16 Mart 2016 Çarşamba

SA2635/KY1-CÇ217: Yufka Yürekli Oğul

"Eşi nasıl olur da inanmazdı ki? Aynı kasabanın, aynı mahallenin çocuğu değiller miydi?"


Necati Bey boşboğazlığı sevmeyen, aval aval dolaşmaktan hazzetmeyen, ona ihtiyaç duyulmadığında duyulmadığı halde orada oluştan tiksinen, ihtiyaç duyulduğunda yüksünmeden olması gereken yerde olmayı ilke edinmiş, alacaklısına gün evvel borcunu ödeyen, borçlusunu gününden önce sıkıştırmadığı gibi birkaç gün ortalıkta gözükmeyerek borçlusunun rahatlamasını sağlayan, söylenen her ne her kim olursa olsun sonuna kadar dinleyen, dinledikten sonra iyice bir ölçüp biçen, ölçüp biçtikten sonra cevap veren, midesini –kendi deyimiyle- bir öküz gibi doldurmayan açlıkla tokluk arasında bir durumda yemeyi kesip sofradan kalkan, az konuşan, çok düşünen, çok öğüt dinleyen, az öğüt veren, yürümeyi seven, arada bir sevdiği artistlerin filmini –tekrar da olsa- izleyen, radyo ve tv düşkünü olmayan, evine barkına sadık, eşine karşı sevgi dolu, çocuklarına karşı şefkatli, torunlarına karşı oldukça sevecen velhasılıkelam hepimiz gibi sıradan bir insandı.

O kadar sıradan bir insandı ki yılda birkaç kez grip olur evde yatak döşek yatardı herkes gibi. Her memur gibi yılın belli bir zamanında yıllık iznini kullanır bu izinde de doğup büyüdüğü kasabaya, baba ocağına, ana kucağına koşarak giderdi. 

Allah’tan eşi de aynı kasabadan bir ailenin kızıydı da aralarında nereye gidileceğine ilişkin tartışmalara, bu tartışmalarda oluşacak küskünlüklere, surat asmalara, iğnelemelere, tatili insanın burnundan getirecek tavırlara girmek gibi bir tehlikeye maruz kalmıyorlardı. 

(Bu durum bile Necati Bey’in hepimiz gibi sıradan biri olduğuna yeter kanıt olsa da, sıradanlığına ilişkin birkaç şey daha yazılıp çizilmesi gerekiyor gibi. Hani gerekmiyor olsa niçin böyle bir itki içimizde zıplayıp dursun?)

Necati Bey -hepimiz gibi sıradan biriydi- bir mecliste elinde olmadan yellense kızarır bozarırdı. Mesai saatleri arasında bir tanıdıkla karşılaşsa –bankaya gelen tanıdık bir müşteri diyelim, sahi Necati Bey bir devlet bankasında veznedardı. Her ne kadar bir gün veznedarlıktan daha yukarılara çıkmanın hevesini, düşünü kursa da olamamıştı. Veznedar olarak kalmıştı. Veznedar olarak emekli olmuştu.- iki çift laf etmekten kaçınmaz olası uyarıları göze alırdı büyük bir cesaretle. 

Necati Bey -hepimiz gibi sıradandı- cesaret gerektiren yerde pusup kalmaz gereğini yerine getirirdi ve pusup bir kenara çekileceği zamanda da pusup bir kenara çekilirdi. Sıradan bir insan olmasına sıradandı Necati Bey ama çok yufka yürekli biriydi. 

Rahmetli anası onu hep, “Ah benim yufka yürekli evladım!” diyerek severdi. Durup durup oğlanı kucaklar, öper, okşar  – bu dediğimiz yani oğlanı durup durup kucaklaması, sevip okşaması her zaman oluyor değildi elbet, kimi zaman rahmetli anasından dayak yemişliği, kötüye kaçar sözler işittiği, azarlandığı da oluyordu- “ Ah sen kime çektin böyle benim yufka yürekli evladım.” der, var gücüyle oğluna sarılır nedense ağlamaya başlar gözyaşlarına boğulurdu. Bir taraftan annenin gözyaşları, bir taraftan oğulun gözyaşları sel olup akardı. Biri onları görse “Herhalde yakın bir zamanda sevdikleri biri ölmüş.” derdi. 

-Sahiden de- Necati Bey çok, -öyle böyle değil-, çok yufka yürekli biriydi. Kanadı kırık bir kuş görse yüreği burkulurdu. Gözleri açılmamış kedi yavrularının analarına seslenişini duyduğunda kaçıp gizlenecek bir delik arardı onlara ne vereceğini –süt mü, yoğurt mu, ezilmiş et mi vb.leri ve daha niceleri- bilmediği içindi bu bir, ikincisi de büyüklerinden duymuştu ki, bir kedinin yavrularına insan eli değerse, gözü açılmamış kedi yavrularına bir insan –bu insan büyük olsun, küçük olsun, hatta isterse bir bebek eli olsun fark etmezdi -eli değerse anneleri onları terk eder, işte bu bilgidir ki onları beslemeye, onların acıklı seslenişlerini bastırmaya kalkışmazdı Necati Bey. 

Ve fakat “Ya annelerine bir şey olduysa!” diyerek içinin kan ağlamasının da önüne geçemezdi. Bir çocuk hıçkırsa o da hıçkırırdı. Bir öksüz, bir yetim lafı duysa kulak kabartır ve duydukları karşısında kimseye sezdirmeden bir köşede ağlardı. Bu yüzden bunca yaşına karşın -85 yaşlarındaydı- bir kere olsun çocuk esirgeme kurumunun önünde geçmedi. Öyle bir levha görse hemen yolunu değiştirirdi. Dayanamazdı. O mahalde bir çocuk görse bilirdi ki, o an kalbi durur. Bunu bütün yalınlığıyla biliyordu. 

Bir yetim, bir öksüz çocukla karşılaşmamak için akla karayı seçerdi. Düpedüz o yetimin, o öksüzün kendisini suçlayacağını sanırdı. Hayır, sanmanın ötesinde buna inanırdı. O yüzden de kendisini sakınırdı. Bu sakınıştan ne kadar mustarip olduğunu bir kendisi bir de Tanrı bilirdi. 

(Hakkını inkâr etmeyelim, eşi de biliyordu. Evet, bunu, Necati Bey’in içinde yaşadığı ıstırabı eşi, kendisi ve tanrı bilirdi. Tuzağa düşen fareler için bile üzüldüğünü söylesek, kimse inanmaz sanırım. Ama öyleydi! Tuzağı kendi kurmasına karşın, kapana azıcık canı yanarak yerleştirdiği pastırmaya koşup gelen farenin düşürdüğü kapan kilidiyle nasıl yüreğinin ağzına geldiğini ve bu yüzden kapanı hep eşinin boşalttığını bütün ev halkı bilirdi. Yalan yok daha çocukluğunda da kapanları kendisi hazırlardı, ama kapanı boşaltmak onun işi değildi. Göremezdi. O manzaraya dayanamazdı. Beti benzi uçup gidiyordu çocuğun. O tık sesi duyulduğunda anne oğlu Necati’ye bakardı hemen. Aman Tanrım. Çocuğun yüzü bembeyaz kesilirdi.)

-Yahu- Necati Bey öyle yufka yürekliydi ki kasapların önünden geçemezdi. Allah’tan çocukluğundaki gibi şimdi etler et çengellerinde camekânlarda sergilenmiyordu da, kasap levhasını gördüğünde yolunu değiştirmiyordu. -Bu kadar mıydı yufka yürekliliğinin kanıtı. Asla değil.- 

Yufka yürekli Necati Bey ne zaman iki büklüm olmuş bir yaşlı görse kendini tutamaz bir iki damla gözyaşı dökerdi. Karşıdan karşıya geçmekte zorlanan nice böyle iki büklüm ihtiyarların elinden tutup karşıya geçmelerini sağlamıştı, -sayısını bir tanrı bilir, kendisi bile bilemezdi. Hele eşi hiç bilemezdi. Belki kimi art niyetli kişiler bu karşıdan karşıya geçişlerde Necati Bey’in ihtiyarları bir kalkan olarak kullandığını düşünebilir. -Ama bizce bu düşünce O’na karşı büyük bir haksızlık olur.- 

Saygısız otomobillerin – saygılı olanlar hemen hemen hiç uğramazdı o caddeye, caddeden kaynaklanan bir uğursuzluk olmalıydı, böyle bir olasılık vardı, çünkü o cadde cadde olmadan önce mezarlıkmış, günahı bunu anlatan eskilerin boynuna, güya kentin mezarlığı bir zamanlar o caddenin olduğu alanmış ve bu yüzden ağırbaşlı, düşünceli otomobil sürücüleri o caddeyi ölse kullanmazlarmış, şimdi denecek ki o cadde hangi cadde, o cadde Necati Bey’in çalıştığı bankanın bulunduğu cadde efendim- gemi azıya almış küheylan gibi caddelerde yol alışları ihtiyarlar için hep tehlikeli olmuştur, oluyordu –olacaktır da-  ve bu yüzden Necati Bey evden daireye giderken ve daireye varmadan önceki caddeyi geçerken ihtiyarlara yardım etmeyi kendisine bir görev biliyor ve yapıyordu da. 

Böylesi asil bir davranışı kendisine kalkan yapmak olarak değerlendiren art niyetli kişilerin olması –hemen bankanın karşısındaki kuru çekirdek satan aktardan bozma dükkânın sahibi böyle şeyler söylüyor, diye kulağına çalınmıştı Necati Beyin ve buna çok içerlediği için artık ondan o çok sevdiği siyah kaysıları almayı bırakmıştı-, böyle bir şeyin olma ihtimali bile ne düşündürücü, ne esef verici olmalı.

Necati Bey öyle yufka yürekliydi ki et ve et ürünlerini sevmesine rağmen, et ve et ürünlerini yerken herhangi bir şey –bir üzüntü, bir keder, bir yeis- hissetmezken kurban bayramlarında –kendisi de kurban keserdi- bıçağın hayvanın boğazına çalınışına bakamaz, oldukça uzak mesafede olay mahalline bakmadan olayın olup bitmesini bekler, hayvan can çekişmesini bitirdikten sonra kurbanın başına gelirdi. 

Gözlerindeki yaşları görenler başka şeye yorsalar da –çoğu kimse “Ölmüş bir yakını yâdına geldi her hal!” derdi büyük bir olasılıkla- o kesilen hayvana ağlardı. Kocaman adam olsa da böyleydi. Kurban eğer hisseli ise bölünüp pay edilmesine de gözlemci olarak katılmazdı. Bu yüzden pek hisseli kurban olayın girmezdi. Hayır dana etini seviyordu sevmesine, ama o pay işlemi yok mu? O yüzden girmezdi.

Gerçi arada sırada eşi “Yine kimse kabul etmedi mi?” derdi, Necati Bey, “Bu sene koç keselim!” dediğinde. Böyle zamanlarda eşine içerlerdi. Güya kurban pay etmede elini hiçbir işe sürmediğinin bilinmesinden ötürüymüş olan biten. Oysa Necati Bey kaç kere anlatmıştı. Her anlatışında da eşi sağ kaşını kaldırarak dinlemişti. 

Kadın anlatılan bir şeyi böyle sağ kaşını kaldırarak dinliyorsa muhakkak “Anlat.. anlat.. heyecanlı oluyor!” diyordu. Necati Bey bunu bildiği için içerliyordu. Eşi nasıl olur da inanmazdı ki? Aynı kasabanın, aynı mahallenin çocuğu değiller miydi? Birinin evi sokağın bir başında diğerinin evi sokağın diğer başında değiller miydi? Birbirleri için kasabada, mahallede ne dendiğini bilmez miydi? Biliyor ve fakat yine de inanmıyor muydu? 

Sıklıkla,“Kadınlara akıl sır ermiyor!” demesi bu yüzdendi Necati Bey’in.



Cemal Çalık, 16.03.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları



Seçkin Deniz Twitter Akışı