بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
GÜNÜMÜZDE KUTUP İNANCINA ÖRNEKLER
1. ÖRNEK
ALTINOLUK DERGİSİ, ARALIK 1995, SAYI 118, SAYFA 32-33
Tasavvuf Meseleleri – Doç. Dr. H.Kamil YILMAZ
Ricalü’l-Gayb – Gayb Erenleri
Allah dünyanın cismani düzenini sağlamak için bazı insanların bir takım görevler üstlenmesini murat ettiği gibi, âlemdeki manevi ve ruhani düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir. Bunlar büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir. Allah’ın yeryüzünü kendilerine muahhar kıldığı kimseler olarak değerlendirmiştir. Onlar âlemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır.
Kerkes tarafından kolayca tanınmayan ve gizli olan bir takım sırlara vakıf olan ”ricalü’l-gayb” ın kendi içinde hiyerarşik bir düzen söz konusudur. Bu düzenle ilgili verilen bilgilere, genellikle, ibn Arabî öncesi kaynaklardakilerle ibn Arabî sonrakiler arasında birtakım farklar müşahede edilmektedir. Ebu Kettani’ye izefe edilen bir tasnifte ricalü’l-gayb aşağıdan yukaru doğru nukaba, nüceba, abdal, ahyar, umed ve gavs şeklinde sıralanmıştır.
İbn Arabî ise ricalü’l-gayb’ı nüceba, nukaba, abdal, evtad, imameyn ve kutub şeklinde tasnif etmiştir.
Velilerin üstün vasıflı olanlarına “evtad” (direkler) denir. Onların üstünde ”revasi” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kulların mercii evtad, evtadın mercii de revasi’dir. Revasi seçkin velilerdir. Revasi’yi kutub idare eder.
Bir başka tasnife göre kutubdan sonra gelen iki kişiye de imaman denir. Bunlardan birine “imam-ı yemin” diğerine “imam-ı yesar” adı verilir. İmam-ı yemin kutbun hükümlerine, imamı yesar da hakikatına mahzardır. Kutbun yerini imam-ı yesar alır. Kutup ile iki imam üçleri oluşturur.
Bu topluluğun içinde kadınlar da bulunabilir. Abdal, maddelerini mana, nefislerini ruh, mevhum varlıklarını gerçek varlığa verdiklerinden bu adı alırlar.
Kutub: Lüğatta değirmen taşının iği demektir. Tasavvuf ıstılahında en büyük velidir. Bütün ricalin başı, Allah’ın izni ile kainatta tasarruf sahibidir.
Gavs: Darda kalındığında iltica ve istimdat edilen kutub demektir. Darda kalan sufiler,”Yetiş yaa Gavs!” diye gavsa sığınırlar. Gavs istimdat edene yardım elini uzatır. Abdu’l Kadir Geylani 'Gavs-ı Âzam' lakabı ile ünlüdür.
Ancak bütün bu sığınma ve istimdatlar, zahirde gavsa ise de hakikatte Allah’a dır. Çünkü sufilere göre alemde yegane mutasarrıf Allah Tealadır. O’ndan başka fail-i mutlak yoktur. Gavs olarak bilinenler esma ve sıfat-ı ilahi mahzarıdırlar.
Bunlardan başka sayıları bir rivayette 8 diğer bir rivatte 40 olan “nüceba” ile sayıları 10 ya da 300 olan “nükeba” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan yüce şahsiyetler vardır. Genel olarak ricalü’l-gayb ve gayb erenleri olarak anılan bu hakk dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine tedricen kendisinden sonraki yükseltilir.
Abdal ve ricalü’l-gayb ile ilgili rivayetlerde bunların sayıları ve özellikle Şam, Irak, Mısır ve Suriye gibi bölgelerde bulunduklarına dair rivayetler ilgi çekicidir.
2. ÖRNEK
ALTINOLUK DERGİSİ, TEMMUZ 1996, SAYI 125, SAYFA 31-32
Tasavvuf Meseleleri – Prof. Dr. H.Kamil YILMAZ
“İnsan-ı Kamil” kavramının tasavvufta lüğat anlamından farklı ve kapsamlı bir manası vardır. İnsanın Allah’ın yeryüzünde halifesi olması itibarı ile O’nun bütün isim ve sıfatlarına mahzar olan hazarat-ı hams ve meratib-i vücudu kendinde toplayan kişiye İnsan-ı Kamil denir.
“İnsan-ı Kamil” kavramı ilk devir süfilerinde hemen rastlanmayan bir kavramdır. Ancak Hallac-ı mansur (ö.309/921): “Allah Âdemi kendi suretinde yarattı.” [1] Uydurma hadisinden yola çıkarak, Allah’ın kendi nefsinde, kendisi için tecelli ettiğini söylemiştir. Hallac’ın bu anlayışı, daha sonra İbn Arabi (ö.638/1240)’nin “İnsan-ı Kamil” düşüncesine zemin hazırlamıştır.
İnsan-ı Kamil Allah’ın bütün isimlerini bilen tek varlıktır. İnsan-ı Kamil, maddi ve manevi bütün kemal mertebelerini kapsamaktadır.
İnsan-ı Kamil Hz. Muhammeddir. Ancak O’nun tarihi şahsiyeti değil, henüz Adem balçık halinde iken peygamber olan Muhammed’dir. Yani hakikat-ı Muhammediyye’dir. İnsan-ı Kamil varlığın ve hilkatın gayesidir. Zira ilahi irade ancak O’nun vasıtası ile tahakkuk edebilir. Eğer İnsan-ı Kamil olmasa Allah bilinemezdi.
Kamil insana birçok isimler verilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: Şeyh hadi, mehdi, arif, imam, halife ve sahib-i zaman. İnsan-ı Kamil, cihanı gösteren ayna, ölüyü dirilten İsa, kuşların dilini bilen Süleyman gibi tasarruf sahibi, ab-ı hayatı içeren Hızır gibidir. İnsan-ı Kamil alemde daima vardır. Birden fazla olmaz. Çünkü tüm mevcudatın bütünlüğü tek şahıstadır. İnsan-ı Kamil için mülkte, melekutta ve ceberutta hiçbir şey örtülü ve gizli değildir. O eşyayı ve eşyanın hikmetini olduğu gibi bilir.
3. ÖRNEK
İMAM-I RABBANİ ve İSLAM TASAVVUFU, İlaveli 3. Baskı,
Nesil Yayınları. Bayrak Matbaacılık 1992
Arapçadan Tercüme Eden Prof. Dr. HAYREDDİN KARAMAN
(C.1, 260.Mektub)
Ey oğul! Ben, “el-Mebde ve’l –Me’ad” isimli kitabcığımın, fayda alış-verişi (ifade ve istifade) bahsinde, kutbu’l-İrşad ile ilgili bilgiler vermiştim. Aynı konunun burası ile de alakası bulunduğu ve faydalı olacağı için bu mektupta da aynı şeyleri kaydettim. Buradan da anlaşılmalıdır ki, ferdiyet kemalatını da haiz olan kutbu’l-irşad son derece az bulunur. Uzun zamanlar ve asırlar geçtikten sonra böyle bir cevher ortaya çıkar, hidayet ve zuhurunun nuru ile karanlık cihanı aydınlatır. Onun irşadı bütün cihana yaygındır. Arştan yeryüzünün merkezine kadar her kime rüşd, hidayet, iman ve marifet ulaşırsa onun yolundan ulaşır ve ondan alınır. Onun aracılığı olmadan bu devlet kimseye nasib olmaz. Nuru, mesela büyük okyanus gibi cihanı kaplamıştır da bu denizde hiçbir hareket meydana gelmemiştir, sanki donmuş gibi durmaktadır. Ona yönelen ve samimiyetle inanan, yahut onun yöneldiği talibin –yönelme sırasında- sanki kalbinden bir pencere açılır ve bu yoldan, ve bu yoldan yöneliş ve samimiyeti (ihlası) nisbetinde nasib alır ve doyar. İnkar ettiği için değil de onu tanımadığı, bilmediği için (doğrudan) Allah zikri ile meşgul olan ve gönlünü Allah’a yönelten kimse de –tıpkı o kutuba yönelenler gibi- ondan istifade ederler; ancak birinci durumdaki istifade daha ziyadedir. Kutbu inkar eden, yahut ondan rahatsız olan kimselere gelince, Allah’ı zikir ile meşgul olsalar bile gerçek rüşd ve hidayetten mahrum olurlar. Onu inkar ve rahatsız etmek kişinin feyz yolunu tıkar, kutub onu faydalandırmamayı, ona zarar vermeyi istemese bile o gerçek hidayetten uzak kalır. Onda bulunan ancak rüşd ve hidayetin görünüşüdür (suretidir). Manadan uzak, içi boş suretin faydası da azdır. O kutbu seven ve ona içten inanan kimseler, ona gönülleriyle yönelmeseler, Allah’ı zikir ile meşgul olmasalar dahi, yalnızca sevgileri sebebi ile rüşd ve hidayetin nuru onlara ulaşır. Bu bilgi mektubun da sonu olsun.[2]
Bilindiği gibi bu tip inançların İslamiyet’le hiçbir ilgisi yoktur.
Puran Tilmiz, 27.03.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü
Dipnotlar:[1] Aslında bu söz Kitab-ı Mukaddes, TEKVİN Musa’nın Birinci Kitabı, Bab 1 Ayet 27, Sayfa 2’de geçiyor. Ser Ofset Basımevi, 1981, Kitab-ı Mukaddes şirketi 481 istiklal Cd. – İstanbul
[2] İmam-ı Rabbani ve İslam Tasavvufu – Arapça’dan tercüme eden: Hayreddin Karaman sayfa 219-220