بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
MEHMED ZAHİD KOTKU İLE BULUŞMAM
Sene 1974. Elime ‘Kitab'ül-ibriz’ diye bir tasavvuf kitabı geçti. Kitap, 01.11.1969’da Abdullah Arığ diye biri kişi tarafından İzmir'de yayınlanmış. Kitabı açar açmaz karşıma Erbakan'ın şeyhi Mehmet Zahid Kotku çıktı. Takdim yazısını şeyh yazmış.
Ben nurcu iken dershanemize bazı haftalar Mehmet Zahid Kotku'nun müridleri gelirdi. O tarihlerde aramızda pek muhalefet yoktu. Çünkü hiç kimse gittiği yolun ne olduğunu bilmiyordu. Herkes gittiği yolu hak biliyordu. Bu uyanmalar, Kur'an mealleri, yeni Türkçe anlamı ve Kur'an tefsirleri yayınlandıktan sonra anlaşılmaya başladı.
El-İbriz isimli kitabı, Ziraat Mühendisi olan bir kişiden almıştım. Mehmet Zahit Kotku önsöz yazdığına göre kitabın okunmaya değer olduğunu düşündüm.. Kitabı okuyup bitirince hayretler içinde kaldım. Adam bütün batıl dinlerdeki hurafeleri özetleyerek Tasavvuf adı altında müslümanlara sunmak istiyor. Müslümanların cehaletinden istifade ederek velayet velilik adı altında alet olduğu İslam düşmanlarına hizmet veriyor.
“Takdim
Bismillahirrahmanirrahim
İslâm'ın nuru ile nurlanmış nıü'min kardeşlerimizin ve faziletli evlatlarımızın istifadesine sunduğumuz Kitab'ül-İbriz tercümesi, büyük kültür, ilim ve irfan hayatımızın çok kıymetli hazinelerindendir.
Büyük velilerden Fas'lı Abdülaziz Debbağ Hazretleri'nin sohbetlerinden, menkıbelerinden, bazı sorulara verdiği cevaplardan meydana gelen ve değerli katibi ve talebesi Ahmed ibni Mübarek tarafından kaydedilen kitap, Kur'an ve hadis ilimleriyle tasavvufun anlaşılması zor bazı meselelerini aydınlatmakta ve okuyanları hayrete düşürebilecek bir rahatlıkla, ruhani bir hazla tesir etmektedir.
Yaşadığımız devirde uzay çağına ulaşan insanlığın yeryüzü ve kainat hakkında çok şeyler öğrendiği fakat henüz insan ve onun ruhu hayatı hakkında meçhullerle karşı karşıya bulunduğu hatırlanır ve yeni ruhiyet ilminin üzerine eğilip de halledemediği çetin meseleler düşünülürse kitabul-İbriz ve benzeri kıymetli eserlerin ne büyük yararlar sağlayacağı anlaşılır.
Eseri tercüme ederek Türk okuyucularına sunan değerli zevatı tebrik ederiz.
Aziz Milletimizden, saygılı okuyucularına kadar bu yolda ihlasla çalışanların hepsinden Allah razı olsun. Âmin." (Tevfik Allah'tandır. Mehmet Zahid Kotku )
Bu şirkname olan kitabı 1974 senesinde çantama koyarak Erbakan'la görüşmek için Ankara'ya geldim. Kızılay merkezinin arkasında bulunan Selamet Partisi Ankara İl Merkezi'ne gittim. Orada beni tanıyanlarla görüştüm. Erbakan'la görüşmek için 10 gün bekledim. Akşamları partili arkadaşlar sıra ile beni evlerine misafir ettiler. Her evde Kitab-ül İbriz mevcuttu. Erbakan'ın da bulunduğu özel bir toplantıya girebildim.
Çantamdan Kitab-ül-İbriz'i çıkararak şirk olan birkaç yerini gösterdim. İtiraz ettiler. "Bunlar şirk olsa hiç şeyhimiz önsöz yazarak bu kitabı bize tavsiye eder mi?" dediler. Ben sözümde ısrar edince "Sen bunları anlamazsın!" dediler. Ben de onlara İstanbul'a gidip şeyhlerinden öğreneceğimi söyledim. Hatırladığım kadarıyla temmuz ayı içerinde İstanbul'a hareket ettim.
İstanbul'da üniversitede okuyan Malatyalı dört öğrencimiz vardı. Bunlar, Malatya Okumayı Çoğaltma Derneğinden aldıkları bursla okuyorlardı. Adresle onları buldum. Hoş beşten sonra İstanbul'a geliş maksadımı söyledim. Çocuklar “Baş üstüne hocam”, dediler. “Akşam yemeğinden sonra seni Beyazıd'ta bulunan İlim Yayma Cemiyeti'ne götürelim. Yurt olarak faaliyet yapıyor. Mehmet Zahid Kotku'nun ekser müridleri bu yurtta kalır. Seninle onları görüştürelim. Başkandan izin alarak şirk ve tevhid hakkında bizlere bir sohbet yaparsın”, dediler.
Aynen öyle oldu. Sonunda Kitab-ül-İbriz'i çıkararak; “Bu kitap, Allah'a, Resulü'ne ve Kitab’ına iftira ediyor”, dedim. “Âlim ve Şeyh dediğimiz Mehmet Zahid Kotku böyle bir kitaba nasıl önsöz yazabilir?” diye söyleyince, müritler, “Hiç şeyhimiz, içinde şirk olan bir kitabı, okumamız için tavsiye eder mi?”, diye bana karşı çıktılar.
Ben onlara, “Denemesi kolaydır. Benimle yarın İskender Paşa Camii'ne gelirseniz orada meseleyi çözüme kavuşturabiliriz”, dedim. 10 öğrencinin isimlerini yazarak bana verdiler. “Öğle namazını Beyazıd'da kıldıktan sonra şeyhe gideriz”, dediler.
Gençlerle öğleden sonra İskender Paşa Camii’ne gittik. 15 kişi kadar varız. Bunun üç tanesi Malatyalı. Diğeri şeyhin müritleri idi. Camiye vardığımızda onlar da öğle namazını eda etmişler. 30 kişi kadar müritlerine hadis dersi veriyordu.[1]
Ders sona erince ben, elimi kaldırarak kendimi tanıttım. “Malatya'dan özel bir meseleyi görüşmeye geldim. Lütfederseniz maruzatımı beyan edeyim”, dedim.
“Siz neşredilen kitab-ül-İbriz kitabını okuyarak mı önsöz yazdınız, yoksa sizin adınıza herhangi biri mi yazdı?”
“Ne demek? Bir kitabı okumadan önsöz yazmak cinayettir. Kendi idam kararını kendin vermek demektir. Ben takdir etmesem başkasına takdim edebilir miyim?”, dedi.
“Teşekkür ederim, bir sorum daha var. Belki bir daha görüşemeyiz. Ölüm kalım var. Ben bu eserden size birkaç madde söylesem bana izah eder misiniz?”, dedim.
“Tabii ki ederim, bana onları oku”, dedi. Kitabın ortasından başına doğru başladım.
***
1- S.340: Yine Şeyh hazretlerinden. Şeyh, mürid için ‘La ilahe illallah Muhammedün Resulullah’ kelime-i derecesinde mühimdir. İmanı ona bağlıdır. Basireti, keşfi açık olan zevat bunu açıkça müşahede eder.
Şeyh hazretleriyle çok kere beraber dolaşırdık. Ben, onun derecesini bilmezdim. Bana dedi ki:
- Senin benzerin, şehrin surlarının en yüksek yerlerinde gölgelenmiş kişi gibidir.
Ben bu sözün manasını anlayamazdım. Ancak nice zaman sonra anladım da bu sözü hatırıma geldiği zaman beni büyük bir korku ve titreme tutardı. Bir gün kendisine dedim ki:
- İşlediğim işlerden dolayı Allah'tan korkuyorum.
- Nedir işlediğin işler?, dedi.
Ben de o sözünü, ondan korkarak ürpertiye tutulduğumu anlattım. O zaman A. Debbağ Hz.leri bana dedi ki:
- Bunlardan korkma. Fakat senin hakkında en büyük günah nedir biliyor musun? Beni, bir dakika hatırından çıkarırsan, işte en büyük günah odur. Dinine ve dünyana zarar verecek günah budur. Bunu kalbinden at. Sen benim yanımda ki menziline bak. Sen ona göre taşınırsın, dedi.
2- S. 259. Yine bir gün A. Debbağ Hz.lerine sordum. Dedim ki:
- Tasarruf ehli velilerin kafirleri helak etmeye güçleri yeterken niye yapmıyorlar? Halbuki bu Allahsızları katletmek farzdır. Ayetler var!
Abdülaziz Debbağ Hz.leri yüzünü bir kere arkaya çevirdi ve sonra tekrar döndükten sonra:
- Veli şu anda bütün kâfirlerin hepsini mahve kadirdir. Bununla beraber bir sır vardır ki, onlara dokunmaz. Ancak kâfirlerle harp eden müslümanlar arasında bulunursa diğer müslümanların vasıtasıyla harp eder. Çünkü Peygamberimiz de böyle yapmıştır. Bir kere düşman gemileriyle müslüman gemileri harbe tutuşmuşlardı. Müslüman gemisinde biri yeni olmuş küçük bir veli, diğeri kâmil büyük bir veli olmak üzere iki veli de harbe iştirak etmişti. Küçük veli gayrete geldi ve tasarruf kuvvetiyle kâfir gemisini yaktı. Bu tasarrufunu da bir sebep perdesiyle gizleyemedi. Kâfir gemisi bila sebep yandı. O zaman büyük veli, küçük velinin yaptığı bu tasarruftan dolayı ceza olarak tasarruf kudretini ondan soydu aldı. Allah, o kâfirleri kahretsin, onların üzerinde böyle tasarruf caiz değildir.
3- S. 78. Bir gece iki hanımım aynı odada bulunuyordu. Bu bir mazeretten dolayı olmuştu. Onlardan her biri ayrı bir yatağa uzanıp yattı. Ben de başka bir yatağa uzandım: Odamızda bir dördüncü yatak daha bulunuyordu, o boş kaldı. Sonra hanımlarımdan biriyle yatmak istedim. Diğerinin uyuduğunu zannediyordum. Bir müddet sonra diğer hanımımla yatmayı uygun buldum ve yanında yattığım diğer hanımımın artık uyuduğunu sanıyordum.
Geceyi böylece geçirdikten sonra şeyhimin ziyaretine gittim. Aramızdaki mesafe uzak da olsa sık sık bu ziyaretlerimi yerine getiriyordum. Beni görünce hafif bir tebessüm ederek şöyle buyurdu:
- İki karıyı bir odada bir araya getirip ikisiyle cinsi yakınlıkta bulunan kimse hakkında ne dersin?
Beni kastettiğini anladım ve cevap verdim.
- Efendim, bunu nasıl bildiniz?
- Ya dördüncü boş yatakta kim yattı?, diye sordu. Bunun üzerine dedim ki:
- Ben, onların uyuduğunu zannederek öyle yaptım.
- Hayır, hiçbiri uyumadı. Böyle yapman doğru değildir. Kaldı ki, uyanık oldukları zaman...
- O halde bundan böyle buyurduğunuz gibi hareket edeceğim ve bu yaptığım düzensizlikten dolayı Allah’a tövbe ederim, diyerek duasını talep ettim.[2]
4- S. 253. Ahmed ibni Mübarek diyor ki: ‘Benim arkadaşlarımdan birinin evladını polis yakalamış. Babası korkusundan bana geldi. Ben gittim şeyh hazretlerine sordum:
- Ne buyurursunuz?, dedim.
Şeyh hazretleri buyurdu ki:
-Kedi fareyi benim iznim olmaksızın yiyebilir mi? O halde sen başka şey ne düşünebiliyorsun? Git babasına söyle, hatırını hoş tutsun, hiç tehlike yok, gitsin çocuğunu istesin, verirler, dedi ve dediği gibi oldu.
5- S. 252. Yine Debbağ Hazretleri buyurdu ki:
"Divan ehli toplandığı vakit, o vakitten yarın ki vakte kadar olacaklarını ittifak ederlerse, gelecekte Allahü Teâlâ'nın kazası hakkında konuşurlar. Ondan sonra gelecek kaza hakkında konuşurlar. Bu veliler, sufli ve ulvi bütün alemlerde tasarruf ederler. Hatta yetmiş perde gerisine, üstüne de onun ehline de tasarruf ederler. Onların kalplerinde hatıralarına da tasarruf ederler. Bu tasarruf ehlinin izni olmadan kimsenin hayatına bir şey gelmez. Bu yetmiş perdenin üstünde olan Rık'a alemi arşın üstündedir. Buralara tasarruf edebilenlerin başka âlemlere tasarrufu hakkında ne diyebilirsin, evla bittarik ederler.”
6- S. 22. Bir gün de Şeyh Hazretlerini ziyaret ettim de bana:
- Sen Pazar gecesi ne yaptın? dedi.
- Ne iş yapacağım efendim?, dedim. Bunun üzerine,
- Yok! Sen karın ile görüşüyordun. Çocuğun da uyumadı. Onu kaldırıp, minderin üzerine oturttun. Lambayı da sandığın üzerine koydun. Benim seninle beraber hazır olduğumu bilmiyor musun?, dedi.
***
Kotku'ya “İşte şeyhim ben bunları anlayamıyorum, izah eder misiniz?”, dedim. Biraz düşündükten sonra “Sen bunları anlamazsın”, dedi. “Ben de anlasam niçin sorayım?”, dedim. “Başta bunları anlatacağına söz verdin. Şimdi de anlamazsın diyorsun”. “Evet, evet sen anlamazsın”.
Birkaç defa tekrar ettiğim halde hep öyle söylüyordu. Artık sabrım taştı. “Şeyhim bu hususta anlaşmaya gidelim. Sen bunlara bir kelimeyle şirk diyor musun?”, dedim. “Hayır, bunlar şirk değildir”, dedi. Bunun üzerine “Sen, tam müşrik oğlu müşriksin”, dedim.
Bütün müritler, yıldırım hızıyla yerlerinden fırlayıp üzerime doğru gelmeye başladılar. Allah'a hamd olsun ki, ilim yayma cemiyetinden gelen 10 kadar olan o genç müritler etrafımı sararak şehadet getirmeye başladılar. “Hocam! Allah senden razı olsun. İkinizi karşılıklı olarak dinledikten sonra şeytanın velisine hizmet ettiğimizi anlamış olduk”. Beni aralarına alarak “Eğer Erol Hocaya biriniz elinizi dokundurursanız, onumuzda burada ölmeden size vermeyiz” dediler. Beni kucaklayıp dışarı çıkardılar.
“Hocam teşekkür ederiz. Bir tağuttan Allah'ın izniyle kurtulmuş olduk. Laleli'de ikinci bir tağut var. Birlikte oraya gidebilir miyiz?”, dediler. “Evet”, dedim. “Benim vazifem bu. Bu tağutlarla mücadele etmek. Bu kimdir?”, dedim. “Abdulkadir Duru Özden tarikaının şeyhidir” dediler.
Gençlerle yatsı namazını Beyazıd Camiinde kıldıktan sonra Ozdencilerin Laleli'deki lokaline gittik. Çok büyük bir salon. Karşıda bir sahne mevcut. 3 kişi sahnede sazla beraber Şeyhleri olan Abdulkadir Duru üzerine ilahiler söylüyorlar. Aşağıda sandalyede müritler oturmuş dinliyorlar. Biz de oturduk.
Biraz sonra saz çiftetelliye başladı. Herkes yerinden kalkıp oynamaya başladı. Yerlerine tekrar oturduklarında ben sormak mecburiyetinde kaldım. “İlahiye bir şey demiyorum da, bu çiftetelli ne oluyor?” İçlerinden bir hacı, “ Bu bizim için kamufledir. Tarikatımızı gizlemek istiyoruz”, dediler. “Haydi, öyle olsun, biz şeyhiniz Abdulkadir Duru ile görüşmek istiyoruz”, dedik. “Bizim dini sohbetimiz, Cuma akşamı yapılır. O gün şeyhimiz, halifesiyle gelir. Siz, o gün gelin, sizlere özel yer ayırırız, görüşürsünüz, dediler.
Biz, Cuma akşamını sabırsızlıkla bekledik. Yatsıdan sonra gittik. Gerçekten bize özel yer ayırmışlardı. Abdulkadir Duru'ya dini sorular soruldukça, o da halifesiyle birlikte cevaplandırıyor.
Bir ara birisinin sorusuna karşılık şöyle cevap verdi: “Oğlum, ben zahir alim değilim. Ben batın âlimiyim. Zahirden anlamam. Sen bu sorunun cevabını benim sohbetler kitabından okuyabilirsin”, dedi.
Ben, fırsatı yakaladım. “Şeyhim” dedim. “Sen batından anlıyorsan ben de zahirden anlarım. Bir âyet alalım. Sen onun batın manasını söyle, ben de zahir manasım söyleyeyim. Şu insanlar zahir ile batının ne olduğunu anlasınlar”, dedim. “Ben âyet bilmiyorum”, dedi. “Ben bir âyet okuyayım, sen anlamını ver”, dedim. “Ben, anlam da bilmem de”, dedi.
“Sen âyet ve anlam bilmediğine göre dini sorulara nasıl muhatap oluyorsun?”, dedim. “Sen, Allah'ın velisine inanmaz mısın?”, dedi. “Evet, ben Allah'ın velilerine inanırım”, dedim. “Öyleyse şimdiye kadar bir veliye intisap etmedin mi?”, dedi. “Arıyorum”, dedim. “Yazıklar olsun sana, bu kadar yaşa kadar günlerini boşa geçirmişsin." dedi."Şu anda içinizde bir veli var, hiç biriniz farkında değilsiniz”, dedim. “Kimdir o?”dedi. “İşte ben, Allah'ın velisiyim”, dedim. “İşte bu çok güzel”, dedi. “Şimdi arkadaşı perçeminden yakaladık.”
“Söz hakkı bize geçti. Sen veli isen benimle zehir içebilir misin?”, dedi. “Ben de veliyim de Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helal kılamam, bu küfür olur. Allah, kulunu imtihan eder de, kul Allah'ı imtihan edemez. Ya rabbi, ben bu zehiri içiyorum, beni koru, diye bir sual soramam. Bu sui edeptir. Ahlaksızlıktır”. Hemen bizden bir genci çağırdım. “Şu parayı al, eczaneden dedete getir”, dedim.
“Dedete getirdikten sonra suya karıştırıp gözümüzün önünde içtikten sonra çırpına çırpına nasıl öleceksin”, dedim. Bizim genç parayı alıp giderken bütün müritler ayağa kalkarak çocuğu gitmekten men edip, parayı bana iade ettiler. Hepsi bir ağızdan, “Allah'ı bize göster”, diye bağırıyorlardı.
“Yerlerinize oturun, Allah'ın varlığını sabaha kadar anlatayım”, dedim. “Allah kendi kitabında kendini bize tanıtıyor. Sabaha kadar türkçe anlamından okuyabilirsiniz” dedim. “Hayır olmaz, bize özünden göstermelisin”, dediler. Başka çare bulamadım. “Evet, anladım. Oturun ilahınızı özünden göstereceğim. Dikkat! İşte sizin ilahınız Abdulkadir Duru'dur”, dedim. “Hep birden nasıl anladın”, dediler. “Ben, sizin sohbetler kitabınızı okudum”, dedim.
“Bakınız şeyhiniz olan Abdulkadir Duru'nun sohbetler kitabı (s 21).[3] Şimdi gelelim, Allah'la insanın bir olduğunu idrak etmek nasıl olacak, diyerek ispat etmeye çalışıyor."
S.37. İnsan-ı Kâmil, Allah'ın yetkisine mazhar olan insan: İnsan-ı Kâmil... Bir annenin, bak bir baba, çocuğun halk edilmesini teşekkül ettiremiyor da, bir anne teşekkül ettirebiliyor. Demek ki, Allah'ın halk etmesi anada olduğu gibi, insanın yaratılması da insan-ı kâmilden tecelli ediyor. Allah, o insanı kâmil ile bizi yaratacak.Böyle Allah'ın ruhandırma mazhariyetine düşmüş olan hakiki insan-ı kamil, dıştan hiçbir şeye benzetilmez.
S.45, Tasarruf. Tasarruf vardır. Tasarruf demek, kendine mahsus olan eşyayı, parayı, her nesi olursa olsun, kullanır, değil mi? Ona göre kullanır. İnsan-ı kâmil, kendisinden ruhlanan insanlara iflah olmaları için hakikaten insan-ı kâmil olmaları için tasarrufunu kullanır. Bak, tebligatı vardır. Allah'ın emirlerini değil, Allah'ı tebliğ eder. Çünkü Allah'ın emirlerini âlimler tebliğ ediyor. Allah şen etsin ocaklarını. Peki, Allah'ı tebliğ eden lazım. Allah'ı Allahlaşmış olan tebliğ eder.
S.46, Bu tasarruf, her birinde başka türlü tecelli ettiği gibi, bugün elimize geçecek insan-ı kâmil de başka türlü yapar. Muhakkak... Falanca tasarrufunu şöyle kullanmış, bu böyle kullanmadı... Hayır, bu daha başka türlü... Çünkü Allah, bundan da başka türlü tecelli ediyor. Bir tanesi zinaya gittiği zaman karıyla erkeğin arasına kolunu sokar. Öbürü de gırtlağına basar. İçinden ulan!... boğuluyorum, öldüm ha! Dur hele, evvela can lazım, karıdan evvel can lazım, der kaçar ondan.
S.48, Allah, iyi olmak niyetinde, has kul olmak niyetinde olan insanlara ikram olarak, o insan-ı kâmil'in ağzından kelam eder. Bir kere böyle bir insan bir beşer değildir. Dış kısım beşerdir. Fakat onun vücudu beşer (insan) değil, yok olmuştur o... Allah ondan yapacağını yapar, diyeceğini de der. Size göre insan-ı kâmil Abdul Kadir Duru’dur.
Puran Tilmiz, 20.03.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü
Dipnotlar:
[1] Râmuz-ul Ehadis Tercümesi, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhânevi, pamuk yayınları. Çeviren: Naim Erdoğan (Ezher Fakültesi mezunu) Baskı:1980, İst.
[2] Eş-şeyh Abdülaziz Debbağ Hazretleri, El-İbriz şeriat, Tarikat, Marifet-Hakikat. Demir Kitabevi, Arapça aslından çeviren: Celal Yıldırım, Temmuz, 1979, cilt 1, s.78–79
[3] Sohbet Yayınlan No: l Sohbetler Abdulkadir Duru Balkanoğlu Mat. Ltd. Şti.1969. Ank.