorsunuz. İkiyüzlü ve hasta olan sizsiniz bayım! Ben değilim. Sizler çok kişilikli, ruhları delik deşik ruhsuz yaratıklarsınız.

Üç gün sonra karşılaşmak ümidiyle sevgilerimi selamlarımı iletirim. Hoşça kalın.”



Cemal Çalık, 12.03.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları



Seçkin Deniz Twitter Akışı