14 Mart 2016 Pazartesi

SA2625/KY1-CÇ216: Valiz

"Belki yaşlı olmasa başına üşüşen kalabalığın ilgisini çekmezdi. Yaşından ötürü olmalıydı bu ilgi. Yoksa her  sendeleyenin başına böyle kalabalık toplanıyor muydu?"


"Sizi ilgilendirecek bir durum yok", dedi adam kendisine yardım teklif edildiğinde.

Kuşkusuz yardım teklif edenler durup dururken böyle bir eyleme kalkışmamışlardı. Yardım teklif edenler olası bütün adab-ı muaşeret kurallarını biliyorlardı. Ve durup dururken birine yardım teklifinde bulunacak kadar densiz değillerdi. Evet böylesi bir şey apaçık bir densizlik olurdu, tıpkı yardım teklifinin yapılmasını gerektirecek koşulla –burada yardım teklif ettikleri adamın durumu gibi- karşılaştıklarında yardım teklifinin yapılmamasının densizlik olması gibi. 

Yardım teklifinde bulunanlar işte bu densizlikten kaçınmak için yardım teklifinde bulunmuşlardı. Yardım teklifini geri çeviren adamın da salt nezaket kurallarına dikkat eden biri olduğunun ön kabulüyle yardım teklifini geri çevirdiğini düşündüklerinden yardım teklifinde ısrarcı olmuşlardı ki, bu gerekliydi. Yani ısrar edilmeliydi. 

Yardım teklifini geri çeviren adam yardım teklifiyle karşılaşır karşılaşmaz öyle hemen, “Aa.. çok naziksiniz, teşekkür ederim.. şunu ucundan biraz tutarsanız!” diyecek kadar nezaket kurallarından habersiz birine benzemiyordu. Ve kuşkusuz yapılan yardım teklifinin yapmacık –böyle bile olsa- olduğunu düşünecek kadar asosyal, onursuz, nobran, görgüsüz birine de benzemiyordu. Tanrı korusun ya böyle bir görgüsüzlükle karşılaşılsa! 

Adam her halinden belliydi ki görgülü ve nezaket yüklü biridir. Ve yardım teklif edenler de samimi ve içten olmayı gerektirecek olgunluktadırlar. Bunu dışarıdan biri kolaylıkla gözlemleyebilirdi, kolaylıkla görebilirdi. 

Yardım teklifinde bulunanlar adab-ı muaşeret kurallarına harfiyen vakıftılar ve bu durumda adamın yapılan yardım teklifini ikinci kez beklemesinde bir anormallik yoktu. Hatta bu beklenti vakıf olunan adab-ı muaşeret kurallarının zorunlu bir sonucuydu da. Yapılan yardım teklifinin yinelenmesini beklemek adamın en doğal hakkıydı. Bu hakkı suiistimal etmeyeceği de aşikârdı. Beklemeyeceği de aşikârdı. 

Yardım teklifi bütün samimiyetiyle yeniden yapılmıştı kalabalık tarafından. İşlek bir caddeydi sonuçta burası. Çekirdek çitleyenler, birbirleriyle şakalaşarak yürüyen çiftler, başı önünde akıllı telefonuyla çok önemli mesaja –ne haber, nasılsın?- çok önemli –valla ne olsun bildiğin gibi- yanıt verenler, tabelalardaki olası yanlış yazılımları kendi içinden düzeltenler, otomobillerin bir anlık dalgınlığını umarak karşıya geçmeye hazırlananlar ve daha niceleri gece yarısına kadar eksik olmayan bir yerdi ve adam tam da burada o melun, o melhus, o uğursuz sendelemeye maruz kaldı. 

Belki yaşlı olmasa başına üşüşen kalabalığın ilgisini çekmezdi. Yaşından ötürü olmalıydı bu ilgi. Yoksa her  sendeleyenin başına böyle kalabalık toplanıyor muydu? Sendeleyen adamın bunları düşünecek zamanı yoktu. 

Kalabalık yeniden yardım teklifinde bulunmuştu ve o da, "Sizi ilgilendirecek bir durum yok", diyebilmişti nazik ve kibar bir ses tonuyla. Hatta diyebiliriz ki adam böyle diyerek birilerinin incinmiş olabileceğini bile geçirmişti içinden. Ve bu iç geçirmeyle üzülür gibi de olmuştu. 

Hani öyle derin, öyle büyük, öyle güçlü, öyle insanı darmadağın edecek, insanı dağa-bayıra-çayıra çöle düşürecek bir üzüntü duyduğunu söylememiz yakışık almaz. Çünkü böyle üzüntü duymadı adam. öyle hafif esen ve bir anda kesilen bir rüzgâr belki bir kibrit alevinin ömrü kadar bir üzüntü duymuştu. 

(Zaten dikkat edilirse “üzülür gibi olmuştu” diyerek adamın duyduğu üzüntünün insanda derin yaralar açan bir üzüntü olmadığını da belirtmiş olmuştuk. Ve fakat yine de.. kahretsin! Adam kalabalığın yinelenen yardım teklifiyle boğuşuyordu. Kalabalık bir taraftan yardım teklifi yineleniyor bir taraftan da üyeleri arasında bir takım uslamlamaları yüksek sesle yürütüyordu. Ki bu kalabalıkların doğasında olan bir durumdur. Ve bu uslamlamalar olmadığında o kalabalığın kalabalık olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. O uslamlamalar olmadığında geçip giden yığın denilir ki, öyledir.)

“Başınız döndü her halde?” dedi kalabalıktan adamın biri.

“Rüzgâr da çarpmış olabilir!” dedi kalabalıktan kadının biri.

Kalabalıktan yaşlı bir adam “Çarpacak kadar rüzgâr yok!” diye yanıtladı kadını.

“Yaşlılıktandır.. yaşlılıktan!” diye tiz bir ses meydanı doldurdu.

Sendeleyen adam çevresini saran kalabalığın üyelerini tek tek inceledi. 

(Tanıdık bir yüz görme itkisiyle yoksa başka bir nedenle mi bunu yaptı? Bilemiyoruz. Tanrı bilir! Tanıdık birileri yoktu kalabalığın içinde. Olmasını da beklemiş değildi adam.)

“Yorgunluktandır!” ifadesini tiz bir ses tonuyla seslendireni, o sesin sahibini aradığını bilemeden tekrar tekrar çevresini saranları tek tek inceledi. Bu kez daha dikkatliydi.

Yuvadan yeni ayrılmış ne yavru ne yetişkin olmayan, yavru ve yetişkin arasında olmaya bir türlü akıl erdirememiş yavru-yetişkin ya da yetişkin-yavru bir kuşun bütün ürkekliğini ve dikkatini; sendeleyen, sendelediği için de elindeki valizi yere bırakıp valizi yanında çömelen ve valizine sıkı sıkı sarılan ve bu durumu gören tek tek bireylerin hemen koşup bir kalabalık oluşturarak çevresini alarak yardım teklifinde bulunulan adamın üzerinde gözlemlemek olasıydı. 

(Yardım teklifinde bulunan kalabalığın buna dikkat ettiğini söyleyemeyeceğiz. Hatta tersine dikkat etmediklerini belirteceğiz. Gerçi bu dikkatsizlik öyle bir takım tehlikelere gebe bir dikkatsizlik değildi. Tanrı korusun! Ve fakat yine de ifade edilmeyi hakkeden bir dikkatsizlikti. Adam bu dikkatsizliği fark etmiş olmalı ki çömeldiği yerde valizine –valiz öyle büyük kocaman bir kişinin taşıyamayacağı –belki bir çocuk taşıyamaz- büyüklükte değildi. Bir kadının el çantasından oldukça büyük ve fakat uzun bir yolculuğa çıkmış birinin valizinden oldukça küçük bir valiz olduğunu belirtelim- sıkı sıkı yapışmış ve sonra da, "Sizi ilgilendirecek bir durum yok", demişti.)

“Öyle olsa her yaşlı bunun gibi yolda tıkanır kalır!” sözü yüksek sesle ve öfkeyle yankılandı meydanda. “Yaşlılıktandır!” ifadesine bir yanıttı bu. “Çarpacak kadar rüzgâr yok” diyerek “rüzgâr çarpmıştır” uslamlamasına karşı çıkan yaşlı adamdı bu sözün sahibi. Kuşkusuz kendisine yönelik bir dokundurma olarak almıştı. Sezdirmeden kendisini iğnelemek için bile olabilirdi. Yoksa ne diye sözün sahibi “yaşlılıktandır” derken kendisini gizleme gereği duymuş olsun ki.

Sonra Tanrı bilir nereden nasıl geldiği belli olmayan dokuz bilemedin on yaşlarında bir çocuk elinde katlanır tahta bir tabure ile kalabalığın arasından sıyrılıp valizine sıkı sıkı sarılan adamın yanında bitti. Adam bir eliyle valizini tutarken diğer eliyle tabureyi çocuktan alıp usulca tabureye oturdu. 

Valizi çocuğa emanet eden adam ceketinin cebinden neredeyse kirden kahverengiye dönmüş kırmızıdan bozma maviye çalan bir mendil çıkarıp yüzünü sildi. Mendil oldukça büyüktü. 

(Ve kanaatimize göre bu mendil ipekti. İpek olmalıydı. Çevresinde de tığ işi bir zincir vardı ki, özenle yapıldığı kirin bütün haşmetine rağmen belli oluyordu.)

Adam mendili itinayla katlayıp cebine koydu. Valizi çocuğun elinden aldı. Kalabalığı tekrar inceledi. Yüzünde yuvasından yeni ayrılan yavru-yetişkin ya da yetişkin-yavru kuşun ürkekliği ve dikkati kaybolmuştu. Değişmişti. Yüzünde, gözlerinin içinde, cildinde, kollarındaki beyazlaşmış tüylerde bir kedinin avının peşine düştüğünde takındığı sinsilik ve dikkat bütün ihtişamıyla belirmişti. 

Valizi açtı. 

“LED ampuller hemşerim.. mağazadan on beş yirmi liraya niye alasın? Bizde on lira” diye tek tek kalabalığın üyelerine LED ampulünü gösteriyordu. LED ampullerin faydaları sayılmayacak kadar çoktu. Gözü yormazdı, cildi bozmazdı ve uzun ömürlüydü. Kalabalığın üyeleri öylece adama ve ampullere baktı bir süre. Sonra dağılıp gittiler. 

Alan oldu mu? Tanrı bilir!


Cemal Çalık, 14.03.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları


Seçkin Deniz Twitter Akışı