"Tualden siyah şiirler kara toprağa damladı."
Hüzün dolu cümleler dudaklarına peş peşe geliyordu da dili dönmüyordu söylemeye. Gözleri buğulu, tıpkı buğulu camlar gibi. Dokunabilseydi gözlerinin buğusuna “Yahya Kemalim seni çok özledim” diye yazabilir, sonra da onun yüzünü çizebilirdi tüm ressamlık yeteneklerini kullanarak.
Yahya Kemal’in dizileri kulaklarında çınladı birden. Geçen sonbaharda Yıldız Park’ında yapraklarının yarısını rüzgara teslim etmiş bir ağacın altında ellerini tutup gözlerinin içine bakarak okumuştu bu dizleri Celile’ye.
"Rüzgar gibi esip geçme gönlümden
Sakın ola ömrümü alma elimden"
Dizeler zihninden geçerken gözlerinden yaşlar süzüldü Celile’nin. Ne hisli okumuştu Yahya Kemal ve yüreği nasıl sızlamıştı Celile’nin; sanki ömrünü yalnız geçirecekmiş hissi uyanmıştı yüreğinde.
Eliyle gözyaşlarını sildi, ıslanan ellerini cam kenarında ki sehpanın üzerinde duran ucu yırtık, siyah mürekkeple, el yazısı ile yazılmış şiire dokundu. Yahya Kemal’in onda kalan tek hatırası.
Ellerinden bulaşan ıslaklık mürekkebi dağıttı. O andan sonra bıraktı kendini Celile hıçkırıklara. Film şeridi oldu geçti tüm yaşananlar gözlerinin önünden. Gecenin bir yarası Yahya Kemal, pencerenin önünde avazının çıktığı kadar bağrı bağıra şiir okumuştu ona ve bir sabah gün aydınlanmadan gelip kaçırmıştı onu, sandala binip akşama kadar denizde kalmışlardı beraber.
Mutlu günlerin baş döndürücü heyecanında, ölüm ikisinin de aklının ucundan dahi geçmiyordu. Tam bir hafta olmuştu Celile pencerelerden gözlerini ayırmayalı, Yahya Kemal’den ne bir haber ulaşıyor ne bir selam geliyor ne de kendisi geliyordu.
Yorgun düşmüştü gözleri yollara bakmaktan, gönlü habersiz beklemekten. Yemek yemiyor, uyumuyor, tualine uzaktan bakıyor, fırçalara küs duruyordu; tüm renkler gözüne siyah görünüyordu.
Ve bir sabah çaldı kapısı, hayatında kapıyı hiç bu kadar hızlı açmamıştı biliyordu, sevdiğinden bir haber gelmişti. Kapıda yirmili yaşlarında kumral bir genç, "Yenge!" diye hitap etti nedense. "Yahya Kemal seni bekliyor."
Fırtına hızıyla üzerini giyinip çıktı dışarıya, sormadı hiç bir şey, gözüyle görmek, elleriyle dokunmak istiyordu. Sustular gidene kadar.
Geldikleri yer, bir otelin zemin katında küçük bir oda. Rutubet kokuyor, biraz da hastalık. Yahya Kemal son anlarını yaşadığını anlamış ve Celile’sini görmek istemişti. Otel çalışanından rica etmişti onu getirmesi için.
Celile odaya girdiğinde Yahya Kemal hastalıktan şişen gözlerini hafifçe araladı. Celile’yi gördüğünde yüreğinin atışı bin kat artmıştı. Elleri titredi, gözleri nemlendi. Konuşamayacak kadar bitkindi. Sadece tebessüm etti.
Celile koşup sarıldı sevdiğine, ağlamak istedi, ama tuttu kendini, güçlü olmalıydı, onun iyi olduğuna inanmalıydı.
Sarıldılar bir müddet ikisinin de gözleri nemli. Ne Celile konuştu ne Yahya Kemal. Ortalıkta ayrılık vaktinin geldiğini anlatan sukûtun acıklı musikisi çınlıyordu sadece kalplerin duyabildiği.
Kollarını boşlukta hissetti Celile birden; irkildi, gözlerine baktı sevdiğinin, ama ona bakan bir çift göz göremedi, kapanmıştı Yahya Kemal’in gözleri, soluğu kesilmiş rengi kireci andırıyordu.
Tufanlar koptu, fırtınalar esti, Celile öyle bir feryat etti ki tüm İstanbul inledi. Ölmüştü artık onun için tüm güzel gözlü adamlar, yüreğinden şiir akanlar ve aşkı anlatacak olanlar. Aşk ölmüştü.
Duramadı, kalamadı orada; koştu, koştu saatlerce, kendini tualinin önünde buldu. Ondan haber alamadığında beri zaten siyahtı tüm renkler, savurdu tualine bir şişe siyah mürekkebi, tuale dokundu fırçaların ağlayan darbeleriyle, vurdu fırçaları siyaha, vurdu ağladı, gözyaşları siyah aktı. Tualden siyah şiirler kara toprağa damladı.
"Rüzgar gibi esip geçme gönlümden
Sakın ola ömrümü alma elimden"
Ahu Öztürk, 04.04.2016, Sonsuz Ark, Çırak Yazar, Öykü