19 Mart 2016 Cumartesi

SA2647/KY26-CA47: Mülteci Kadın: Ertelenmiş Yaslar

"Ailenin erkeğin gündelik ihtiyaçlarını karşılamak için oluşturulmuş bir düzenek olduğunu söylemişti Aristoteles. Bana ise aile, kadının çocuklarını babalarıyla birlikte en içine yatacak şekilde büyüteceği bir sistem olarak görünüyor. "


Romanlarda okuduğumuz, filmlerde seyrettiğimiz olaylar bazen çok daha sarsıcı hikayelerle karşımıza çıkabiliyor. Göç, hicret, mültecilik, her zaman geçerli olmakla birlikte ulus devlet yapısı üzerinden yeni veçheler kazanan olgular. Mülteci, pek azını fark ettiğimiz güçlüklerle dolu hayatların zorunlu öznesi. Çoğu zaman birden maruz kalınıyor ilticaya. Bazen ölümü göze alarak yollara düşmenin gerisinde nasıl bir felakettir başa gelen? 

Göç yollarına düşmenin sayısız çeşidi var; bir türlü gidememenin de. En zor olanı, sevdiklerini geride bir meçhul hal içinde bırakarak yollara düşmek olsa gerek. Kişiliğini bütünleyen alışkanlıklarına yer bulamadığın yeni hayatında kendini yeni baştan tanımak ve ifade etmek zorundasın. Dil bilmiyorsan çocuklaşman gerekir, oysa hayatta kalmak için yetişkinliğine tutunmalısın.

Bir kadın için daha mı zordur bu yeniden çocuklaşma evresi? Alıştığı ne varsa mahrum kalabilir, ailesine gösterdiği ihtimamla ilgili sistemin dışında “dişi kuş” olmanın yeni kurallarını öğrenirken yalpalayabilir. Yarım bırakılan her şey geleceğe dönük bakışa da bir kırılma halinde yansır. Kırgındır, evet, ama teselliyi kimden bekleyebilir ki? 

Sevdiklerinin bir kısmı kim bilir nerede ve terk edilen ocağın harabeye döndüğünü gösteriyor haberler. Ailenin erkeğin gündelik ihtiyaçlarını karşılamak için oluşturulmuş bir düzenek olduğunu söylemişti Aristoteles. Bana ise aile, kadının çocuklarını babalarıyla birlikte en içine yatacak şekilde büyüteceği bir sistem olarak görünüyor. 

Anlatacağım hikayede önce babasını yitirdi genç kız, ardından evini ve şehrini terk etti, annesi ve kardeşleriyle birlikte. Suriye’de yıllardır süren büyük zulmün çeşitli aşamalarında vakayı adiye haline gelen vakalar bunlar ve kuşkusuz, ayrıntılara daldığınızda normal hayatınıza dönmeye mecaliniz kalmıyor.

Kafileler halinde geliyorlar. İnsanlık hallerinin istisnası yok; bebek de var aralarında engelliler de. Başlıca amaç hayata tutunmak olduğunda, geride kalanlar birer kötü hatıraya dönüşüyor. Oturup dinlediğinizde şaşırıyorsunuz: Her şeye rağmen nasıl kahve yapıp ikram edebiliyor size? Gülümsemesi sağlık belirtisi olabilir mi?

Bir kampa, mültecileri ziyarete gitmiştim. Çok çocuklu temiz pak ailenin çadırını uygun gördü yöneticiler. Kapının önünde irili ufaklı sayısız ayakkabı vardı. Karşı taraftaki çadır da aynı aileye aitmiş; evin büyük oğlunu bir yıl kadar önce evlendirmişler. Bu çadırların içinde paravanlarla küçük odacıklar oluşturuluyor. Biz onunla küçük bölmelerden birinde konuştuk. Saz benizli, duru bakışlı, ince uzun bir genç kız Z. Türkçesi hiç fena değil, bazen Arapça bir kelime de katıyor, ama rahatlıkla anlaşıyoruz. Yaşadıklarını zaman zaman başkasının başına gelmiş gibi soğukkanlılıkla anlatıyor. Kamptakilerin hemen hepsi aynı felaket yüzünden yollara düşmedi mi zaten…

Daha yirmi yaşında; anlattıkları üç yıl önce başına geldi. Halep’in bir köyünde, dar gelirli, ama mutlu bir ailenin on çocuğundan biri olarak açtı gözlerini dünyaya. Babası L. beyaz eşya tamircisiydi. 

Köylerinde mütevazı ve mutlu bir hayat sürdürüyorken birden baskınlar başladı. Endişelenen L. kız çocuklarını etraftaki güvenli köylerden aktarma yoluyla Halep’te yaşayan dayılarının evine gönderdi. “Bir kurşunla ölmenize katlanırım, ama namusumuza zarar gelirse ona katlanamam” diyordu. “Bana bir şey olursa kızlarımın başına ne gelir?” endişesiyle de birkaç ay öncesinde olmadığı kadar yaşça büyük kızlarına gelen evlilik tekliflerini değerlendirmeye açık görünüyordu.

Z. Halep’te dayısının yanında yaşarken tanıştığı bir ailenin oğlu onunla evlenmek istedi. Yaşının küçük olduğunu düşünüyordu, olumsuz cevap verdi. Bir süre sonra köylerine döndüklerinde babası bu konuyu ona açtı. Halepli gencin ailesini araştırmış ve iyi izlenimler edinmişti. Gönlü bu evliliğin gerçekleşmesinden yanaydı. “Namusuna sahip çıkacak bir aileye benziyor” diye belirtti. Adeta öleceğini biliyormuş gibi konuşuyordu, diye anlatmayı sürdürdü Z. Ailesiyle ilgili olarak gözü arkada kalmasın diye yapılması gerekenleri düşünüp, çareler araştırıyordu.

Vakit dar, şartlar ağırdı oysa. Bir o taraftan geliyordu askerler bir bu taraftan. Sonuncu kez Esed güçleri köye girdiğinde, arkadaşları L.’yi birlikte kaçmaya çağırdılar. Ancak o ailesini korumak için kaldı. Bir odaya saklandılar. L. kapıyı kilitleyip önüne elbise dolabını çekti: ne nahif ve acıklı bir korunma çabası… Kurşun sesleri arasında Kur’an okurken hatırlıyor babasını Z. , dualarını duyar gibi oluyor.

Nasıl bir kıyamet bu? Müslüman kimlikli saldırganlar yüzünden çaresiz baba, “Yarabbi, kızlarımı, çocuklarımı benden sonra koru, onların namuslarına halel gelmesin” diye yakarıyordu. Kur’an-ı Kerim’i semaya doğru kaldırarak sürekli aynı duayı okuyordu. O sırada Baas güçleri kapının kilidini kırmayı başardılar. İçeri girmek için dolabı itmeye çalışıyorlardı. 

Orada yaşanan sahneyi öğrendiğim kadarıyla bile aktarmakta zorlanıyorum: Askerler kapıdan girmeye çalışırken L., “Namusuma zarar gelmesindense öldürürüm onu daha iyi” diyerek, kızına yöneldi. Nasıl öldürecekti? Haklı olarak cinnet anlarının ayrıntılarına girmek istemiyor Z. Babası onu ölsün diye duvardan duvara çalarken askerlerin içeri girmek üzere olduğunu fark etmiş; dolabı kenara çekerek kapıyı açmıştı. Nasıl kapıyı kilitlerdi, hangi amaçla dolabı kapının arkasına yerleştirmişti? Şiddetli bir dayak ve hakaret sağanağıyla dışarıya sürüklendi. Anneleri şok geçirdiği halde kapıya doğru attı kendini. Çocuklar da tek vücut halinde peşinden gittiler. Babalarını kurtarmanın yolu var mıydı, nasıl bir çare umabilirlerdi? Ellerini ve ayaklarını öperek askerlere yalvarmaya başladılar. Askerler, uzaklaşmadıkları takdirde onları da öldüreceklerini söylediler. Babaları da uzaklaşmalarını istedi; kendilerini kurtarmalıydılar.

Bu, Z.’nin babasını sağlığında son görüşü oldu. Eve girerek kapıyı kapattılar. Beş-altı saat kadar sürdü çatışma sesleri; babalarının ölümü bu seslerin arasında ne zaman, nasıl karıştı, fark etmeleri imkânsızdı. Küçükler baygın düşmüş annelerinin etrafını sarmış, perişan halde ağlıyorlardı. Su yoktu evde, yemek yoktu.

Çatışma sesleri hafifleyip de sona erdiğinde aile fertleri evden çıkıp L.’yi aramaya başladılar. Bir köylünün feryadı kulaklarına ulaştı Z.’nin: “Allah kimseye L.’nin başına geldiği şekilde bir ölüm nasip etmesin!” Babası, evinin kapısını kapalı tutmaya çalıştığı için rejim güçlerinin hışmına uğramıştı. Esed güçleri gitmiş, Özgür Suriye Ordusu askerleri gelmişti. Z. ve kardeşleri babalarının cesedini ararken, askerler önlerini kestiler ve güvenlikleri için eve dönmelerini istediler. Z. terliklerini nerede çıkardı, bilmiyordu. Tabanları acıdığı halde eve dönmek istemedi. Bir sapakta kardeşlerinin arasından kaçtı ve cesetlerin bulunduğu sokağa ulaştı. Bir battaniyeyle örtülmüş ceset yığını arasında babasını bulmaya çalıştı. Birileri yardımcı oldu, birileri teselliye çalıştı. 

Giysilerinden tanıdı babasını; yüzü ve vücudu tanınmaz haldeydi. Girdiği şok hali içinde ablasının yaşadığı köye ulaştı, cenazeyi taşıyan kafileyle. Enişteleri L.’yi defnederken Z. ve kız kardeşleri Halep’te yaşayan dayılarının yanına gittiler. Zamanın hızlandığı bir dönemdi. Yasa gömülü yaşanamazdı, evlenmek için kılı kırk yarmadan karar vermek gerekirdi. Z., Halep’e daha önceki gelişinde kendisine talip olan gençle evlendi.

Gelin gittiği aile bir hayli varlıklıydı; onun ailesi ise kalabalık ve yardıma muhtaçtı. Çok geçmeden anlaşmazlıklar baş gösterdi ve kocası Z.’ye, boşanmak istediğini bildirdi. Savaşla gelen olağanüstü halde hiçbir sarsıcı karar layıkıyla sorgulanamıyordu; kendine acımayla kaybedilemeyecek kadar da kıymetliydi zaman. Halep şiddetli çatışmalara maruz kaldığında Z., annesi ve kardeşleriyle Türkiye’ye yönelen mülteci dalgasına katıldı.

Kocası’nın Z.’yi uzun uzadıya düşünmeden boşaması ile babasının kendisinden sonra “namusunun çiğneneceği” endişesi içinde öldürmeye çalışması arasında nasıl da ürpertici bir bağ var! Üstelik Z.’nin tek örnek olmadığını gösteren sayısız haber okuyoruz medyada. Mazlum, korumasız, hayatla mücadele edemeyecek kadar zayıf düşürülmüş kadınlar bir savaş sırasında akla gelebilecek en acıklı ve utanç verici hallere terk edildiler. Fuhşa zorlandılar, sığınaklardan kaçarak kayboldular, kuma konumunu kabullenmeleri dayatıldı. İzbe mekânlarda ayakta kalmaya ve kamplarda hayata tutunmaya çalışıyor çoğunluğu.

Z., kamp yaşantısından bir hayli memnun. İleride şartlar müsait olduğu takdirde bile Suriye’ye, köyüne geri dönmek istemiyor. Zor tecrübelerini, hayat karşısında pratik bir bakış edinecek şekilde yorumluyor. Gerçi “sahipsizlik” hâlâ en büyük endişesi. Babasının artık hayatta olmadığı yerde bir gelecek hayal edemeyeceğini söylüyor hep. 

Kurduğu bir cümle, kolaylıkla değişemeyen cahili telakkilerin kadınlar ve erkekler üzerinde oluşturduğu bir baskının yıkıcı ve hepimize sorumluluk yükleyen sonuçları üzerine düşündürüyor: “…çünkü bize sahip çıkacak babam yok artık, kötü olmaktansa, Allah’tan, bizlerin canını bir an önce almasını diliyorum.”



Cihan Aktaş, 19.03.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 








Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015



Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:
http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20606/multeci-kadin-ertelenmis-yaslar

Seçkin Deniz Twitter Akışı